GeriSeyahat Uçabilen her taşıtla Türkiye fotoğrafları
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Uçabilen her taşıtla Türkiye fotoğrafları

Uçabilen her taşıtla Türkiye fotoğrafları

Yaklaşık iki ay önce Yorgo Kırbaki, Hürriyet Cumartesi eki için bir mini röportaj yapmıştı. Atina’daki THY görevlisi Alp Alper’in "1000 Feet’ten Türkiye" isimli kitabıydı konu. Alp Alper, Türkiye’nin "binasından doğasına" tüm güzelliklerini gökyüzünden fotoğrafladığı ve "Hayatımın projesi" dediği kitap için Türkiye’de sponsor bulamamış, kitap sonunda Yunanistan’da yayımlanmıştı. Alper kitabın hikayesini anlattı.

İŞTE ALP ALPER'İN OBJEKTİFİNDEN TÜRKİYE

Nereden çıktı bu yukarıdan fotoğraf sevdası?

- Benim esas mesleğim uçuş uzmanlığı. Her ay pilotlarla 30-40 saat uçardık. Ama fotoğrafçılık tutkum okul yıllarında başladı. 25 yaşında annemi kaybettiğimde Ankara’dan İstanbul’a geldim. İstanbul doğal bir fotoğraf stüdyosu. Bir yandan da fotoğraf eğitimi aldım. Gökyüzünden nehirler, dağlar, ormanlar ve yapılar çok daha farklı görünür. Fotoğrafçı gözüyle bakınca, başka bir boyutta gördüm hepsini.

Bu kitap bireysel bir çalışmanın ürünü mü, yoksa ekip çalışması mı?

- Kesinlikle ekip çalışması. Yıllarımı alan bu projede bana 50’ye yakın kişi, maddi kazanç beklemeden destek oldu. Aralarında pilot arkadaşlarım da var, Güneydoğu’daki şoförler de, mimarlar, arkeologlar da...

Bu fotoğrafları çekerken hangi taşıtları kullandınız?

- Aklınıza gelen, uçan her türlü taşıtı kullandık desem yalan olmaz: Paragliding, parasailing, helikopter, balon,

/images/100/0x0/55eb4555f018fbb8f8b65fb8
miktolight, paramotor ve Cessna uçak... Bölgesel kısıtlamalar da vardı tabii. Mesela Kapadokya’da helikopterle uçuş yasak. Titreşim, doğal oluşumlara zarar veriyor, o yüzden balonla uçmak zorundasınız. Paragliding, parasailing gibi uçuşlarda da rüzgara çok bağımlıydık.

Metinleri kim yazdı?

- Akylas Millas. İstanbullu Rum bir tarihçi. Aslında doktor, yıllarca Balıklı Rum Hastanesi’nde çalışmış. Şimdi Atina’da yaşıyor. Birçok kitabı var. Birlikte başka projeler de yaptık ama onlar sadece Yunanistan’da yayımlandı. Mesela, İstanbul’daki Ortodoks Kiliseler kitabı.

HER FOTOĞRAFIN BİR HİKAYESİ VAR

Erzurum Uzundere’deki Öşvank, muhteşem bir kilise (solda). Onu çekebilmek için, helikopterdeki yakıtı son damlasına kadar kullandık. Köylerin üzerinden uçarak arıyorduk. Bulgar pilot, "Dönüş için yakıtımızın kalmadığının farkındasın değil mi?" dedi. "Şurada iki köy daha var, lütfen onlara da bakalım" diye zorladım ama sadece birine bakmaya yetecek kadar yakıt kalmıştı. Şansıma, ilk köyde bulduk. O gün geri döndüğümüzde, bayağı bir Bulgarca küfür öğrenmiştim. Öşvank, eski bir Gürcü-Ermeni kilisesi. Ana kaidesi yıkıldığı için tavanı yok ama kubbesi duruyor. Kar ve yağmur yüzünden hızla çürüyor. Ana bölümün ayakta kalan kısmını ise bir ceviz ağacı tutuyor. O yıkıldığında, gerisi de yıkılacak. Halk, çocukları içeride oynadığı ve tehlikeli olduğu için yıkılmasını istemiş; yıkımdan kaymakam sayesinde kurtulmuş. Acilen restore edilmesi gerek.

İKİ KERE ÖLÜMDEN DÖNDÜK

Güneydoğu’da çekim yaparken iki kere ölümden döndük. Mardin’den Midyat’a uçarken, uçağın motoru durdu. Bir anda her yer sessizliğe boğuldu. Dört kişilik bir ekiptik; tek bir kelime duyduk, pilottan geldi: "Eyvah!" Düşmeye başladık, uçağın burnu aşağı döndü. 15-20 saniyelik serbest düşüşten sonra motoru çalıştırabildi pilotumuz. Düşerken aklımda şu vardı: "Ben ölürsem bu projeyi kim devam ettirir." Batman’da da kalkış için tam hız giderken, sağdan gelen ve pilotun hesaplamadığı yan rüzgar bizi tarlanın içine attı. Yakıt ful, sürüklenmeye başladık, kanatlardan yakıt akmaya başladı. Eğer takla atsaydık, olabilecekleri düşünmek bile istemiyorum.

