Saffet Emre TONGUÇ
Son Güncelleme:
Sonbaharda görmeniz gereken beş Avrupa şehri
Ekim sonunda birkaç günlük kaçamak yapmayı düşünüyorsanız size beş önerimiz var. Adriyatik kıyısındaki Dubrovnik’te ortaçağ atmosferini yaşayacaksınız. Cebelitarık, bu mevsimde büyüleyici Akdeniz manzaraları sunuyor. Sonbaharda doğayla baş başa kalmak, uzun yürüyüşlere çıkmak istiyorsanız Vaduz size göre. Lubliyana ve Lüksemburg ise kültürle, müzikle iç içe bir sonbahar vaat ediyor.
Lubliyana’daki Grafik Sanatlar Bienali, bu alandaki dünyanın en büyük etkinliği ve 25 Ekim’e kadar devam edecek. 25 Ekim’de ayrıca Lubliyana Maratonu koşulacak. Lüksemburg Ulusal Tarih ve Sanat Müzesi’ndeki ünlü ressam Joseph Kutter’in sergisi ekim sonuna kadar açık, şehirdeki rock festivali kasımda sona eriyor.
LUBLİYANA (SLOVENYA)
Küçük, huzurlu, sevimli
260 bin nüfuslu, küçük ama çok sevimli bir şehir Lubliyana. Adeta masallardan çıkmış gibi. 1895’te yıkılan binaların yerine Art Nouveau tarzında yenileri yapılmış. Şehrin merkezi Lubliyana Nehri kıyısındaki Presernov Meydanı. Tiple Köprüsü’nün diğer tarafında ise eski şehir var. Meydanda göreceğiniz somon renkli bina Fransisken mezhebine aitMüjde Kilisesi. 1660’da yapılmış. Slovenlerin çok sevdiği romantik şair France Preseren (1800-1849) ulusal bilincin yerleşmesi için çaba sar fetmiş. Aşkı Julia Primic için unutulmaz şiirler yazmış. Adını taşıyan meydanda, anıtını da göreceksiniz.
Joze Plecnik (1872-1957) şehre kişiliğini kazandıran mimarlardan biri. Nehrin üzerindeki 1842’den kalma Tromostovje (Üçüz) Köprüsü’ne iki köprü daha ilave edip hoş bir görüntü yaratmış. Köprülerin üzerinde ve nehir boyunca haftanın son gününde pazar kuruluyor. Burada antika da satılıyor. Nehir üzerinde Plecnik’in yaptığı Merkez Çarşı’da mola vermeyi ihmal etmeyin. Üçüz Köprüsü’nün diğer yanında ise 18. yüzyıldan kalma St. Nicholas Katedrali (Stolnica Sv. Nikolaia) ve ejderhaları şehrin maskotu haline gelen Ejderha Köprüsü (Zmajski Most) var. Efsaneye göre Jason ve Argonotların lideri Altın Post’u çalıp Ljubljanica Nehri’ne gelmiş ve buradaki ejderhayı öldürmüş.
Prosernov Meydanı’ndan Miklosiceva cesta’ya giderken çok şık Art Nouveau binalar göreceksiniz. Özellikle 1 numaradaki Grand Union Hotel’e bir bakın. Ljubljana Üniversitesi binası Habsburg döneminde bölge parlamentosuymuş. Ünlü Lubliyana Filarmoni Orkestrası’nın binası ise 1898’den kalma. Cankarjev Dom şehrin kültürel merkezi olarak geçiyor.
En kolay yoldan fünikülerle çıkabileceğiniz Ljubljana Kalesi (Ljubljanski Grad) şehre tepeden bakıyor. 15. yüzyılda askeri maksatla kullanılan bir yer haline gelen kalenin avlusuna giriş ücretsiz. Şehirde keyifli bir yürüyüş için Tivoli Parkı’nı tercih edin. Ljubljana’yı iki saatte dolaşabilirsiniz.
NEREDE YENİR, İÇİLİR?
