Tokat’ta zambaklar kışın da açar
Pastırma yazından kalma günler yaşanıyordu geçen hafta Tokat’ta. Zaten kar geçen yıl birkaç günlüğüne uğramış, bir daha dönmemişti. Oysa ben beyaz zambaklar şehrinin kışını görmek istemiştim... Pırıl pırıl güneşli günlerde tarihi sokaklarında yürüdüm. Birbiri ardına restore edilip açılan tarihi binalarını gezdim. Ve Tokat’ı tarihi yapıların çiçek gibi açtığı zambak bahçesine çevirme çabasına tanık oldum.
Devegörmez Mahallesi’nin üstlerindeki üç katlı, görkemli konağa vardığımda kış güneşi en yüksek noktasına varmıştı. Behzat Deresi’nin yanı başındaki tarihi Mevlevihane’yi, arkasında restore edilmiş büyük konakların sıralandığı Bey ve Bey Hamamı sokaklarını gezip tepeye doğru tırmanırken kendimi Atatürk Evi’nin önünde bulmuştum. Başımı kaldırıp üst katlara baktım, bembeyaz boyalı konak masmavi gökyüzünün altında 200 yıl önceki kadar canlı, güzel görünüyordu. Çevredeki tek ses, karşı köşedeki Gazipaşa İlköğretim Okulu’ndan gelen neşeli çocuk çığlıklarıydı. Yüksek tepelerin arasında, avuç içine sığdırılmış vahayı andıran şehir ayaklarımın altındaydı. Tokat Kalesi, geçmişte develerin geçtiği kervan yolu karşı yamaçlarda kalmıştı.
AYNADAKİ LATİFE HANIM
Tarihi saat kulesi Sultan II. Abdülhamit’in tahta çıkışının 25’inci yıldönümünde (1902) Mutasarrıf Bekir Paşa ile Belediye Başkanı Enver Bey’in çabaları ile yapılmıştır.
Yedi yıl önce müzeye dönüştürülen Süsoy Konağı’nın giriş katını gezip, dehlizi andıran merdivenden yukarı çıktım. İki ay önce göreve başlayan müze bekçisi, peşime takılmış, gönüllü rehberlik yapıyordu. Üst kattaki yüksek tavanlı geniş salonun ortasına bakırdan büyük bir Tokat paşa mangalı oturtulmuştu. Tavandaki oyma süslemeler Latifoğlu Konağı’ndaki kadar büyüleyici olmasa da kayda değerdi. Bahçeye bakan pencerenin önüne 6 kişilik uzun yemek masası yerleştirilmişti. Masa itibarlı bir konuğu bekliyormuşçasına özenle donatılmıştı: Zarif iki gaz lambası, porselen tabaklar, dantelli peçeteler, gümüş çatal-bıçaklar... Şamdana dayalı plakayı okudum: “Atatürk’ün Yemek Yediği Masa.” Evet, Mustafa Kemal, 1919’dan 1930’a kadar tam 6 kez Tokat’tan gelmiş, Çanakkale’deki kurmay subayı Mustafa Vasfi Süsoy’un evinde konaklamıştı. “Masadakiler Atatürk’ün kullandığı orijinal yemek takımıdır” dedi gönüllü rehberim. 1924 Eylülü’nde yaşanan, Atatürk’ün meşhur sözüyle hafızalara kazınan o trajik tartışmayı anlatmaya başladığında ‘Atatürk’ün Odası’nı geziyordum...
Kenti ikinci ziyaretinde Latife Hanım’la gelmişti Mustafa Kemal. İki gün kalacaktı. İlk gece bu sofrada kentin ileri gelenleriyle sohbete dalmıştı. Latife Hanım birkaç kez saat konusunda eşini uyardıktan sonra odasına çekilmiş, ardından sofraya dönüp tepkisini çok sert şekilde ifade etmişti: “Saat 3 oldu Mustafa!” Ardından ayaklarını yere vurarak üst kata çıkmıştı. “Ben savaşta orduları yönettim, bu kadını yönetmeyi başaramadım” sözü işte bu tavra gösterilen tepkiydi. Bunu duyan Latife Hanım korumalarıyla köşkü terk etmiş, Gazi bir sonraki durağı Erzurum’dan Ankara’daki İsmet Paşa’ya boşanma kararını telgrafla bildirmişti.
Öyküyü dinlerken gözüm salonun duvarına, altın rengi çerçevedeki aynaya takıldı. Sırları yer yer dökülmüştü. Salona, sofraya bir de aynadan baktım. 90 yıl önce, o gece aynaya yansıyan görüntüleri hayal ettim. Bir mucize olsa, aynadan geçip 1924’ün Tokatı’na ışınlansaydım nasıl bir şehirle karşılaşırdım acaba?