/images/100/0x0/55eb4555f018fbb8f8b65fba


Ağrı Dağı’na ne zaman gitsek, bir bulut dağın ortasında oturuyordu. Her seferinde daha erken gide gide bulutun olmadığı saati bulduk. Sabah sekizbuçuk dedin mi geliyor, geceye kadar gitmiyor. O gün erkenden koştura koştura gittik. Baktık, bizim arkadaş hızla geliyor. Küçük Ağrı’nın etrafında bir tur atıp istediğimiz fotoğrafı çektik. Üstelik hep ihmal edilen kardeşi Küçük Ağrı ile birlikte. Turumuz bittiğinde, bizim bulut yerine yerleşmişti bile.

HAVADA BENZİN BİTİNCE...

Ege’deki beş farklı antik şehri çekmek için arkadaşım Kayhan’ın mikrolight uçağıyla havalandık. Elimizde harita var ama bazen turlamak gerekiyor. İki tanesini çektik, Xanthos’a yöneldik. Fakat, ara ara, bulamıyoruz... Halbuki en önemlisi, en büyüğü. Haritada olması gereken yerde yok! O sırada Kayhan korkuyla benim altıma doğru bakmaya başladı. Altımda ne var derseniz, benzin deposu. Meğerse benzin bitmiş. "Ne yapacağız" dedim, "Benzin alacağız, benzinci ara" diye cevap verdi. Ben, nasıl yani, delirdin mi demeye kalmadan, Kayhan yukarıdan bir benzin istasyonu tespit etti ve etrafı iyice kolaçan ettikten sonra asfalta indi. İstasyona girdik, pompaya yanaştık. Benzincide çalışan amca o sırada bir motosikletin deposunu dolduruyordu. O da motosikletteki karı koca da donup kaldılar. Düşünsenize, adamın kapısından uçak girdi içeri...

Tuz Gölü’ne birkaç kere gittik. Hem flamingoları arıyorduk hem de en iyi ışığı bulmaya çalışıyorduk. Tuz Gölü, beni inanılmaz hayal kırıklığına uğrattı. Sebebi, biziz, yani insanlar. Tuz Gölü’nün canına okumuşuz. O kadar kirlenmiş, kurumuş ki, anlatamam. Kuşların yaşam alanı yok olmak üzere, ölen kuşların sayısı her gün artıyor.

Birçok fotoğraf, aslında başka yerlere giderken, sürpriz olarak çıktı ortaya. Adana-Mersin arasındaki bu çocuk parkı
/images/100/0x0/55eb4555f018fbb8f8b65fbc
mesela (sağda). Kız Kalesi’ne giderken gördük. Önce ne olduğunu anlamadık, sonra bir baktık, kaplumbağa. Alçalıp dikkatli bakınca çocuk parkı olduğunu anladık. O civardaki bütün belediyeleri aradık ismini öğrenmek için. Bir sürü farklı kişiye bağladılar telefonu, sonunda "Bizim öyle bir parkımız yok" deyip kapattılar. Belki de onlar bile şeklinin farkında değil.

Bataklıkta kahinin yüzü

Patara eskiden bir liman şehriymiş. Hayat kaynağı ticaret olan Patara için bu liman çok önemliymiş. Şehrin bir geçim kaynağı da kehanetmiş. İmparatorlar, krallar ve soylu kişiler oradaki kahinlere gelirmiş. Fakat rüzgarın taşıdığı kumlar yüzünden liman kullanılmaz hale gelmiş. Bugün, içte kalan ve yavaş yavaş kuruyan devasa bataklıkta sanki zamanında orada yaşamış bir kahinin ruhu var. Suya onun yüzü yansımış gibi.

seyahatte ne okuyor

Yanına aldığı kitapların çoğunu açmadan geri getiriyor çünkü uyanık olduğu tüm sürede fotoğraf çekiyor.

ne yiyor, ne içiyor

Yabancı mutfakları denemeye bayılıyor.

ne giyiyor

Gittiği ülkenin iklimine göre giyiniyor. Yanında mutlaka bir bot ve spor ayakkabı oluyor, terlik asla giymiyor.

neyle seyahat ediyor

Uçabilen ve onu gökyüzüne çıkaran her şeyle!

nerede kalıyor

Otelleri, havaalanına indiğinde buluyor. Tek kriteri, güvenli ve temiz olması.

kimle seyahat ediyor

Kız arkadaşı ile veya yalnız.

çantasının olmazsa olmazları

Tabii ki fotoğraf makinesi ve kitap.

oradan ne alıyor

Mask koleksiyonu yapıyor. Evinde Meksika’dan Venedik’e, Afrika’dan Kamboçya’ya her ülkeden aldığı masklar var. En çok ahşap olanları seviyor, kesinlikle almadıkları ise Afrika’daki büyücülerin kullandıkları.

False