Cem KOZLU
Son Güncelleme:
Süratle sükûnetin buluşması JAPONYA
Japonya, tarihi, kültürü, doğası, bilim ve teknolojideki ağırlığı ve dünya ekonomisindeki yeri itibariyle tanınması, gezilmesi görülmesi gerekli bir ülke. Türkiye’nin yüzölçümünün yaklaşık yüzde 46’sı büyüklüğündeki 3900 adada yaşayan 130 milyon kişi dünyanın ABD’den sonraki en güçlü ikinci ekonomisini döndürmekte. Bir hafta boyunca dakika tehir yapmadan saatte 250-300 km süratle bizi ülkenin değişik köşelerine taşıyan "Şinkansen" (mermi) trenleri bu gücün önemli simgelerinden biri.
DÜNYANIN EN BÜYÜK BALIK BORSASI
THY ile 10 saatlik çok rahat bir uçuştan sonra geldiğimiz Tokyo’daki ilk günümüze sabah saat 6.30’da Tsukiji Balık Pazarı’nda başladık. En az bir futbol sahası büyüklüğündeki kapalı alana sahip bu dünyanın en aktif ve en büyük balık borsası güne tanesi 300 kg’a kadar çıkan ton balıkları ve diğer deniz ürünlerinin açık artırmasıyla başlıyor. Bin bir tür yosundan ton çeken orkinoslara kadar görebileceğiniz en geniş deniz ürünleri yelpazesini barındıran pazarda müzayededen sonra toptancı, restoran ve perakendecilere satışlar başlıyor.
Malları taşıyan LPG motorlu arabaları ayakta kullanan sürücülerin önceliği sürat, fotoğraf çeken turistler değil. Sırtınıza kazayla dev bir kılıçbalığının kılıcının saplanmasını istemiyorsanız çok dikkat etmelisiniz. Pazarın esnafına en iyi balıkçı lokantasını sorduk ve onların gösterdiği 4. Blok’taki restoranda taptaze deniz mahsullerinden oluşan enfes bir kahvaltı yaptıktan sonra çok yakındaki İmparatorluk Sarayı’na gittik.
İMPARATORUN VAHASINI GEZDİK
1868 Meiji Devrimi’ne kadar Japonya’ya egemen olan feodal Tokugava şogunlarının kullandığı Edo Kalesi, devrimden sonra Kyoto’dan Tokyo’ya gelen imparatorun sarayına dönüştürülmüş. Senenin iki özel günü dışında ancak bahçelerini gezmek mümkün. 14 milyonluk kentin göbeğindeki bu vahayı gezerken baş döndürücü tempodan uzaklaşıp imparatorun ülkenin yaşamındaki önemini değerlendirme fırsatı bulabilirsiniz.
YASUKİNİ TAPINAĞINI GÖRDÜK
Aynı bölgedeki Yasukuni Tapınağı ülkenin tüm savaşlardaki şehitlerine adanmış. Bu tapınak Japonya’nın günümüzdeki bazı çok önemli siyasi çekişmelerinin de aynası. Çünkü, söz konusu savaşlardan bazıları kanlı bir yayılmacılığın ürünü. Örneğin, Mançurya’nın 1931’deki işgali ve 1937’deki Nanking katliamı. İktidardaki Liberal Demokrat Parti’nin muhafazakar kanadı Yasukuni’yi yüceltirken sol kanat ülkenin daha barışçı politikalar ve simgeleri vurgulamasını talep ediyor.
SUMİDA NEHRİ’NDEN ŞEHRE BAKTIK
Tapınağın yanındaki Yuşukan Askeri Müzesi 20. yüzyıl Japon tarihini belli bir açıdan da olsa çok etkin biçimde sergiliyor. Müzenin kafeteryasında Japon bahriyelilerinin körili karavanasını tattıktan sonra Asakusa Mahallesi’ne yöneldik. Eski bir işçi ve eğlence semti olan bölge ucuz mallarla hatıra eşyası satan dükkanlar ve ayaküstü yemek yenebilecek büfelerle dolu.
Kısa bir yürüyüşten sonra Sumida Nehri’nde gezinti yaptık. Rotamız, Tokyo’nun silueti, köprüleri, kanalları ve kentin denizle ilişkisi hakkında iyi bir fikir verdi. II. Dünya Savaşı’nda Amerikan napalm bombalarıyla tamamiyle kül haline gelmiş eski ve ahşap Tokyo’nun yerinde savaş sonrası yükselen depreme dayanıklı kagir binalar belli bir mimari bütünlük veya başarılı bir kent planlamasını yansıtmıyor. Bu nedenle Tokyo’nun silueti boyutlarının dışında etkileyici değil.
