Yeni Delhi’de Peygamber’in ayak izi
Jama Mescid’de önümüze konulan emanetler karşısında nefesimiz tutuluyor; sol eşi Topkapı müzesinde bulunan Hazreti Peygamber’in(sav) mübarek ‘sağ ayak izi’, giydiği sandaletin teki, saç teli, Hz.Ali’nin (r.a) eliyle yazdığı ‘Mushaf’tan sayfalar, Hz.Hasan’ın (r,a) el yazısıyla Mushaf sayfaları ve Hz.Fatıma’nın(r.a) başörtüsü…
Hindistan; nefsime cefa, ruhuma sefa… Cefa gelen buradaki zor seyahat ve konaklama şartları iken, sefa ise yaptığım ziyaretlerdeki muhabbetlerden alınan manevi haz oluyor. Nefis padişahlığından feragat ettikçe ruhun sefası artıyor. İstanbul’a dönmeden önceki son durağım başkent Yeni Delhi’de geçirdiğim birkaç gün fiziki şartlarda da rahatlama getiriyor. Sonunda sandalyeye oturarak ağrıyan dizlerimi dinlendirebiliyor, sıcak suyla banyo alabiliyorum.
Yeni Delhi’de bizi ağırlayan soylu ve varlıklı ‘Khan’ ailesinin hikayesi araştırmaya niyet ettiğim ‘Sih’lerle bağlantılı çıkıyor. Tek tanrılı Sih dini İslam ve Hinduizmin özgün bir amalgamı sanki. Burada yapacağım ziyaretlere büyük Sih tapınağını da ekliyorum. Ama önce Ajmeri Şerif’te bizi misafir eden ‘Hz.Pir Muyiniddin Çişti’nin ilk halifesi ‘Kutbuddin Bahtiyar Khaki’ Hazretlerinin türbesine gitmek istiyorum. Tren yolculuğu boyunca okuduğum hikayeleriyle gönlümü cezbeden bu zatın fakiri davet ettiğini hissediyorum. Bu köşenin okurları yolculuğumda neden türbe ziyaretlerine bu kadar önem verdiğimi merak ediyor olabilirler. Tekrarlamakta fayda var ki sufiler türbe ziyaretlerine misafirliğe gider gibi giderler. Allah’ın “Hayy” esmasıyla şereflendirdiği bu zat’lar ‘diri’ kabul edilir. Beden kalıbından sıyrılmışlardır ancak Allah’ın izniyle, gönül gözüyle yaklaşanlar onların muhabbetinin lezzetini tadabilir, ruhlarını onların yüzü suyu hürmetine Allah’a yönelttikleri dua ve zikirle adeta yıkarlar.
Gül yaprakları ve şeker
Elbette ölülerle konuşmaktansa dirilerle muhabbet, biz muhabbete aç fakirlere sunulmuş bir lütuftur. Nitekim Hazret’in türbesi başında dua ederken gözümün önünde bir sima beliriyor. Herhalde Hazret’in simasıdır diye düşünürken yanımda yaşlı bir bey beliriyor ve bize türbeden şeker ve gül yaprakları sunuyor, beraber dua edip halleniyoruz, gözlerimi kapadığımda gördüğüm sima onunkinin neredeyse aynısı idi. Meğer ki Hazret’in torunu ve mekanın türbedarı imiş, bizi çaya davet ediyor. Benim için torununu vesile ederek bizi ağırlayan Hazret’in kendisidir. Paylaştığımız sessizliğin tadına doyum olmuyor. Ancak zamanın aktığını hatırlıyor ve hediyeleşip huzurundan ayrılıyoruz…
İkinci durağımız bir diğer sufi büyüğü ‘Nizamuddin Evliya’ Hazretleri’nin yolunda fotoğrafçımla gereksiz bir tartışma yaşamaktan dolayı mahzunum. Teselli Hazret’ten geliyor. Türbenin başında yüreğime ok gibi bir esma saplanıyor; “El Afüvv”. Tanıdığım esmalardan değil ama bunun boşa olmadığını bildiğimden araştırıyorum ve anlamının ‘Kullarının kendisine karşı işlediği pek çok suç ve günahı lütuf ve merhametiyle çokça affeden’ olduğunu öğreniyorum. Bu esma her şeyden huylanan, şüphe ve vesvese duyan, öfkelenen kişilere belli sayıda önerilirmiş. Fotoğrafçım ‘Amar’la da paylaşıyorum ve huzurlarında bulunduğumuz zatın hatırına açığa çıkan esma dolayısıyla birbirimizin gönlünü alıyor, kucaklaşıyoruz.
