GeriSeyahat Toscana’da kış romantizmi
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Toscana’da kış romantizmi

Toscana’da kış romantizmi

İtalya’nın Toscana bölgesi doğal güzellikleri, zeytinlik ve surlarla çevrili kasabaları, üzüm bağları, görkemli şatolarıyla yaz aylarında dünyanın dört bir yanından milyonlarca turist çekiyor. Bağbozumu zamanında ise ülkenin en güzel şaraplarını tatmak isteyenler bu bölgeye koşuyor. Toscana’nın gerçek kimliğini bulduğu mevsim, turist kalabalıklarının çekildiği kış dönemi.

Servi ağaçlarının uzandığı puslu dağ yollarından, karla kaplı tepelerden geçip ulaşılan kasabalarda ortaçağ atmosferi hüküm sürüyor. Öylesine romantik bir hava var ki çevrede, taş sokaklarda koşturan turistler ve Toscanalılar birbirlerine kırk yıllık dostmuş gibi davranıyor. Restoran sahipleri meraklı konuklarını aile sofrasında ağırlıyor, bar işletmecileri en nadide içkilerini ikram ediyor.

Toscana’yı gezmek, daha iyi tanımak için otobüslere doluşmuş kalabalık turist gruplarının karınca gibi bölgeye yayıldığı yaz ayları yerine kış dönemini tercih ettik. Doğanın sessizliğe büründüğü, yolların boşaldığı, güzelliklerin tadına doyasıya varılacak bu dönemde yola çıktığınızda İtalyan usulü romantizmi de yaşama fırsatı buluyorsunuz.

GÜNÜMÜZDE ORTAÇAĞI YAŞAMAK

İlk durağımız beni çok etkileyen tarihi kasabalardan Montepulciano. Otobandan ayrılıp dar bir yolda kıvrılarak ilerlerken, tepeye kurulmuş bu büyülü kasaba çıkıverdi karşımıza. Görüntü, eşimle ikimizi yüzyıllar öncesine götürdü. Tarih olduğu gibi korunmuş, zamanımıza ait her şey adeta gizlenmişti. Uçuşurcasına yağmaya başlayan kar, köyün muhteşem güzelliğine eklenince kendimizi bir masal aleminin içinde bulduk. Bu gizemli kasaba bizi bir tılsımın içine çekti adeta.
Toscana’da kış romantizmi

Montepulciano



Eski yerleşimlerin bulunduğu bölgeye taştan yapılmış tarihi bir kapıdan girdik. Corso Caddesi’ni takip ederek meydanların, gösterişli evlerin, sarayların arasından dik tepeye tırmandık. Otomobilimizi en tepedeki parkta bırakıp hemen yakındaki Duomo Meydanı’na yürüdük. Kasabanın en büyük kilisesinin yanındaki, şehrin en eski oteli Albergo Duomo birkaç günlüğüne evimiz olacaktı.

Çevreyi tanımak için hemen yürüyüşe çıktık. Toscana vadisinin sihirli atmosferini, bizim gibi, kışın görmek isteyen birkaç çift ellerindeki rehberlerle sokaklardaydı. Hemen hemen aynı rotayı takip ediyorduk... 14 bin kişinin yaşadığı Montepulciano, deniz seviyesinden 605 metre yükseklikte. Rahip Politanus’un rehberdeki notlara göre, kasaba 715’te kurulmuş. Son dönemde yapılan kazılar kaledeki en eski kalıntılarının Romalılar ve Etrüsklere dayandığını gösteriyor. Halkı tarih boyunca Arezzo, Siena ve Floransa’yla sürekli savaşmak zorunda kalmış. Mimari güzelliğini Polizano adıyla bilinen hümanist şair Angolo Ambrogini’ye (1434-1494) borçlu. Şair, çağının ünlü zengini Lorenzo Medici’nin hem arkadaşı hem hocasıymış. Mediciler kasabanın gelişmesinde önemli rol oynamış. II Dünya Savaşı’nda geri çekilirken, az kalsın Almanlar yapıları havaya uçuracakmış. Origo kontu ve güzel eşi sayesinde kurtulmuşlar. Sadece doğu kapısı büyük hasar görmüş.