GÜNÜ ROPPONGİ’DE BİTİRDİK
Nehir gezisini tamamladıktan sonra lüks markaların satıldığı ünlü Ginza bölgesinde yürüyüp çabucak karnımızı doyurduktan sonra günü daha çok "gaijin" diye adlandırılan yabancıların devam ettiği Roppongi Eğlence Mahallesi’nde bitirdik.
Bu hızlı ve zevkli Tokyo turunu bir güne sığdırabilmenin sırrı dünyanın en gelişmiş, dakik ve temiz Tokyo metro sistemi. Kendisi ülkenin başlı başına görülmesi gereken bir kurumu. Birçok aktarmanın yapıldığı Şinjuku istasyonu dünyadaki en büyük ve yoğun raylı sistem istasyonu: Dokuz metro ve tren hattı burada kesiştiği gibi dev bir alışveriş merkezini de barındırıyor. Sistemin süratli, sessiz, rahat ve temiz vagonları her gün 19 milyon yolcuyu kentin dört bir köşesine taşıyor. İşe gidiş geliş geliş saatleri dışında vagonlarda oturacak yer bulunabiliyor. Yolcuların yaklaşık yarısı gazete veya kitap okuyor ya da müzik dinliyor. Diğer yarısı ise uyku ve kestirmenin çeşitli derece ve pozlarını sergiliyor. Yaşam ritmi nedeniyle uykusunu alamayan bir toplum görüyorsunuz. Vagon pencerelerindeki "Komşunuzu rahatsız etmemek için cep telefonlarınızla konuşmayın, sadece mesaj için kullanın" uyarılarına istisnasız herkes uyduğu için uykuya dalmak kolay.
Bir hafta boyunca sessiz, süratli, tertemiz Şinkansen trenlerini Japon Demiryolları’nın 332 YTL’lik pasosuyla kullandık. Bizi en konforlu biçimde uçuran THY’nin ekonomi sınıfı 2.273 YTL’den başlıyordu
KARDEŞİM JOHN GEZDİRDİ
Bir hafta boyunca bizim programımızı düzenleyen, rehberlik ve kardeşlik yapan John Junkerman, yapıtları Oscar Ödülü’ne aday gösterilmiş bir belgesel film yapımcısı. Eşi Kaoru Matsumoto da yazar. 27 yıldır Tokyo’da yaşayan John’ın yapıtları arasında "Hiroşima Duvar Resimleri", "Japon Bahçeleri", "Son Balıkçı" ve "Yeni Anayasa" gibi filmler var. 1963’ten beri kardeş yakınlığında olduğumuz John bana, oğlum Bülent ve yeğenim Ali Kozlu’ya ülkeyi hem bir Japon hem de hiçbir zaman yüzde 100 kabul edilemeyecek bir "gaijin" gözüyle anlattı, tanıttı, hissettirdi. Bizde bir an önce bu son derecede değişik ve zengin kültüre dönme arzusu uyandırdı. Ülkeden ayrılırken genç Ali Japonya’yı şöyle özetledi: "Tertip, temizlik, tarih, tapınak, teknoloji, tatami ve terlik."
BENZERSİZ BİR SANAT KOMPLEKSİ BENESSE
Naoşima Adası’na gelme nedenimiz dünyaca ünlü Benesse Sanat Evi müze kompleksini gezmekti. Binalar, yeşilin değişik tonlarını harmanlamış tepelerin arasına yerleştirilmişti. Çıplak betonun sadeliğini yontusal biçimde kullanan mimarların ustalığı ortadaydı. Andy Warhol, Jackson Pollock gibi ressamların tabloları ve James Turrel gibi sanatkarların enstalasyonları bunlarla birleşince ortaya gerçekten eşsiz bir müze kompleksi çıkmış. Hemen yakındaki köyde, üç-dört yüz yıllık köy evlerine yerleştirilen enstalasyonlarla otel kısmının bahçesindeki yapıtlar, sanat yelpazesini tamamlıyor. Otelin önündeki kumsalda güneşlenir veya iç denizin sıcak sularında yüzerken çok yakınınızdan sık sık geçen kosterler ve ufacık balıkçı tekneleri de insanı oyalıyor.