Amar beni planda olmayan bir yere götürmek istiyor. Jama Mescid, Türk/Moğol (Mughal) Sultan Akbar’ın torunu Şah Cihan’ın yaptırdığı şaheser bir cami. Dünya litaratüründe Mughal’lar olarak bilinen imparatorluğun bizim aşina olduğumuz adı ‘Babür İmparatorluğu’, İslam’ı kabul ederek Türkleşen Moğol boyları ve Türk boylarının Babür Şah kumandanlığında Hindistan’da kurdukları bu hanedanlığın mirasına nedense ülkemizde pek sahip çıkılmıyor. Bu hanedandan Şah Cihan’ın aynı zamanda dünya harikalarından meşhur Tac Mahal’ı yaptıran kişi olduğunu da burada nakledelim ki benzer mimari özellikler sergileyen Jama Mescid’in güzelliğini biraz hayal edebilesiniz. Fakir, cami avlusunda “güzelliği bir yana acaba burayla manevi bir bağımız mı var ki buradayız” diye kendime sorarken, gelen cevap inanılmaz. Bizde bir hal olduğunu farkeden genç, sufi ve Türk olduğumuzu da öğrenince bize caminin bir bölmesinde görmekten memnun olacağımız emanetlerden bahsediyor. Az sonra açılan kapıların ardında önümüze konulan emanetler karşısında nefesimiz tutuluyor; Sol eşi Topkapı müzesinde bulunan Hazreti Peygamber’in(sav) mübarek ‘sağ ayak izi’, giydiği sandaletin teki, saç teli, Hz.Ali’nin(r.a) eliyle yazdığı ‘Mushaf’tan sayfalar, Hz.Hasan’ın (r,a) el yazısıyla Mushaf sayfaları ve Hz.Fatıma’nın(r.a) başörtüsü… Mevlid kandili’nin kutlanacağı o gece buraya kadar getirilip, önümüze bu emanetlerin açılması karşısında ne diyebilirim ki! Ayağının tozu olayım…
‘Kafası hoş’ kalender
Şu bir ayda yaşananları, anlat anlat bitmeyecek, satırlar çabuk tükeniyor… ‘Jama Mescid’in yapılış dönemi Hicri 1030’lu yıllarda ortalıkta anadan üryan dolaşan ve hem Sultan hem de zamanın ulemasına kafa tutan Yahudi asıllı ‘Sermest Kalender’in (kafası mest) acayip menkıbeleri, ‘Sihizm’in kurucusu ‘Guru Nanak’ın Andolu’ya, Mekke’ye uzanan yolculuklarının hikayesi, Sih’lerin kutsal kitabı ‘Guru Grand Sahab’ın sırları, Sih’lerin onuncu gurusu “Guru Gobind Sikh’in torunlarını Mughal’lardan koruyan Şeyh Sadruddin’in torunları ‘Khan’ ailesinin öyküsü, Hindinstan’a Osmanlı hanedanından gelin giden ‘Selma Sultan’ın cici-torunu Murad ile tanışmamız, Yeni Delhi Üniversitesi’nde Türkçe bölümünü açan Gauskhan ile sohbetimiz, sufi terapi seansları sırasında yaşanan vakalar, rüya alemindeki Hind, Muzaffernagar’da Hindu baskılarından kaçan onbinlerce insanın basına pek yansımayan trajedisi… Hindistan gizemler, sınavlar ve hediyelerle dolu, güçlü tarihi ve kültürel bağlarımızın bulunduğu, ipek, baharat ve yogilerden başka sunacak çok şeyi olan bir garip coğrafya! Zamanla, yeri geldikçe buradaki anılarımı paylaşmaya devam etmek niyetiyle artık özlediğim canım ülkeme, sevdiklerime ve tabii ki buradan duyulduğu kadarıyla dudak uçuklatan ülke gündemine geri dönüyorum. Hamd’olsun!