Antonio da Sangallo’nun tasarladığı 16.yy surlarının içindeki sokaklar, kimi yerlerde daracık merdivenlerle birbirine bağlanıyor. Turumuza kasabanın kuzeydoğu girişindeki Porta al Prato’dan başladık. Trapez şeklindeki bu kapının üst bölümü surların devamında birleşmiş. Üzerinde çok güzel rölyefler var. Corso Caddesi’nden devam ettiğimizde yolumuza Rönesans ve geç Rönesans’tan kalma pek çok ev, saray çıkıyor. Gerçek bir ortaçağ atmosferi görmek için alt paraleldeki Via Della Cantine sokağına inmek gerekiyor. Antik Roma caddesi görünümündeki Corso’dan yürüdüğünüzde ise Marcus sütunuyla karşılaşıyoruz. Üzerindeki aslan figürü Floransa’nın simgesi. Montepulciano, Siena’dan alınınca zaferin anısına dikilmiş. Yanıbaşındaki, 16. yy’dan kalma Avignonesi Sarayı’nın ön cephesi çok güzel. Bu güzelliği seyrederken yorulanlar için taş koltuklar konulmuş önüne. Coconi ve ön cephesindeki taş Etrüsk rölyefleriyle ünlü Bucelli sarayları hemen yakında.

Şehrin en güzel yapısı Michelozzo’nun 1427’de yaptığı Sant Agostino Kilisesi. Yapı üç katlı. En gösterişli bölümü, Korint sütun başlıklarıyla süslenen alt kat. Kilisenin tam karşısında Pulcinel Kulesi bulunuyor. Tuğla kulenin tepesindeki çan saat başlarında çalıyor ve kukla oynuyor. Ana meydan şehrin en yüksek noktasında. Çevresindeki binalarca adeta izole edilmiş. Palazzo Tarrugi Sarayı hemen belediye binasının yanında 16. yy.’dan kalma bir yapı. Yanındaki Aslanlar Çeşmesi’nin üstünde Medici arması dikkat çekiyor.

RESTORANDA AİLE YEMEĞİ

Palazzo Communale (Belediye Sarayı) meydanın doğu tarafında. Yüksek kulesiyle dikkati çekiyor. Mimarı Michelozzo. Floransa’daki Palazzo Vecchio’nun küçük bir kopyasına benzeyen gotik yapı, Montepulciano’nun Floransa’ya bağlılığını simgeliyor. Ricci, Cevrini, Contucci, Neri, Orselli saraylarını ve Polizano’nun yaşadığı evi gördükten sonra, çevredeki en büyük kiliseye uğradık. Ana meydandaki Duomo, 1592 - 1630 arasında yapılmış. Kulesi gibi ana yapı da tamamlanmamış izlenimi veriyor.

O gün kasabanın tüm sokaklarına girip çıktık, evlerin avlularına, bahçelerine baktık, inceledik. Ayak seslerimiz boş sokaklarda yankılandı. Saraylar boştu. Taş binaların içi, sokaklar loştu. Tüm bunlar bizi ortaçağın o garip hüznüne, gizemli havasına soktu. Bu güzeller güzeli kasaba "Cennet", "İngiliz Hasta" ve "Bir Yaz Gecesi Rüyası" gibi filmlere platoluk yapmış. Ayrıca kırmızı şarabı Vino Nobile çok ünlü.

