Van’da bir kilise var uzakta
Doğası, kaleleri, göl üzerindeki adalarıyla müthiş bir zenginlik Van. Anakaranın dışında dört adada dört Ermeni kilisesi var. Akdamar’ı artık dünya tanıyor. Fakat diğer adalardadaki bakımsız kiliseler keşfedilmeyi bekleyen birer saklı hazine gibi yıllara meydan okuyor.
Restore edildikten sonra 2010’dan bu yana yılda bir kere ibadete açılan ve o sebeple dünyanın farklı yerlerinde yaşayan Ermenileri buluşturan bir mabet Akdamar Adası’ndaki Surp Haç Kilisesi. Güzel bir Van kahvaltısından sonra manastırında alıyorum soluğu.
Gevaş’taki küçük limandan bindiğim deniz motoruyla Akdamar Adası’na erişiyorum. Adaya yaklaşırken önde, üstünde 9’uncu yüzyıldan kalma kilisesi ile Akdamar, ardında tepesi karlar ile kaplı Süphan Dağı’nın manzarası, hele bir de güneş üstünüzde pırıl pırıl parlıyorsa, enfes...
Kilisenin dört bir dış duvarı üstüne yapılan frizler İncil’den birçok hikâye barındırdığı gibi, o dönemde günlük hayatta yaşanan olayları anlatıyor. Bu frizler döneminin en önemli plastik sanat örnekleri arasında yerini almış durumda. Kilisenin içinde ise genelde kiliselerde görmeye pek alışık olmadığımız mavi rengin hâkim olduğu freskler mevcut. Rehberimiz, 1915-1918 yıllarında Ermeniler Van’ı Erivan’a gitmek üzere terk ederken, ‘nasılsa birkaç seneye geri döneriz’ düşüncesiyle fresklerin üzerlerini özel bir karışım ile örttüklerini ancak uzun bir süre memleketlerine geri dönemedikleri için o karışımın zamanla alttaki fresklere nüfuz ederek kilisenin duvarlarının mavi bir renk almasına sebep olduğunu anlattı.
MARTI YUMURTALARINA DİKKAT!
Adaya mayısta giderseniz mutlaka dalından taze badem yiyin. Lezzeti hâlâ damağımda. Hele bir de adanın etrafında dolaşarak Süphan ve Artos Dağları manzarasında bu bademleri yerseniz ağzınızdaki tat bir kat daha lezzetleniyor.
Bademler midede, Çarpanak Adası’ndaki Ktouts Manastırı’nı görmek üzere yola çıkıyoruz. Bir buçuk saatlik bir motor yolculuğunun ardından köhne bir iskelesi olan küçük ve el değmemiş bir adaya varıyoruz.
Adaya ayak basar basmaz yapılan ilk uyarı, her tarafta martı yuvalarının ve yumurtalarının olduğu. “Aman çok dikkatli basın, yumurtaları lütfen ezmeyelim. Hem doğal hayatı koruyalım hem de martıların saldırısından kendimizi koruyalım” diye uyarılıyoruz. Haklılar, manastırın bugün ayakta kalan kilisesine ulaşana kadar bir sürü martı yuvası ile karşılaştım ve hepsi de hiç beklemediğim bir anda önüme çıktı. Neyse ki hiçbirini kırmadan ve Hitchcock’un Kuşlar filmindeki saldırıvari bir görüntüye maruz kalmadan harap, bir o kadar da güzel Ktouts Kilisesi’ne ulaştık.
Kilise 9’uncu yüzyıl mimari eseri. Akdamar kadar büyük değil. İç ve dış süslemeleri bakımından da onun kadar görkemli değil. Ancak mütevazılığı ve çatısı ile çan kulesinin hâlâ ayakta duruyor olması ve etrafta uçan sayısız martının eşlik ettiği manzarası ile Van’a gidildiğinde görülmesi gereken yerler arasında.
AZİZ BARTHOLOMEOS KİLİSESİ RESTORASYON BEKLİYOR
Van Gölü’ndeki dört adanın hepsinde Ermeni kilisesi bulunuyor. Adır ve Kuş’a gidemedik. Ancak Başkale Albayrak Köyü’ndeki Aziz Bartholomeos Kilisesi’ne gittik. Birinci yüzyılda Anadolu’daki Ermenilere Hıristiyanlık’ı getirdiğine inanılan İsa Peygamber’in havarilerinden Aziz Bartholomeos’un Van civarında şehit edildiği ve bu kilisenin bulunduğu araziye defnedildiğine inanılıyor.
Kilise iki sene öncesine kadar askeri bölgede kalıyordu. Bu sebepten definecilerin hışmından korundu. Şu anda bir köylünün koruması altında. Onun izni ve jandarmanın onayı ile kiliseye girilebiliyor. Büyüklüğü ile uzaktan da dikkat çeken kilise, 1976’daki Van-Muradiye depremine kadar çatısı ve iki çan kulesi ile ayaktaymış. Başka bir afetle tamamen yerle bir olmadan önce restore edilmesi gerekiyor. Sadece Türkiye değil, dünya turizmine açılmasını umduğum bu kiliseleri bir an önce ziyaret etmenizi tavsiye ederim. Zira Van ve saklı kalmış viran kiliseleri hiç beklemediğiniz bir güzellik, ummadığınız bir kültürel zenginlik vaat ediyor.
NE YENİR?
Van’a gelip de ‘Van kahvaltısı’ yapmamak olur mu? Manda sütünden kaymağı, Adilcevaz’dan cevizi, Çatak’tan doğal petek balı, yumurtalı kavurması, meşhur otlu peyniri, dağlarda yetişen otlarla yapılan cacıkları, buğdaydan gavutu, murtağası ve gül reçeli ile eşsiz bir damak zevki sunuyor...