Balkan mutfağından burek (börek), cevapcici (köfte) ve raznjici (siş kebap) gibi lezzetler var. Sloven mutfağının ünlü yemeği zlikrofi, peynir ve domuz jambonuyla doldurulmuş bir mantı. Avusturya’da olduğu gibi bu ülkede de tatlı krep “palacinke” adını taşıyor. Cvicek ve Teran iyi kırmızı şaraplar, beyaz olarak Renksi, Rizling ve Sipon’u deneyebilirsiniz. Lasko ve Union ülkenin en iyi bira markaları. Yerel lezzetleri tadabileceğiniz esnaf lokantalarını seviyorsanız, Slovenska 38 adresindeki Sestica’ya (Tel: 242 08 50) uğrayabilirsiniz.
LÜKSEMBURG
Tarihin içinde yürüyeceksiniz
Lüksemburg Grand Düklüğü, Avrupa’nın en küçük ülkelerinden. Genişliği 57, uzunluğu 82 kilometre. Arden Kontu Siegfried, 963 yılında bugünkü Lüksemburg’un temellerini atmış. Başkent Lüksemburg’daki kale defalarca düşman saldırısına uğramış, yakılmış, yıkılmış. Yılmamış, her seferinde baştan yapmışlar. 1839’da bugünkü sınırları belirlenmiş.Almanya, Fransa gibi iki güçlü ülke arasındaki Lüksemburg, 2. Dünya Savaşı’nda işgal edilmiş. Bugün Avrupa’nın en güçlü ekonomilerinden birine sahip. Nüfusun yüzde 30’u İtalyan, Portekizli göçmen. 1919’daki referandumda monarşinin devamına karar vermişler. 2000’den beri Grand Dük Henri ve karısı Grand Düşes Maria Teresa ülkenin başında. Bin yıllık başkent, sadece 82 bin kişilik nüfusa sahip olsa da sanat müzeleri ve galerilerle dolu. Place d’Armes ve Place Guillaume diye geçen iki meydan şehrin tarihi kısmını oluşturuyor. Şehrin yüksek noktalarından Petrusse ve Alzette nehirlerinin hoş manzarası var. Milli Tarih ve Sanat Müzesi (www.mnha.lu) ülkenin en önemli müzesi. Roma ve ortaçağ dönemlerinden kalma eserler de var. Çok keyifli bir yürüyüş yolu olan Chemin de la Corniche’nin devamında Şehir Tarihi Müzesi’ne (www.musee-hist.lu) ulaşılıyor. Mimarisi Kuzey Afrika esintileri taşıyan Palais Grand Ducal, 1570’li yıllarda İspanyollarca inşa edilmiş. Kraliyet ailesi bu sarayda yaşamıyor, yapı ziyarete açık. Meryem Ana’ya adanan Notre Dame Katedrali ülkenin en önemli dini yapısı. AB binaları, muhteşem Lüksemburg Filarmoni Orkestrası (www.philharmonie.lu) ve Grand-Duc Jean Modern Sanat Müzesi (www.mudam.lu) Kirchberg Bölgesi’nde bulunuyor.
NEREDE YENİR, EĞLENİLİR?
Servis ve vergi faturaya eklendiği için Lüksemburg’da bahşiş vermeye gerek yok. Ülkenin en iyi şarapları Pinot Gris ve Gewürztraminer. Bira olarak da Mousel ve Simon Dubbel Donkers’ı deneyin. Şehrin en güzel restoranı Mosconi, Rue Munster’de. (www.mosconi.lu) Michelin yıldızlı ve mönüsü İtalyan mutfağından oluşuyor. Rezervasyonsuz gitmeyin. Şehrin diğer iki restoranı Brasserie Mansfeld, Toit pour toi ve Clairefontaine. Abbaye de Neumünster’de (www.ccrn.lu) pazar günleri caz brunch yapılıyor. Gece eğlencesi için White Bar, VIP Room, Marx ve Cat Club en iyi seçenekler.
