GeriSeyahat Yeryüzünde bir isimle bu kadar özdeşleşmiş kaç şehir var ki...
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Yeryüzünde bir isimle bu kadar özdeşleşmiş kaç şehir var ki...

Yeryüzünde bir isimle bu kadar özdeşleşmiş kaç şehir var ki...

1980’lere imzasını atmış gruplardan biri olan Alan Parsons Project’in ilk gençlik yıllarıma denk gelen bir şarkısından çok etkilenmiştim: ‘Yolların bizi nereye götüreceğini kim bilebilir ki’ diyordu sözler, ardından da ‘La Sagrada Familia’ diye devam ediyordu. Aklımın bir karış havada olduğu o zamanlar ne Gaudi’den haberim vardı, ne de dillere destan eserlerinden...

Sonradan öğrenecektim ki, Barcelona deyince akla, tapa barlar, paella, flamenko kadar şehrin adeta sembolü olan La Sagrada Familia (Kutsal Aile) Katedrali geliyor. Ve hayatını Barcelona’yı birbirinden muhteşem eserlerle donatmaya adamış Antoni Gaudi... Yeryüzünde bir isimle bu kadar özdeşleşmiş olan kaç şehir var ki?

Sırtını dağlara, yüzünü Akdeniz’e dönmüş, İspanya’nın 17 özerk bölgesinden biri olan Katalanya’nın başkenti Barcelona deyince akla, yaşamın tadını çıkarma konusunda uzman insanlar, tapa barlar, paella, flamenko, La Rambla caddesinde piyasa yapan yığınlar ve şehrin adeta sembolü olan La Sagrada Familia (Kutsal Aile) Katedrali geliyor. Güneşin yıl boyunca ısıttığı, doğanın cömert davrandığı bu kent 1992 olimpiyatları dolayısıyla yapılan makyajın ardından, dünyanın en güzel şehirleri arasında sağlam bir yer edinmiş kendine. Hayatını Barcelona’yı birbirinden muhteşem eserlerle donatmaya adamış Antoni Gaudi’nin katkılarını da unutmamak lazım. Yeryüzünde bir isimle bu kadar özdeşleşmiş olan kaç şehir var ki?

Yüzyıllarca düşman korkusuyla surların içine mahkum edilen Barcelona, 1854’ten sonraki büyüme çerçevesinde, ızgara bir planla geniş bulvarlara, büyük meydanlara ve modern binalara kavuşmuş. Devrin zengin elitlerinin yeni olana verdikleri destekle, hem kendi evleri, hem de kamu binaları Art Nouveau’nun Katalan versiyonu olan modernisme’nin etkisinde kalmışlar. Ortaya da dünyanın en fazla Art Nouveau binasına sahip olmakla övünen kenti çıkmış.

KOCA AĞIZLI EV, KEMİK EV

1852-1926 yılları arasında yaşayan Antoni Gaudi, oğlu iyi bir eğitim alsın diye elindeki malı mülkü satan babasının desteğiyle Barcelona mimarlık okulunda okumuş ve romantik ortaçağ yapılarına kendi Katalan kültüründen unsurlar katarak vermiş eserlerini. Doğaya olan düşkünlüğünün bir yansıması olarak renk harmonisini çok önemsemiş. ‘Doğa hiçbir şeyi tek renk ve desen olarak yaratmadığından, mimari de tekdüzelikten uzak olmalı ve doğadan esinlenmelidir’ diyerek eserlerindeki felsefeyi özetlemiş. 1878’te tanıştığı çimento fabrikaları sahibi Kont Eusebi Güell, asıl müşterisi ve sponsoru olmuş, bu dahiliği deliliğinden sonra tescil edilen mimarın.

İlk çalışmalarında Mudejar etkisinde kalıp cephede bol miktarda tuğla, demir ve sırlanmış seramik kullanmış. Şehrin en önemli bulvarlarından Passeig de Gracia’da bulunan, devrin sanayicilerinden Josep Batloo Casanovas için yaptığı Casa Batloo, Gaudi’nin zengin hayal gücünün ürünleriyle dolu. Barcelonalılar’ın kemik ev, koca ağızlı ev gibi değişik isimler taktığı yapının tepesindeki dört kollu haç Majorca’dan getirilmiş seramiklerle kaplanmış, ön cephede kullanılan seramiklerin ise üst kısmı koyu, alt bölümü de açık yapılmış, sırf güneşi aynı yansıtsınlar diye...

Gaudi mükemmeliyetçiliğini iç alanlardaki detaylarda da göstermiş. Japonlar taş taş kendi ülkelerine taşıyabilmek için 60 milyon euro’nun üzerinde para teklif etmişler ama milli değerleri paradan daha değerli olan Katalanlar, çektikleri fotoğraflarla yetinmelerini salık vermişler Japonlar’a.