Süsoy Konağı ya da bugünkü ismiyle Atatürk Evi ve Etnografya Müzesi’ne gelirken yanından geçtiğim pırıl pırıl restore edilmiş Mevlevihane, arkasındaki Bey ile Bey Hamamı sokaklarındaki görkemli girişleriyle dikkat çeken konaklar, restorasyon geçirmiş çehreleriyle gülümseyen tarihi evler, Selçuklu eserlerinin sıralandığı Sulu Sokak, yanı başındaki Yahudi Mahallesi o yıllarda nasıl görünüyordu?
ÜNVER'İN İNFİALİ
Atatürk bu sofrada Latife Hanim ile tartışmış ve boşanmaya karar vermişti.
Tokat, 19’uncu yüzyıla kadar Anadolu’da batıdan doğuya, kuzeyden güneye uzanan ticaret yollarının yegâne kesişme noktası, önemli durağıydı. Bu nedenle 20’nci yüzyıl öncesinde, Evliya Çelebi’den Fransız botanikçi Joseph de Tournefort’a pek çok gezgin kente uğramış, izlenimlerini yazmış, resimler çizmişti. Kentin neredeyse her müzesinde bağışladığı eserlere rastladığım gıda toptancısı, yerel tarih araştırmacısı Hasan Erdem “148 seyahatname ve diplomasi belgesinde Tokat’ın anlatıldığını tespit ettim” diyordu. Hatta Richard Van Lennep’in 1870’te Amerika’da basılan ‘Anadolu’nun Az Bilinen Bölümlerinde Seyahatler’ini bulmuş, tercüme ettirmiş, yayımlatmaya hazırlanıyordu. “Lennep, 675 sayfadan 400’ünde Tokat’ı anlatıyor” diyordu Erdem. Ben sadece birkaç seyahatnameyi okumuştum. Fakat 20’nci yüzyılın ilk yarısıyla ilgili rastladığım tek kaynak Agop Arslanyan’ın müthiş bir Tokat sevgisiyle kaleme aldığı anılarıydı: ‘Benim Adım Agop, Memleketim Tokat.’ İmdadıma yine Erdem yetişti. 1962 Mayısı’nda şehirde iki gün geçiren ünlü kültür adamı, Doktor Süheyl Ünver’in Hür Vatan’da yayımlanmış yazısını verdi.
Ünver, gördükleri karşısında hayret etmiş ve ardından infiale kapılmıştı. “Meğer Tokat ne imiş” diyordu ‘Tokat Abideleri’ başlıklı yazısında: “İstanbul, Bursa, Edirne’de bulunmayan en güzel eserler Tokat’ta. Selçuklu’yla Osmanlı adeta yarışa girmiş...” İnfialinin sebebi ise nadide Selçuklu eserlerine taşocağı muamelesi yapılması, Taşhan gibi önemli bir yapının keyfi kararlarla kısmen yıkılmak istenmesi, tüm tarihi yapıların tehdit altında olmasıydı... Ünver’in yazısı ve Taşhan’ı gördüğünde fenalık geçiren yol arkadaşı, sanat tarihçisi Ali Saim Ülgen’in çabalarıyla birçok bina yıkılmaktan kurtulmuştu.
BAHÇENİN ÇİÇEKLERİ ARTIYOR
Bey Sokağı ve tarihi saat kulesi
1980’lerde Gök Medrese, Latifoğlu Konağı’yla başlatılan restorasyon çalışmaları 2000’de Tarihi Kentler Birliği ve ÇEKÜL Vakfı’nın devreye girmesiyle hızlanmış, son 10 yılda ise şehrin kısmen de olsa geçmişin güzel çehresine bürünmesini sağlamış. Şehir beyaz zambağını simgeye dönüştürmüş. Ana caddesini boydan boya beyaz zambak görünümlü elektrik direkleriyle ışıklandırmış. Restore edilip kültürel işlev kazandırılan her yapı Tokat’ın zambak bahçesine ekleniyor. 800 adımda cami, bedesten, han, türbelerle Selçuklu’dan Osmanlı’ya Anadolu’nun 800 yıllık mimari tarihinin görülebildiği Sulu Sokak, yanı başındaki yazmacılık merkezi Yahudi Mahallesi, yerel el sanatları merkezine dönüşen Taş Han, Celâleddîn-i Rûmi hayattayken açılan 4 Anadolu Mevlevihanesinden biri olan Tokat Mevlevihanesi, bu yapının arkasındaki Bey ve Bey Hamamı sokakları... İşte tüm bunlar gittikçe büyüyen zambak bahçesinin şehre yayılan parçaları...
Ne demiştik, Tokat’ta beyaz zambaklar kış dahil, dört mevsim açar...
Tokat Müzesi’ndeki parmak boyutundaki 2000 yıllık Poseidon heykelciği