Gezerken uğradığımız, 1868’den beri hizmet veren Cafe Poliziano’yu çok beğendik. Zemini terracota ve seramik bordürlerle adeta halı gibi döşenmişti. Perdeleri, koltukların ve duvarların renkleri, iri yeşil yapraklı dev saksı çiçekleri, tablolar, şık avizelerle misafirlere tam bir saray ortamı yaşatıyordu. Salonun altında küçük sanat galesinde çeşitli objeler sergileniyor. Balkondan Valdichiano’nun nefis manzarasını görmek mümkün. Turistler bol bol fotoğraf çekiyor. Onlar fotoğraf makineleriyle zamanı durdurmaya çalışsın, Montepulciano bunu çoktan başarmış.

Kar yağarken Cittino adlı küçük restorana girdik. Restoran sahibi aileyle sohbet ettik. Güzel sebze yemeklerini bizimle paylaştılar. Özellikle fasulye, nohut, buğday ve pek çok sebzeden yapılmış, suyu az sebze çorbası unutulmazdı. Yemeğimize eşlik eden taze Montepulciano şarabının etkisiyle o gece deliksiz uyuduk.

Ertesi gün güneşli bir sabaha açtık gözlerimizi. Önce kasabanın simgesi San Biagio’ya gittik. Şehir surlarının eteklerindeki yapı, 16. yy. başında Antonio da Sangallo tarafından bal ve krem rengi traverten taşından, Rönesans üslubunda yapılmış. Bu üslubun bölgedeki en güzel örneklerinden biri. Bahçesinden kasabayı çok güzel bir açıdan seyredebiliyorsunuz.

RÖNESANS KÖYÜ PIENZA

Montepulciano’ya 12 kilometre uzaklıktaki küçük ve şirin bir kasaba Pienza. Yemyeşil bir vadiyle çevrilmiş, düzenli,
Toscana’da kış romantizmi
              Pienza
çiçeklerle süslenmiş. Halkı güleryüzlü. Eski ismi Corsignano, 1459’da değiştirilmiş. Sadece 2150 kişi yaşıyor. İyi korunması sayesinde 1996’da UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesine girmiş. Burada doğan ve 1458’de papa seçilen, hümanist bilim adamı ve filozof 2. Pius sayesinde gelişmiş. Şehir planlaması insanlara önem veren bir yapıya sahip. Bu yaklaşım daha sonra tüm İtalya ve Avrupa da yayılmış. Tüm sokakları, katedral, papa için rezidans, saray ve belediye binasının bulunduğu merkezine açılıyor. Meydanın asimetrisini güçlendirmek için bir de çeşme yapılmış. Üstündeki aile arması, daha sonra tüm Toskana çeşmelerine örnek olmuş.

Pienza küçük, şirin düzenli bir köy. Temiz çiçekli sokaklara ve bölgenin güzel kırsal alanına bakan şahane bir manzaraya sahip. Güneşli bir kış sabahı, kilisenin arkasındaki surlardan, Toscana vadisinin huzur veren ve rahatlatan güzelliğini seyrettik. Sonra, Corso Rossellino üzerinde küçük bir kafede mola verdik. Espressomuzu içtikten sonra köyü ikiye bölen ana caddeden ilerledik. Pius öncesi Pienza’ya ait San Francesco kilisesini, ardından Piazza Dante’yi gezdik. Tüm sokaklara girip şehri gezmemiz üç saatimizi aldı. Köy çok küçük olduğu için haritalar aldatıcı olabiliyor. Duomo’su 1459’da mimar Rossellino tarafından yapılmış. Kilise 2.Pius’un ısmarladığı vitraylı pencerelerle aydınlanıyor. Papa katedralin hümanist çağı sembolize edecek (Domus Vitrea), yani cam ev olmasını istemiş. Duamo’nun yanındaki Palazzo Piccolomini Sarayı’nda 1968’e kadar kadar 2. Pius’un torunları oturmuş. Papanın özel eşyalarının bulunduğu yatak odası ve kütüphanesi halka açık. Sarayın arka tarafında revaklı bir avlu var. Bahçeye bakan üç katlı bir dinlenme locası da bulunuyor.

Pienza aynı zamanda bir tarım kasabası. Koyun sütüyle yapılan ünlü peynirleri Pecorino tüm dünyada biliniyor. Bu ürünlerin satıldığı pek çok dükkan var kasabada.