Adadaki 24 saat hepimizi çok dinlendirdi. İyi de oldu, çünkü ertesi gün feribot, otobüs, Şinkansen ve metroyla transferlerde hiç vakit kaybetmeden altı saatte Tokyo’ya ulaştığımızda otelimizin bulunduğu Şibuya (İstanbul’un Beyoğlu’su ile New York’un Times Square’i karışımı bir gençlik merkezi. Saçları uzun ve fönlü Japon erkekleri ve modayı önden takip eden orijinal kıyafetli Japon kızları burada gece eğleniyorlar) eğlence merkezinde biraz dolanacakenerjimiz vardı.
Japonya’nın kalbi Kyoto
Tokyo ne kadar tempoluysa, şogunların oturduğu başkentten imparatoru uzak tutmak için ikamete zorlandığı Kyoto da o kadar sakin ve huzur verici. Halkın "Japonya’nın kalbi" diye tanımladığı Kyoto’yu Amerikalılar 2. Dünya Savaşı’nda bombalamamış. Japon tarih ve kültürünün en önemli yapıtları bu sayede ayakta kalabilmiş. Kent günümüzde ülkenin en çok turist çeken merkezi.
Kyoto’dayken, tabanı hasırdan "taatmi"lerle kaplı ufacık odalarda, yere serilen "futon" şiltelerde uyunan "ryokan" denilen geleneksel otellerden Nishiyama’da kaldık. Kentin tam ortasından geçen Kamo Nehri’ne bakan bir terasta bağdaş kurup, Kyoto’ya özgü "kaiseki-ryori" mutfağının çok çeşitli türleri içeren ve kökeni çay seremonisine uzanan sunumunun tadını çıkardık.
Fuji Yanardağı’ndan sonra ülkenin en ünlü simgesi Altın ve Gümüş köşkleri, Nijo Kalesi’ndeki imparatorların sarayını ve Ryoanji kaya bahçesini gezdik.
İki binden fazla şinto ve budist tapınağının bulunduğu Kyoto’yu her yıl çoğunluğu Japon 30 milyon turist ziyaret ediyor. Bu turistlerin ilk uğrak yeri Altın Köşk 14. yüzyıldan kalma. Tamamını saran altın varak kaplamanın etrafını çeviren havuzcuğa yansıması, hele güneşin batışına denk gelirse nefes kesici. Çevredeki her ağaç, hatta çalı özenle dikilmiş, patika, taş özenle yerleştirilmiş. Altın Köşk’le (üstte) birleşip insanı düşünmeye, duaya, huşuya teşvik eden bir ortam yaratmakta. Kyoto’nun tarihsel yapıtlarını sadece görmek yeterli değil; onları hissetmek, onlarla beraber başka zaman ve dünyalara uzanıp Japonya’nın farklılıklarını idrak etmek gerek.
Zen felsefesi etrafında tasarlanmış Ryoanji’ye birkaç yüz metrekarelik bir kuru taş ve kaya bahçesi diye bakmak da mümkün, tüm evreni simgeleyen bir realite gibi görmek de. İlk şık da deklanşörünüze basıp geçebilir, diğerinde ilk defa hissettiğiniz bir düşünceler denizinde saatler geçirebilirsiniz. Aynı şekilde, 19. yüzyıl düşünürü Kitaro’nun kullanmaya başladığı Filozof Yolu sizi kentin ana caddelerinden birine götürebildiği gibi, bu çok zengin ve gizemli kültürün kıvrımlarına da taşıyabilir, hele yanınızda tartışabileceğiniz bir dostunuz varsa.
Ninjo Sarayı da yalın bir dekor içinde sade duvarları süsleyen doğa resimlerinin önünde çömelmiş şogun mankenleri, serin uzun koridorları, bitki, kaya ve suyu armonize eden bahçeleriyle sizi 17. yüzyılın feodal savaşlarıyla dolu ortamına ve ondan esinlenmiş Akira Kurosava filmlerinin samuray sahnelerine taşıyabilir.
HİROŞİMA’DAKİ DUYGULAR
Tarihteki ilk atom bombasının Hiroşima’nın tepesinde patladığı 6 Ağustos’un 62. yıldönümü anma törenini izledik. 140 bin vücudu buharlaştıran, kavuran, yok eden, kalanların birçoğunu da yıllar boyunca radyasyona bağlı hastalıklarla kıvrandıran bu trajedinin yeni bir belgeseli "Beyaz Işık, Siyah Yağmur"un da ilk gösterimine katıldık ve Hiroşima Müzesi’ni gezdik. Barış Parkı’nı dolduran 40 bin kişi saygı duruşundayken, bir Amerikan B-29 uçağından salıverilen cehennemin patlama anı olan 8.30’da çalınan gong sesleri ve özgürlüğe bırakılan binlerce beyaz güvercinin oluşturduğu psikolojik ortamın bilediği duyguları anlatmak da unutmak da imkansız.