VADUZ (LIECHTENSTEIN)
Beş bin nüfuslu başkent
Liechtenstein, dünyanın en küçük altı ülkesinden biri. Monarşiyle yönetiliyor. Prens II. Hans-Adam, başkent Vaduz’daki gotik bir sarayda yaşıyor. 1989’da ölen babası II. Franz Josef’in yerine geçen prensin parlamentoyu feshetme yetkisi var. 2004’te ülke yönetimini oğlu Alois’e devretse de, hâlâ ülkenin gerçek lideri kabul ediliyor. Dünyanın altıncı en küçük ülkesinin en büyük özelliği ise dünyanın bir numaralı protez diş üreten ülkesi olması...
Liechtenstein Ailesi’nce kurulan, işgale uğrayan ülke 1866’dan sonra bağımsızlığına kavuşmuş. 35 bin nüfuslu ülkenin başkenti Vaduz’da sadece 5 bin kişi yaşıyor. Şehir o kadar küçük ki herkes birbirini tanıyor. Bütün hareket de merkezdeki Aulestrasse ile yayalara ayrılmış olan Stadle caddelerinde. Tepedeki Kraliyet Sarayı (Vaduz Kalesi) halka açık değil ama yukarıdan şehrin güzel manzarasını görmek bu bölgeye çıkmaya değer. Şehir merkezindeki Liechtensteinisches Müzesi’nde (www.landesmuseum.li) ülkenin tarihi hakkında bilgi edinebilirsiniz. Ülke doğa ve yürüyüş sevenler için adeta bir cennet. 400 kilometre uzunluğa sahip yürüyüş rotaları var. En bilineni yaklaşık dört saat süren Fürstensteig. 100 kişinin yaşadığı Malbun, ülkenin tek kayak merkezi. Vaduz’da Residence (www.residence.li) isimli dört yıldızlı güzel bir otel var. Yemek için Cafe Wolf’u (Stadle, 29) tavsiye ediyorum.
CEBELİTARIK
İber Yarımadası’nın güney ucundan Afrika’ya bakın
Cebelitarık, Tarık Dağı anlamına geliyor. 711 yılında, Tarık bin Ziyad ordusuyla birlikte, Akdeniz’i Atlas Okyanusu’na bağlayan bu boğazdan İber Yarımadası’na geçmiş. “Dönmek yok” deyip gemileri yakmış. Ayak bastığı yarımadaya ismi verilmiş. Beş kilometre uzunluğunda, en geniş bölümü iki kilometre, en yüksek noktası 400 metreyeulaşan bu kaya kütlesi Akdeniz’in girişini kontrol ediyor. Bu nedenle tarih boyunca savaşların kurbanı olmuş. Batı dillerinde Gibraltar olarak geçen Cebelitarık, 1713’teki Utrecht Anlaşması ile İngiliz sömürgesi oldu. Bu şehir büyüklüğündeki ülke, 1967’deki referandumla İngiltere’ye bağlı kalmaya karar verdi. Kraliçe II. Elizabeth, ülkenin de yöneticisi. Valisini kraliçe atıyor. Dört yılda bir yapılan seçimlerle parlamentonun 17 üyesi belirleniyor, onlar 18. üyeyi seçip sözcü yapıyor. İspanyollar geçtiğimiz yıllarda yapılan anlaşmalarla Cebelitarık’ın hava sahasını kısıtlamamaya, gümrük işlemlerini hızlandırmaya karar verdi, karşılığında da Cebelitarık’ta çalışan İspanyollar için bazı haklar kazandı. Cebelitarık’ın İspanya ile 1.2 kilometrelik sınırı var. Cebelitarık’ta gemi hizmetleri ve kıyı bankacılığı ekonominin can damarları. Kişi başına düşen gelirse 40 bin dolar civarında.
Cebelitarık’ta görülecek yerler arasında teleferikle çıkılan Tarık Dağı (Rock of Gibraltar), St. Michael Mağarası, The Apes Den’deki Avrupa’nın yegâne yabani kaya maymunları, Mağribi (Moorish) Kalesi ve Kuşatma Altındaki Şehir Sergisi var. 18. yüzyıldaki bir kuşatma esnasında ülkede tüneller kazılmış. 2. Dünya Savaşı esnasında tünellerin uzunluğu 53 kilometreyi bulmuş. Cebelitarık Boğazı’nı en iyi görebileceğiniz nokta Europa Point deniz feneri.
