Sultanım, doğum gününüzü kutlamaya gelmiştik
Ankaralı öğretmen okurumuz Berrin Köylü, geçen yaz Brunei Sultanı’nın dillere destan doğumgünü kutlamalarını izlemek için Borneo Adası’na gitti. Ramazan nedeniyle tarih değişmiş, kutlamalar ertelenmişti. Efsanelerin ardındaki gerçekleri gördü, izlenimlerini yazdı.
Dünyanın en zengin ikinci kralının 400 bin nüfuslu ufacık ülkesi, Türkiye’de temsilciliği olmadığından vize alımının zorlukları nedeniyle seyahat programlarımızda hep gerilerde kalıyordu.
Geçen yıl Sultan Hajı Hassanal Bolkıah’ın altın kaplamalı uçağıyla yaptığı Türkiye ziyareti ve vizelerin karşılıklı kaldırılmasıyla yolumuz açıldı. Negara Brunei Darussalam olan petrol zengini ülkeye doğru yola çıktık. 12 günlük gezi için Hong Kong üzerinden ülkeye ulaştık.
HAVAALANI DÖKÜLÜYOR
Majestelerinin 15 Temmuz’daki doğumgünü her yıl başkent Bandar Seri Begawan’da gösterişli törenlerle kutlanıyordu. Geçmişte Michael Jackson‘ın davet edildiği, 10 bin konuğun ağırlandığı dillere destan törenleri izlemek için yağışların azaldığı şubat, mart yerine en sıcak, yağmurlu mevsimde yola çıkmayı göze almıştık. Sultan ülkenin tüm petrol, doğal gaz kaynaklarının sahibiydi ve tuvaletleri altın kaplamalı 1800 odalı sarayda yaşıyordu.
Hong Kong’da bindiğimiz Brunei Kraliyet Havayolları uçağında rutin anonslardan önce Kuran okundu. Ve şeriatla yönetilen eski İngiliz sömürgesine hareket ettik. 2.5 saatlik yolculuktan sonra zenginliğin sınır tanımadığı sultanlığın başkentine ulaştığımızda, havaalanı tam bir hayal kırıklığıydı. En yoksul ülkelerde bile bundan çok daha iyilerini görmüştük. Neyse ki yenisi yapılıyordu.
Görevliler sakin ve kibardı. Kişi başı 8 TL (5 Brunei Doları) vize ücreti ödeyip giriş işlemlerimizi yaptırırken, iki kız kardeşin sultanın doğum günü kutlamalarını izlemek için gelmesine çok şaşırdılar. Ramazanla çakıştığı için eylüle ertelendiğini söylediler!
Taksiye 40 TL ödeyip, 10 dakika uzaklıkta, şehir merkezindeki otelimize ulaştık. Geniş otoyollar, lüks otomobiller ve birkaç iyi ev dışında ünlü zenginliği pek göremedik. Eşyalarımızı odaya bırakıp hemen sokağa çıktığımızda iftar saatiydi, sokaklar bomboştu.
ALTIN KUBBELER
Hemen yakınımızdaki Sultan Omar Ali Saifuddin Camii ışıklandırmasıyla muhteşem görünüyordu. 1958’de İngiliz ve İtalyan mimarların yaptığı, kubbesi som altından yapılan caminin minare külahları da altın kaplama. Brunei Nehri üzerindeki yapay bir gölün kıyısındaki caminin yanına 16’ncı yüzyıl kraliyet merasim kayığının benzerini yerleştirmişler. Işıklandırmasıyla göle yansıması çok etkileyici.
Müslüman olmamız ve kıyafetlerimizin uygunluğu sayesinde içeriye girmemize izin verdiler. Minarelerdeki asansörle şerefelere çıkmak serbest.
Sabah saat 8.00’de 21 pare top atışıyla doğum günü kutlanmaya başlandı. Kapımıza bırakılan 80 sayfalık İngilizce yerel gazetenin neredeyse tamamı Sultan’a kutlama ilanları ve haberlerine ayrılmıştı. TV’de sultan haberleri ve ramazan programlarından başka bir şey yoktu. O gün doğan 17 bebeğin ailelerine hediye verilmişti. Eylülde tören yapılacak alanda sadece top atışı yapan askerler vardı.
Kraliyet sarayı Istana Nurul İman’ın girişini görmek için (yılda 3 gün halka açık) bindiğimiz taksinin şoförü ülke gelirinin kraliyet ailesine aktığını, halkın yoksul olduğunu söyledi. Sultanın üç kez evlenmesi konu olunca, çok eşlilik için “hem masraflı hem de baş ağrısı, parayı eşit verebilirsin ama sevgiyi değil” dedi.
PETROL BİTİYOR SULTAN TURİZMCİ OLACAK
Tüm ülkede eğitim, sağlık hizmetleri, ilaç ücretsizmiş. Devlet okullarında İngilizce 5 yılda öğretilebilirken paralı özel okullarda birkaç ayda konuşmaya başlayabiliyorlarmış.