THY ile 10 saatlik çok rahat bir uçuştan sonra geldiğimiz Tokyo’daki ilk günümüze sabah saat 6.30’da Tsukiji Balık Pazarı’nda başladık. En az bir futbol sahası büyüklüğündeki kapalı alana sahip bu dünyanın en aktif ve en büyük balık borsası güne tanesi 300 kg’a kadar çıkan ton balıkları ve diğer deniz ürünlerinin açık artırmasıyla başlıyor. Bin bir tür yosundan ton çeken orkinoslara kadar görebileceğiniz en geniş deniz ürünleri yelpazesini barındıran pazarda müzayededen sonra toptancı, restoran ve perakendecilere satışlar başlıyor.
Malları taşıyan LPG motorlu arabaları ayakta kullanan sürücülerin önceliği sürat, fotoğraf çeken turistler değil. Sırtınıza kazayla dev bir kılıçbalığının kılıcının saplanmasını istemiyorsanız çok dikkat etmelisiniz. Pazarın esnafına en iyi balıkçı lokantasını sorduk ve onların gösterdiği 4. Blok’taki restoranda taptaze deniz mahsullerinden oluşan enfes bir kahvaltı yaptıktan sonra çok yakındaki İmparatorluk Sarayı’na gittik.
İMPARATORUN VAHASINI GEZDİK
1868 Meiji Devrimi’ne kadar Japonya’ya egemen olan feodal Tokugava şogunlarının kullandığı Edo Kalesi, devrimden sonra Kyoto’dan Tokyo’ya gelen imparatorun sarayına dönüştürülmüş. Senenin iki özel günü dışında ancak bahçelerini gezmek mümkün. 14 milyonluk kentin göbeğindeki bu vahayı gezerken baş döndürücü tempodan uzaklaşıp imparatorun ülkenin yaşamındaki önemini değerlendirme fırsatı bulabilirsiniz.
YASUKİNİ TAPINAĞINI GÖRDÜK
Aynı bölgedeki Yasukuni Tapınağı ülkenin tüm savaşlardaki şehitlerine adanmış. Bu tapınak Japonya’nın günümüzdeki bazı çok önemli siyasi çekişmelerinin de aynası. Çünkü, söz konusu savaşlardan bazıları kanlı bir yayılmacılığın ürünü. Örneğin, Mançurya’nın 1931’deki işgali ve 1937’deki Nanking katliamı. İktidardaki Liberal Demokrat Parti’nin muhafazakar kanadı Yasukuni’yi yüceltirken sol kanat ülkenin daha barışçı politikalar ve simgeleri vurgulamasını talep ediyor.
SUMİDA NEHRİ’NDEN ŞEHRE BAKTIK
Tapınağın yanındaki Yuşukan Askeri Müzesi 20. yüzyıl Japon tarihini belli bir açıdan da olsa çok etkin biçimde sergiliyor. Müzenin kafeteryasında Japon bahriyelilerinin körili karavanasını tattıktan sonra Asakusa Mahallesi’ne yöneldik. Eski bir işçi ve eğlence semti olan bölge ucuz mallarla hatıra eşyası satan dükkanlar ve ayaküstü yemek yenebilecek büfelerle dolu.
Kısa bir yürüyüşten sonra Sumida Nehri’nde gezinti yaptık. Rotamız, Tokyo’nun silueti, köprüleri, kanalları ve kentin denizle ilişkisi hakkında iyi bir fikir verdi. II. Dünya Savaşı’nda Amerikan napalm bombalarıyla tamamiyle kül haline gelmiş eski ve ahşap Tokyo’nun yerinde savaş sonrası yükselen depreme dayanıklı kagir binalar belli bir mimari bütünlük veya başarılı bir kent planlamasını yansıtmıyor. Bu nedenle Tokyo’nun silueti boyutlarının dışında etkileyici değil.
GÜNÜ ROPPONGİ’DE BİTİRDİK
Nehir gezisini tamamladıktan sonra lüks markaların satıldığı ünlü Ginza bölgesinde yürüyüp çabucak karnımızı doyurduktan sonra günü daha çok "gaijin" diye adlandırılan yabancıların devam ettiği Roppongi Eğlence Mahallesi’nde bitirdik.