Ülkede altı plaj bulunuyor. Su sporları, dalma, yelken ve yunusları seyretmek için Cebelitarık ideal bir nokta. Sheppard’s, Marina Bay ve Queensway Quay isimli marinalar da ülkedeki en hareketli yerlerden.
NEREDE YENİR, EĞLENİLİR?
Cebelitarık’ta eğlencenin popüler adresleri Queensway Quay, Marina Bay ve Casemates Meydanı civarında bulunuyor. Ladbroke isimli kumarhanenin terasında güzel manzaralı bir restoran var. Cebeliktarık’taki en eski pub, Star Bar. Oteller genellikle pahalı. Uygun fiyatlı konaklama için www.cannonhotel.gi adresini tıklayabilirsiniz.
DUBROVNİK (HIRVATİSTAN)
Ortaçağ atmosferinde sonbahar
George Bernard Shaw, “Dünyada cenneti arayanlar Dubrovnik’e gelmeli” demiş, ne de iyi etmiş. Çanakkale üzerine şiir yazan Lord Byron ise Dubrovnik’i “Adriyatik’in İncisi” olarak tanımlamış. Şehir tamamen surlarla çevrili, içine girdiğinizde dış dünyadan izole oluyorsunuz. Tarihi Dubrovnik’in (Stari Grad) sokaklarında dolaşmak, barok veRönesans mimarilerinin muhteşem eserleri arasında yürümek geçmişin görkeminde kaybolmak gibi. Bir şehir bu kadar mı iyi korunur, üstelik onca savaşa rağmen? Venediklilerin katkısı dünyanın en güzel şehirlerinden birinin ortaya çıkmasını sağlamış.
Pile Kapısı’ndan içeri girin. Kapı’nın girişinde 1438 yılında yapılan Onofrio Çeşmesi ile Frensisken Manastırı karşılayacak sizi. Burada aynı zamanda 1391’den kalma Avrupa’nın en eski eczanelerinden biri var. Sadece yayalara açık olan sur içindeki ana caddenin adı Placa (Stradun). Bu cadde kafeler ve dükkânlarla dolu. Aradaki dik sokaklarda da sürpriz bar ve restoranlar var. Placa’nın sonunda saat kulesi bulunuyor, onun önünde de Orlando Sütunu. Sütunun karşı tarafında Sponza Sarayı ile St. Blaise Kilisesi var. Hz. Meryem’in Göğe Yükselişi Kilisesi ile Blaise arasındaki gotik tarzda inşa edilmiş bina Rektör’ün Sarayı. Dominikan Manastırı ise 15.ve 16. yüzyıl sanatçılarının tablolarına ev sahipliği yapıyor. Burada Titian’a ait tabloları bile görebilirsiniz. Dubrovnik’in surları dünyaca meşhur. Surlara çıkıp yürümek çok keyifli, manzara muhteşem. Tarihi şehre en yakın plaj Banje diye geçiyor. Surların dışında ise çok güzel plajlar ve yeşili bol yarımadalar bulunuyor. Doğayla baş başa yüzmek istiyorsanız eski limandan kalkan feribotlarla çıplaklar plajının da olduğu yemyeşil Lokrum Adası’na gidebilirsiniz.
NEREDE YENİR, EĞLENİLİR?