ŞARABIN BAŞKENTİ: MONTALCINO

5 bin nüfuslu Montelcino’ya yine güneşli bir kış sabahı vardık. Bağcılık ve şarapçılıkla geçinen köy, şarapları sayesinde turistlerin de gözdesi. İtalya’nın hatta pek çok kişi için dünyanın en güzel kırmızı şarabı Brunello di Montalcino bu köyde üretiliyor. Bölgedeki hemen tüm kasabalar şarap üretmesine rağmen Montalcino şarabının tadı ve lezzetindeki ahenk bir türlü izah edilemiyor. Köyün ikinci ünlü madalyalı şarabı ise Rosso di Montelcino.

Tepenin üzerine kurulmuş bu ortaçağ köyünün en yüksek yeri, 14. yy.’dan kalma Fortezza Kalesi. Köy de bu kalenin etrafında gelişmiş. Turumuza, kaleden ve 1571’de 1. Cosimo tarafından eklenen surlardan başladık. Bu noktadan Crete ile Val D’orcia’nın yeşil tepelerinin manzarası muhteşemdi. Çevrede yürürken küçük bir şarap dükkanı dikkatimizi çekti. Küçük köyün şarapçısı bizi şaşırtacak kadar geniş kava sahipti.

Köy tarihe 1555’te Siena Cumhuriyeti’nin son kalesi olarak geçmiş. Floransalıların kuşatmasına 4 yıl dayanmış. Bu yüzden, günümüzde düzenlenen törenlere Siena’daki Palio’dan önce Montalcino köyünden bayrak taşıyıcılar öncülük ediyor. Meryem Ana anısına düzenlenen Palio, Toscana bölgesinin en ünlü festivallerinden biri. Her yıl Siena’nın Campo Meydanı’nda 2 Temmuz (Ziyaret Yortusu) ve 16 Ağustos (Meryem’in göğe yükseliş günü) arasında gerçekleştiriliyor. Yarışmacılar eğersiz ata binerek hünerlerini gösteriyor. Kazananın ödülü bayrak. At yarışı sadece 90 saniye sürse de öncesindeki gösteriler, sonrasındaki kutlamalar haftalarca devam ediyor.

Kaleden sonra ana meydana, Piazza de Popolo’ya vardık. Belediye Sarayı (Palazzo Communale) ve yanındaki 13. yy’dan kalma antik kule bu meydanı süslüyor. Belediye sarayı şarap sergilerine ev sahipliği yapıyor. Hava soğumuştu, ısınmak için yakındaki 19. yy kalan Cafe Fiaschettaria’ya girdik. Birer fincan çay istedik. Dekorunu incelemeye başladık. Aynaları, klasik bar tezgahı göz alıcıydı. İçeride yıllanmış çok özel şarapların satıldığı bir özel bölüm bulunuyordu. Şarap fiyatlarını öğrendiğimizde, odada bir hazine bulunduğunu anladık. Toscana’nın zümrüt yeşili kırlarına ve tepelerine doyarak günü tamamladık.
Toscana’da kış romantizmi
San Gimignano


Son durağımız Toscana’nın en meşhur, en çok ziyaret edilen kasabası San Gimignano. Dükkanları, sanat galerileri, pek çok kafe ve restoranları ve seramik sanat atölyeleriyle dikkat çekiyor. Kasabanın siluetini 13. yy’dan kalma uzun kuleler oluşturuyor. 72 kuleden günümüze sadece 15’i kalmış. Bu penceresiz sade kuleler sahiplerinin servetinin sembolü olarak yapılmış, gerektiğinde savunma amacıyla da kullanılmış.