Bu hızlı ve zevkli Tokyo turunu bir güne sığdırabilmenin sırrı dünyanın en gelişmiş, dakik ve temiz Tokyo metro sistemi. Kendisi ülkenin başlı başına görülmesi gereken bir kurumu. Birçok aktarmanın yapıldığı Şinjuku istasyonu dünyadaki en büyük ve yoğun raylı sistem istasyonu: Dokuz metro ve tren hattı burada kesiştiği gibi dev bir alışveriş merkezini de barındırıyor. Sistemin süratli, sessiz, rahat ve temiz vagonları her gün 19 milyon yolcuyu kentin dört bir köşesine taşıyor. İşe gidiş geliş geliş saatleri dışında vagonlarda oturacak yer bulunabiliyor. Yolcuların yaklaşık yarısı gazete veya kitap okuyor ya da müzik dinliyor. Diğer yarısı ise uyku ve kestirmenin çeşitli derece ve pozlarını sergiliyor. Yaşam ritmi nedeniyle uykusunu alamayan bir toplum görüyorsunuz. Vagon pencerelerindeki "Komşunuzu rahatsız etmemek için cep telefonlarınızla konuşmayın, sadece mesaj için kullanın" uyarılarına istisnasız herkes uyduğu için uykuya dalmak kolay.
Bir hafta boyunca sessiz, süratli, tertemiz Şinkansen trenlerini Japon Demiryolları’nın 332 YTL’lik pasosuyla kullandık. Bizi en konforlu biçimde uçuran THY’nin ekonomi sınıfı 2.273 YTL’den başlıyordu
KARDEŞİM JOHN GEZDİRDİ
Bir hafta boyunca bizim programımızı düzenleyen, rehberlik ve kardeşlik yapan John Junkerman, yapıtları Oscar Ödülü’ne aday gösterilmiş bir belgesel film yapımcısı. Eşi Kaoru Matsumoto da yazar. 27 yıldır Tokyo’da yaşayan John’ın yapıtları arasında "Hiroşima Duvar Resimleri", "Japon Bahçeleri", "Son Balıkçı" ve "Yeni Anayasa" gibi filmler var. 1963’ten beri kardeş yakınlığında olduğumuz John bana, oğlum Bülent ve yeğenim Ali Kozlu’ya ülkeyi hem bir Japon hem de hiçbir zaman yüzde 100 kabul edilemeyecek bir "gaijin" gözüyle anlattı, tanıttı, hissettirdi. Bizde bir an önce bu son derecede değişik ve zengin kültüre dönme arzusu uyandırdı. Ülkeden ayrılırken genç Ali Japonya’yı şöyle özetledi: "Tertip, temizlik, tarih, tapınak, teknoloji, tatami ve terlik."
BENZERSİZ BİR SANAT KOMPLEKSİ BENESSE
Naoşima Adası’na gelme nedenimiz dünyaca ünlü Benesse Sanat Evi müze kompleksini gezmekti. Binalar, yeşilin değişik tonlarını harmanlamış tepelerin arasına yerleştirilmişti. Çıplak betonun sadeliğini yontusal biçimde kullanan mimarların ustalığı ortadaydı. Andy Warhol, Jackson Pollock gibi ressamların tabloları ve James Turrel gibi sanatkarların enstalasyonları bunlarla birleşince ortaya gerçekten eşsiz bir müze kompleksi çıkmış. Hemen yakındaki köyde, üç-dört yüz yıllık köy evlerine yerleştirilen enstalasyonlarla otel kısmının bahçesindeki yapıtlar, sanat yelpazesini tamamlıyor. Otelin önündeki kumsalda güneşlenir veya iç denizin sıcak sularında yüzerken çok yakınınızdan sık sık geçen kosterler ve ufacık balıkçı tekneleri de insanı oyalıyor.
Adadaki 24 saat hepimizi çok dinlendirdi. İyi de oldu, çünkü ertesi gün feribot, otobüs, Şinkansen ve metroyla transferlerde hiç vakit kaybetmeden altı saatte Tokyo’ya ulaştığımızda otelimizin bulunduğu Şibuya (İstanbul’un Beyoğlu’su ile New York’un Times Square’i karışımı bir gençlik merkezi. Saçları uzun ve fönlü Japon erkekleri ve modayı önden takip eden orijinal kıyafetli Japon kızları burada gece eğleniyorlar) eğlence merkezinde biraz dolanacakenerjimiz vardı.