Hırvatistan’ın iç bölgelerinde bol krema soslu et, makarnalı hindi, ağır ateşte pişirilmiş et (pasticada), kulen dedikleri sosis çok seviliyor. Sahillerde ise karşı kıyıdaki İtalya’nın etkisi görülüyor, et yerini deniz ürünlerine bırakıyor. Ahtapotu çok leziz pişiyorlar, yakınlardaki bir körfezden gelen istiridyeleri uluslararası yarışmalarda ödüller almış. Dubrovnik’te risotto’ya rizot, minestrone diye bilinen sebze çorbasına manistra diyorlar. Hırvat şarapları çok güzel. Ancak kırmızı şarabı suyla karıştırıyorlar ortaya bevanda çıkıyor, beyaz şarabı da sodayla harmanlıyorlar ve gemist diyorlar. Sljivovica alkolü yüksek erik brendisi. Karlovacko ve Ozujsko ise ülkenin en iyi bira markaları. Pile Kapısı’nın girişindeki Club Nautika, şehrin en iyi restoranlarından. Manzara güzel, deniz ürünleri çok leziz. Bir başka seçenek Proto. Surların içindeki restoranın dekorasyonu şık, yemekleri gayet başarılı. Eğlenmek için sur içindeki Cafe Buza ve Roxy’yi (Buniceva poljana 9) tavsiye ediyorum.
LUBLİYANA (SLOVENYA)
Küçük, huzurlu, sevimli
260 bin nüfuslu, küçük ama çok sevimli bir şehir Lubliyana. Adeta masallardan çıkmış gibi. 1895’te yıkılan binaların yerine Art Nouveau tarzında yenileri yapılmış. Şehrin merkezi Lubliyana Nehri kıyısındaki Presernov Meydanı. Tiple Köprüsü’nün diğer tarafında ise eski şehir var. Meydanda göreceğiniz somon renkli bina Fransisken mezhebine aitMüjde Kilisesi. 1660’da yapılmış. Slovenlerin çok sevdiği romantik şair France Preseren (1800-1849) ulusal bilincin yerleşmesi için çaba sar fetmiş. Aşkı Julia Primic için unutulmaz şiirler yazmış. Adını taşıyan meydanda, anıtını da göreceksiniz.
Joze Plecnik (1872-1957) şehre kişiliğini kazandıran mimarlardan biri. Nehrin üzerindeki 1842’den kalma Tromostovje (Üçüz) Köprüsü’ne iki köprü daha ilave edip hoş bir görüntü yaratmış. Köprülerin üzerinde ve nehir boyunca haftanın son gününde pazar kuruluyor. Burada antika da satılıyor. Nehir üzerinde Plecnik’in yaptığı Merkez Çarşı’da mola vermeyi ihmal etmeyin. Üçüz Köprüsü’nün diğer yanında ise 18. yüzyıldan kalma St. Nicholas Katedrali (Stolnica Sv. Nikolaia) ve ejderhaları şehrin maskotu haline gelen Ejderha Köprüsü (Zmajski Most) var. Efsaneye göre Jason ve Argonotların lideri Altın Post’u çalıp Ljubljanica Nehri’ne gelmiş ve buradaki ejderhayı öldürmüş.
Prosernov Meydanı’ndan Miklosiceva cesta’ya giderken çok şık Art Nouveau binalar göreceksiniz. Özellikle 1 numaradaki Grand Union Hotel’e bir bakın. Ljubljana Üniversitesi binası Habsburg döneminde bölge parlamentosuymuş. Ünlü Lubliyana Filarmoni Orkestrası’nın binası ise 1898’den kalma. Cankarjev Dom şehrin kültürel merkezi olarak geçiyor.
En kolay yoldan fünikülerle çıkabileceğiniz Ljubljana Kalesi (Ljubljanski Grad) şehre tepeden bakıyor. 15. yüzyılda askeri maksatla kullanılan bir yer haline gelen kalenin avlusuna giriş ücretsiz. Şehirde keyifli bir yürüyüş için Tivoli Parkı’nı tercih edin. Ljubljana’yı iki saatte dolaşabilirsiniz.
NEREDE YENİR, İÇİLİR?
