GeriSeyahat Terkedildiği için hüzünlü gün batımıyla muhteşem KARİNA
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Terkedildiği için hüzünlü gün batımıyla muhteşem KARİNA

Terkedildiği için hüzünlü gün batımıyla muhteşem KARİNA

Karina, Ege’de Dilek Yarımadası Milli Parkı içinde kalan küçük ve eski bir Rum köyü. İçinde terk edilmiş eski gümrük binaları, sadece ikisinin bacası tüten eski taş evler var. Aslında, Karina bir kuş gölü olarak bilinen Dil Gölü’nün eski ismi. Aydın’ın Söke ilçesine bağlı tarihi Priene kenti ile Güllübahçe yolunun ilerisinde, Tuzburgaz ve Atburgaz köylerinin hemen ardındaki son yerleşim yeri Rumların eskiden Domaçya dediği Doğanbey Köyü.

Rum mimarisinin en güzel örneklerini sergileyen açık hava müzesine benzeyen Doğanbey’in hemen yakınında bulunuyor Karina. Görmek isterseniz, Tuzburgazı girişinden sağa girip, hemen ilerideki ayrımdan Doğanbey Köyü yönüne sapmanız gerekiyor. Tuzburgazı - Doğanbey arası dört, Doğanbey - Karina arası ise sekiz kilometre. Hürriyet okuru, Kuşadalı Sevgi Has, Karina’da hissettiklerini yazdı.

Karina kaderine terk edilmiş eski Rum köylerinden biriydi. Değişimden sonra buraya yerleşen Türkler ovada yaşamı tercih edince köy boşalmış, neredeyse kimsenin yaşamadığı bir yere dönüşmüştü.

Uzun yıllar boyu boş kalan yıkıntı evler yavaş yavaş yok oluyordu. O haliyle de esrarengiz, özgün, çekici, hele kızıl pembe yumuşak gün batımıyla muhteşem, fakat hüzünlüydü.

10-15 yıl önce yeniden hayat geldi. Bugün artık yeniden canlanmaya başlamış, tek tek restore edilen konaklarıyla yaşama açılmış, hüznün yerini sıcak bir neşe ve sevinç almış.

Köy, ortadaki geniş vadiyle ikiye ayrılıyor. Muhtemelen yağışlı mevsimde bir dere oluşuyor, üstündeki ufak köprü de iki yakayı buluşturuyor. Evlerin hepsi taştan yapılmış. Ufak köy meydanında şirin, mükemmel taş işçiliği ve süslemeleriyle, sanki minyatür bir kilise var. Önündeki büyük çınar ağacı da onu hem yıllarca korumuş, hem de
/images/100/0x0/55eb1ea8f018fbb8f8ac6f12
yalnızlığını paylaşmış gibi öylesine bütünleşmiş ki... Uzun yıllar evli çiftleri hatırlatıyorlar.

BİR MASALIN İÇİNDE

Köy denizden bir hayli yüksek bir yamaçta. Taş sokaklar, ufak bahçeli taş evler, bunları süsleyen yaşlı yeşil ağaçlar, hálá meyve veren incir ağaçları ilk bakışta dikkati çekiyor. Köyün içinde iki çeşme var. İkisi de sanki sanat eseri, sularının şifalı olduğuna inanılıyor.

Dolaşırken, hele de vakit günbatımına yaklaşıyorsa ruhunuzun uçuştuğunu sanıyorsunuz. Denizin üstündeki o günbatımı renklerini, sanki köyün üstüne de vuruyormuş gibi hissediyor, gerçeküstü aleme doğru sürükleniyorsunuz. Öyle bir alem ki burada tüm ilham perileri etrafınızı sarıyor, bir şeyler yazmak ya da yapmak için dayanılmaz istek duyuyorsunuz. Öyle bir alem ki sanki ruhunuz daha önceleri yaşayanların ruhlarıyla birleşiyor, güçleniyor, imkansızı başarabilirim diyorsunuz. Öylesine büyüleyici bir alem ki bir masalın içine girmiş, orada yaşıyormuşsunuz gibi hafifliyorsunuz. Sonra bir kuş sürüsü havalanıyor ağaçların üstünden. Denizde günün moraran son pembeliğine doğru, siz de uçuyorsunuz.

Bir semte, köye kişiliğini veren, sesi ve kokusudur. Henüz burada tam olarak insan yaşamı kokusu yok. Ne pişen ekmeklerin ne de ateşin kokusu. Sadece incir ağaçlarının, ardıçların, otların kokusu var. Duyulan sadece kuş kanatlarının ve böceklerin sesi. Hayal ederseniz, bunların derenin sesiyle mükemmel bütünleştiğini anlıyorsunuz.

GEÇMİŞ VE GELECEK

Kediler öyle çok ki... Sarı, siyah, beyaz, tekir, cins cins, hepsi tombul ve sevgi dolu, dost. Kıskanıyorum onları. Dolaşırken yalnız bırakmıyorlar bizi. Hayal ediyorum eskiyi, yüzyıl öncesini, yapılan yemekleri, üretilen üzümleri... Düşünüyorum kimbilir şarapları ne kadar lezzetliydi. Kimbilir düğünlerinde nasıl eğlenilirdi. Belki sabahlara kadar sürerdi eğlenceler. Peki dere nasıldı, böyle kuru muydu? Belki gürül gürül akıyordu, balıklar bile yaşıyordu. Çok mutlular mıydı acaba?

Köyde şimdilerde sürekli olarak sadece iki aile yaşamakta. Birine misafir oluyoruz. Yalnız, fakat çok mutlular. Kedileri de onlar gibi dost canlısı. Huriler gelmiş akşam vakti, diyerek kabul ediyorlar bizi. Çorba ikram ediyorlar. 14 yıldır yaşıyorlarmış burada. Yaşayan diğer aile ise mimarmış. Başka mülk sahiplerinden bahsediyorlar. Onlar sürekli kalmıyorlarmış.

Karina sahilinde balıkçılık yapılıyor. İniyoruz. Bir iskele ve gerisinde oldukça büyük bir balıkçı kulübesi var. Denizde çok sayıda balıkçı teknesi görünüyor. Kayığını dolduran yanaşıyor iskeleye ve boşaltıyor yükünü. Kulübenin zemini hálá oynayan çeşit çeşit balıklar ve ahtapotlarla dolu. Öyle inanılmaz bir görüntü ki, başkası anlatsa herhalde abartıyor diye düşünürdüm doğrusu.

Artık gün iyice karardı. Dönmek lazım. Bu kez 20 yıl sonrasını hayal ediyorum. Belki de ressamların, şairlerin, bestekarların, düşünürlerin sürekli olarak yaşadıkları, ürettikleriyle burada ışıklar yaydıkları bir yer olabileceğini düşünüyorum. Mutluluk veriyor bana bu hayalim; yakışıyor buraya. Güzelliklerin olduğu ve doğduğu yerlere...
False