Japonya’nın kalbi Kyoto
Tokyo ne kadar tempoluysa, şogunların oturduğu başkentten imparatoru uzak tutmak için ikamete zorlandığı Kyoto da o kadar sakin ve huzur verici. Halkın "Japonya’nın kalbi" diye tanımladığı Kyoto’yu Amerikalılar 2. Dünya Savaşı’nda bombalamamış. Japon tarih ve kültürünün en önemli yapıtları bu sayede ayakta kalabilmiş. Kent günümüzde ülkenin en çok turist çeken merkezi.
Kyoto’dayken, tabanı hasırdan "taatmi"lerle kaplı ufacık odalarda, yere serilen "futon" şiltelerde uyunan "ryokan" denilen geleneksel otellerden Nishiyama’da kaldık. Kentin tam ortasından geçen Kamo Nehri’ne bakan bir terasta bağdaş kurup, Kyoto’ya özgü "kaiseki-ryori" mutfağının çok çeşitli türleri içeren ve kökeni çay seremonisine uzanan sunumunun tadını çıkardık.
Fuji Yanardağı’ndan sonra ülkenin en ünlü simgesi Altın ve Gümüş köşkleri, Nijo Kalesi’ndeki imparatorların sarayını ve Ryoanji kaya bahçesini gezdik.
İki binden fazla şinto ve budist tapınağının bulunduğu Kyoto’yu her yıl çoğunluğu Japon 30 milyon turist ziyaret ediyor. Bu turistlerin ilk uğrak yeri Altın Köşk 14. yüzyıldan kalma. Tamamını saran altın varak kaplamanın etrafını çeviren havuzcuğa yansıması, hele güneşin batışına denk gelirse nefes kesici. Çevredeki her ağaç, hatta çalı özenle dikilmiş, patika, taş özenle yerleştirilmiş. Altın Köşk’le (üstte) birleşip insanı düşünmeye, duaya, huşuya teşvik eden bir ortam yaratmakta. Kyoto’nun tarihsel yapıtlarını sadece görmek yeterli değil; onları hissetmek, onlarla beraber başka zaman ve dünyalara uzanıp Japonya’nın farklılıklarını idrak etmek gerek.
Zen felsefesi etrafında tasarlanmış Ryoanji’ye birkaç yüz metrekarelik bir kuru taş ve kaya bahçesi diye bakmak da mümkün, tüm evreni simgeleyen bir realite gibi görmek de. İlk şık da deklanşörünüze basıp geçebilir, diğerinde ilk defa hissettiğiniz bir düşünceler denizinde saatler geçirebilirsiniz. Aynı şekilde, 19. yüzyıl düşünürü Kitaro’nun kullanmaya başladığı Filozof Yolu sizi kentin ana caddelerinden birine götürebildiği gibi, bu çok zengin ve gizemli kültürün kıvrımlarına da taşıyabilir, hele yanınızda tartışabileceğiniz bir dostunuz varsa.
Ninjo Sarayı da yalın bir dekor içinde sade duvarları süsleyen doğa resimlerinin önünde çömelmiş şogun mankenleri, serin uzun koridorları, bitki, kaya ve suyu armonize eden bahçeleriyle sizi 17. yüzyılın feodal savaşlarıyla dolu ortamına ve ondan esinlenmiş Akira Kurosava filmlerinin samuray sahnelerine taşıyabilir.
HİROŞİMA’DAKİ DUYGULAR
Tarihteki ilk atom bombasının Hiroşima’nın tepesinde patladığı 6 Ağustos’un 62. yıldönümü anma törenini izledik. 140 bin vücudu buharlaştıran, kavuran, yok eden, kalanların birçoğunu da yıllar boyunca radyasyona bağlı hastalıklarla kıvrandıran bu trajedinin yeni bir belgeseli "Beyaz Işık, Siyah Yağmur"un da ilk gösterimine katıldık ve Hiroşima Müzesi’ni gezdik. Barış Parkı’nı dolduran 40 bin kişi saygı duruşundayken, bir Amerikan B-29 uçağından salıverilen cehennemin patlama anı olan 8.30’da çalınan gong sesleri ve özgürlüğe bırakılan binlerce beyaz güvercinin oluşturduğu psikolojik ortamın bilediği duyguları anlatmak da unutmak da imkansız.