UNESCO’nun dünya kültürel mirası listesinde yer alan Parc Güell’i, İngiltere ve Fransa gibi ülkelerdeki geniş bahçeli malikanelere özenen, bahçeşehir tarzı bir yerleşimle doğaya, sağlıklı bir yaşama geçip, büyük şehrin sorunlarından kaçmaya çalışan Kont Güell için tasarlamış Gaudi. Planlanan 60 evden sadece iki tanesi yapılabilmiş. Bunlardan biri şu anda müze olarak kullanılan Gaudi’nin 1906-1926 arası yaşadığı ev. Parkın ortasındaki alanı çevreleyen renkli mozaik bankın dünyadaki en uzun oturma grubu olduğunu da belirtmek lazım. O zamanın şartlarına göre ulaşımın zorluğu, Gaudi’nin eserlerinin insanların bazıları tarafından garip karşılanması, Birinci Dünya Savaşı derken, proje suya düşmüş, ardından da halka açık bir park haline gelmiş bu yer.

DALGALI DUVARLAR YOSUNDAN PARMAKLIKLAR

Gaudi tarafından Barcelona’nın kent mimarisine yapılan en büyük katkılardan biri olan Casa Mila aynı zamanda La Pedrera (Taş Ocağı) diye de anılıyor. Dalgalara benzeyen beyaz duvarlardaki hareketi, yosunları andıran demir parmaklıklar tamamlıyor. Taş işçiliğinde adeta bir devrimi simgeleyen binanın terasındaki bacalar Gaudi’nin yaratıcılığının en çarpıcı örneklerinden. Merkezi eksen olarak kullanılan iki yuvarlak avlu etrafında yer alan sekiz katlı binanın alt katında şehrin ilk bina altına yapılmış otoparkı yer almakta.

Zengin dul Roser Segimon ve ikinci eşi işadamı Pere Mila, bugünün parasıyla 2400 euro’ya anlaştıkları Gaudi, binayı üç bin euro’ya mal edince dava açıyorlar. Fakat şehre yaptığı katkıdan dolayı mahkeme affediyor Gaudi’yi... 1882’de neo gotik tarzda inşaatına başlanan La Sagrada Familia Katedrali bir yıl sonra Gaudi’ye devredilmiş. Mimarın sağlığında binanın 18 kulesinden sadece biri, üç cephesinden de Hz. İsa’nın doğumunu anlatan bitirilmiş. 1925’de ilk kule tamamlandığında Gaudi ‘Dünya ve cennet birleşti’ diye dile getirmiş sevincini. Hepsi bitirildiğinde kulelerin 12 tanesi havarilere, dördü İncil yazarlarına, biri Meryem Ana’ya, biri de Hz. İsa’ya adanmış olacak. Tamamen bağışlarla inşaatı devam eden bina hálá Gaudi’nin bıraktığı planlara göre yapılmakta.

Sadece artistik değerler değil, ruhundaki kutsal gücün yansıması

Gaudi’nin binalarında sadece artistik kaygılar, mimari değerler değil ruhundaki kutsal gücün yansıması da görülüyor. İngiltere gibi Barcelona’nın da kutsal azizi olan Nevşehirli George’un (Sant Jordi) mızrağıyla öldürdüğü ejderha da yer alıyor kullandığı semboller arasında. Hz. İsa’nın çilesini anlatan cephe Josep Maria Subirachs isimli ünlü heykeltıraşın yaptığı heykellerle 1990’da açılmış. Judas’ın ihanetinden Hz.İsa’nın çarmıha gerilmesine kadar geçen olayları anlatan bu bölümün altında İncil’in sayfalarını temsil eden kapılar yer alıyor. Son cephede ise hummalı bir faaliyet devam etmekte. Son 12 senesini bir münzevi gibi bu binaya adayan, kapı kapı dolaşıp bağış toplarken bir gün bir tramvayın çarpmasıyla hayata veda eden Antoni Gaudi de bu katedralin içinde yer alan mezarında, tempolu bir hayatın yorgunluğunu çıkartmakta.

PİCASSO DA ORADA

Barcelona sürprizlerle dolu bir şehir. Pablo Picasso’nun müzesini de gezin. Ortaçağ’dan kalma üç sarayın restorasyonuyla ortaya çıkan yapıda üç bin eserden oluşan bir koleksiyon var. 1881 yılında Malaga’da doğan sanatçı, 14 yaşında geldiği bu şehirden aldığı ilhamı yansıtmış tuvallere. Sık sık gittiği ve halen Carrer Montsio’da bulunan Els Quatre Gats isimli kafe Picasso’nun ilk sergisine de ev sahipliği yapmış.
False