Ulaşımda toplu taşıma çok zayıf. Otobüs sayısı az. Terminal şehir merkezinde. Sultanın yaptırdığı 7 yıldızlı oteli görmek için bu terminalden 57 no’lu otobüse bindik. 4 kilometre için kişibaşı 1 Brunei Doları ödedik. Sultan, ülkenin başlıca gelir kaynağı gaz ve petrolün tükenmek üzere olduğunu görüp turizme yönelmiş. Deniz kıyısında Emperior Oteli yaptırmış. Yol boyu ormanlık içinde, petrol ve gaz endüstrisinden nasiplenen şanslı azınlığın güzel evleri sıralanmıştı. Mesai saati olmasına rağmen her evin bahçesinde 4’er 5’er dizilmiş lüks otomobiller görülüyordu. Otel gerçekten güzel ve çok büyük. Ama ramazan nedeniyle çok sakindi. Çoğunlukla dolu olmasına rağmen maliyetini çıkartabilmesi yakın zamanda mümkün görünmüyormuş. Şehir merkezine dönüşümüzde iftar yaklaşmıştı. Otobüs olmadığı için yarım saatten fazla taksi bekledik.
Merkezdeki Royal Regalia ve Brunei Müzeleri ülkenin ve kraliyet ailesinin tarihine meraklı olanlar için özenle yapılmış. El sanatları merkezinde kayda değer hiç bir şey yoktu.
Sultanın dillere destan doğum günü törenlerini göremesek de, uzun zamandır merak ettiğimiz Brunei en sevdiğimiz ülkeler listesinde yerini aldı. İstisnasız herkesin iyi İngilizce konuşması, yardımsever ve güleryüzlü olması kendimizi çok rahat hissetmemizi sağladı.
Yağmur ormanları, uzun burunlu maymunlarıyla da ilgi çeken ülkenin bugüne kadar dünyada sadece sultanıyla tanınmış olmasına pek anlam veremedik. 2006’da anayasaya “Sultan hata yapmaz” maddesinin eklendiğini düşünürseniz, durumu anlayışla karşılamak gerek...
Cami çıkışı sultanla karşılaştık
Otelde Sultan’ın öğle namazını kendi adını taşıyan camide kılabileceği, şanslıysak görebileceğimiz söylendi. Hemen camiye geçtik. Şanslı günümüzdü… Altın kaplama kubbesiyle gösterişli camide bizden başka sadece iki Çinli turist vardı. Dört bin kişilik camiye özel günlerde giyilen “Baju Malayu” kıyafetli insan seli geliyordu. Sultanın gireceği kapıya yakın beklerken güvenlik görevlilerince uyarıldık. Biraz sohbetten sonra, orada kalmamıza izin verdiler.
Üst düzey yöneticiler lüks makam araçlarıyla geliyordu. Biraz sonra Sultan Hajı Hassanal Bolkiah (adının tamamı çok uzun) yedi bin lüks otomobilinden birinin direksiyonunda çıka geldi. Yanında sadece birkaç polis eskortu vardı. Oğullarıyla yürüyen merdivenden çıktı. Biz de kadınlara ayrılan bölüme yönlendirildik. Salonu sadece TV ekranından görebiliyorduk. Çıkışta sorularımızı, üst düzey olduğunu tahmin ettiğimiz güvenlik görevlisine yönelttik. Bu arada güneşe karşı sarı şemsiyemizi açmıştık. Güvenlikçi kapatmamızı rica etti. Sarı kraliyet rengiydi, onların bulunduğu ortamda başkası kullanamazdı...
Çıkışta tekrar direksiyona geçen sultanın birkaç kare fotoğrafını çektik. Bizi fark etti ve gülümsedi. Camiden sonra en yeni, büyük AVM’yi ararken bir aile bizi otomobiline aldı, kapısına kadar bıraktı. AVM’de sadece ithal ürünler satılıyordu. Fakat kişibaşı yıllık ortalama geliri 40 bin dolar olan ülkeye göre, düşük kalitede mallarla doluydu. Ardından pazar yerlerini, seyyar restoranları gezdik. Çoğunluğun zenginlikten eşit pay almadığı aşikardı.
Su üstünde yaşıyorlar
Otelimizin yanında, kanal kıyısındaki pazarı gezip su üzerine kurulmuş köyleri görmek için bir tekneyle pazarlık yaptık. Kampong Ayer ismi verilen, nehre kazıklar üzerine inşa edilmiş yerleşimlerin 7-8’i başkent yakınındaydı. Ülkede çok sayıda su köyü varmış. Elektrik, su, okul, cami, itfaiye gibi bütün gerekli donanıma sahip olsalar da çoğu balıkçılıkla geçinen halkın yaşam şartları zor görünüyordu. Evlerin bazıları gerçekten yeni ve güzel ama çoğu yoksul. Bağlantı köprüleri yaklaşık 35 kilometreyi buluyormuş. Asya’nın Venedik’i diye tanıtılıyor. Teknecimiz de Kampong Ayer sakinlerinden, evinin yakınından geçerken eşini de aldık, alışverişe gidiyormuş şehir merkezine. Bütün evlerin iki kapısından biri yaya köprüsüne, diğeri iskeleye açılıyor. Ulaşım dolmuş teknelerle sağlanıyor. Gösterişli Tamoy Camii’nin bir kısmı evler gibi kazıklar üzerinde, diğer yarısı karada. Evlerden birisi birkaç gün önce bakımsızlıktan batmış. Ölen olmamış ama zaten az olan bütün varlıkları yok olmuş. Aynı gün gazete ve TV’lerdeki haberlerde mağdur aileye devlet yardımından bahsediliyordu.