San Gimignano Roma ile kuzey arasındaki ticaret ve hac yolu olan via francigena üzerinde bulunuyordu. Konumu sayesinde ortaçağda çok gelişti. Veba salgını ve aristokratlar arasındaki çekişmeler yüzünden kasaba zayıf düştü. 1348’de Floransa’nın himayesine girdi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra turizm ve şarap üretimi sayesinde yıldızı tekrar parladı. Günümüzde 7 bin kişi yaşıyor. Kasaba, 1990’da UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine alınmış.

Otomobilimizi şehir surlarının dışındaki parklardan birine bıraktık. Güney kapısı Porta san Giovanni’den girdik. 1237’de yapılan kapı 1262’de güçlendirilerek ana surlara bağlanmış. Kışın ortası olmasına rağmen turistlerin çokluğu dikkatimizi çekti.

KİLİSE ŞARAP MAĞAZASI OLMUŞ

Kapıdan geçer geçmez karşımıza çıkan turistlik mağazalar Via san Giovanni boyunca sıralanmıştı. Ana caddeden kuzeye yürüdük. Artık ibadet amacıyla kullanılmayan San Francesco Kilisesi, yerel Vernaccia beyaz şaraplarının satış merkezi olmuş. Sağ ve sol yanımızda birbirinden güzel seramiklerin sergilendiği dükkanların vitrinlerine bakarak ilerledik. Caddenin sonunda bir ortaçağ kemeri vardı. Altından geçip güzel bir meydana vardık. Birbirine bağlı iki merkezi meydandan ilkinde, Piazza della Cisterna’da mola verdik, aynı adlı kafede oturup kış güneşinin tadını çıkardık. Yazdan kalma sıcacık bir gündü. Meydana adını ortasındaki kuyu vermiş. 1346’da Malavolti’nin yaptığı kuyu içme, temizlik, yangın söndürmede kullanılmış. Meydan farklı usluplarda saray ve yapılarla çevrili. Gotik stildeki Tortoli Sarayı ile Toscana mimarisinin örneklerinden Ridulfi ve Lotti sarayları uyum içinde. Meydan şehrin en eski sokağı Via del Castello’ya açılıyor. Biz, yakındaki Piazza del Duomo’ya geçiyoruz. Burada kasabanın iki önemli mekanı var. 10.yy’da yapılan Collegiata, bir zamanlar şehrin en büyük kilisesiymiş. Ön cephesi çok sade, içeri girdiğimizde muhteşem bir yapıya dönüşüyor. Tavanları altın yaldız, fresklerle kaplı. Eski ahitteki sahneler resmedilmiş. En ünlüsü Havva’nın Adem’in kaburga kemiğinden yaratılması sahnesi. Kilisenin bitişiğindeki müze 1311’de yapılan, 54 metrelik kulesiyle (Torre Grossa) turistleri çekiyor. Kuleden manzara enfes. Müzedeki bir resimde, Aziz Benedikt’in elinde görülen kasabanın silüeti neredeyse hiç değişmemiş.

Kuzeye doğru yola devam ettiğimizde Via san Matteo’ya ulaşıyoruz. Cadde boyunca sanat galerileri, antik kuyumcular, hediyelik eşya mağazaları, kafe, restoranlar sıralanmış. Caddeye adını veren kapıya kadar yola devam edip doğuya döndük. Şehrin en önemli yapılarından San Agostino karşımızdaydı. Yapının mimarı Vantivelli, dış cephesi son derece sade tasarlanmış yapının iç mekanlarına tezat yaratacak rokoko tarzını uygun görmüştü. Yorgunluğumuz atmak için küçük meydanlardan Piazza della Erba’daki bir kafeye oturduk. Mozerella, domates ve penne tattık. Yanında taze şarap ikram ettiler. Üstüne kahvemizi de içince kendimize geldik. Dönüşte, 1353’te yapılan Rocca’ya (kale) çıktık. Manzara nefisti. Soğuğa rağmen ressamlar toplanmıştı kalede. Tuvallerine aktarıyorlardı ölümsüz manzarayı. Haksız sayılmazlardı, bu manzarayı hafızamıza kazımak için defalarca gelmeye değerdi Toscana’ya.
False