Balkan mutfağından burek (börek), cevapcici (köfte) ve raznjici (siş kebap) gibi lezzetler var. Sloven mutfağının ünlü yemeği zlikrofi, peynir ve domuz jambonuyla doldurulmuş bir mantı. Avusturya’da olduğu gibi bu ülkede de tatlı krep “palacinke” adını taşıyor. Cvicek ve Teran iyi kırmızı şaraplar, beyaz olarak Renksi, Rizling ve Sipon’u deneyebilirsiniz. Lasko ve Union ülkenin en iyi bira markaları. Yerel lezzetleri tadabileceğiniz esnaf lokantalarını seviyorsanız, Slovenska 38 adresindeki Sestica’ya (Tel: 242 08 50) uğrayabilirsiniz.
LÜKSEMBURG
Tarihin içinde yürüyeceksiniz
Lüksemburg Grand Düklüğü, Avrupa’nın en küçük ülkelerinden. Genişliği 57, uzunluğu 82 kilometre. Arden Kontu Siegfried, 963 yılında bugünkü Lüksemburg’un temellerini atmış. Başkent Lüksemburg’daki kale defalarca düşman saldırısına uğramış, yakılmış, yıkılmış. Yılmamış, her seferinde baştan yapmışlar. 1839’da bugünkü sınırları belirlenmiş.Almanya, Fransa gibi iki güçlü ülke arasındaki Lüksemburg, 2. Dünya Savaşı’nda işgal edilmiş. Bugün Avrupa’nın en güçlü ekonomilerinden birine sahip. Nüfusun yüzde 30’u İtalyan, Portekizli göçmen. 1919’daki referandumda monarşinin devamına karar vermişler. 2000’den beri Grand Dük Henri ve karısı Grand Düşes Maria Teresa ülkenin başında. Bin yıllık başkent, sadece 82 bin kişilik nüfusa sahip olsa da sanat müzeleri ve galerilerle dolu. Place d’Armes ve Place Guillaume diye geçen iki meydan şehrin tarihi kısmını oluşturuyor. Şehrin yüksek noktalarından Petrusse ve Alzette nehirlerinin hoş manzarası var. Milli Tarih ve Sanat Müzesi (www.mnha.lu) ülkenin en önemli müzesi. Roma ve ortaçağ dönemlerinden kalma eserler de var. Çok keyifli bir yürüyüş yolu olan Chemin de la Corniche’nin devamında Şehir Tarihi Müzesi’ne (www.musee-hist.lu) ulaşılıyor. Mimarisi Kuzey Afrika esintileri taşıyan Palais Grand Ducal, 1570’li yıllarda İspanyollarca inşa edilmiş. Kraliyet ailesi bu sarayda yaşamıyor, yapı ziyarete açık. Meryem Ana’ya adanan Notre Dame Katedrali ülkenin en önemli dini yapısı. AB binaları, muhteşem Lüksemburg Filarmoni Orkestrası (www.philharmonie.lu) ve Grand-Duc Jean Modern Sanat Müzesi (www.mudam.lu) Kirchberg Bölgesi’nde bulunuyor.
NEREDE YENİR, EĞLENİLİR?
Servis ve vergi faturaya eklendiği için Lüksemburg’da bahşiş vermeye gerek yok. Ülkenin en iyi şarapları Pinot Gris ve Gewürztraminer. Bira olarak da Mousel ve Simon Dubbel Donkers’ı deneyin. Şehrin en güzel restoranı Mosconi, Rue Munster’de. (www.mosconi.lu) Michelin yıldızlı ve mönüsü İtalyan mutfağından oluşuyor. Rezervasyonsuz gitmeyin. Şehrin diğer iki restoranı Brasserie Mansfeld, Toit pour toi ve Clairefontaine. Abbaye de Neumünster’de (www.ccrn.lu) pazar günleri caz brunch yapılıyor. Gece eğlencesi için White Bar, VIP Room, Marx ve Cat Club en iyi seçenekler.
VADUZ (LIECHTENSTEIN)
Beş bin nüfuslu başkent
Liechtenstein, dünyanın en küçük altı ülkesinden biri. Monarşiyle yönetiliyor. Prens II. Hans-Adam, başkent Vaduz’daki gotik bir sarayda yaşıyor. 1989’da ölen babası II. Franz Josef’in yerine geçen prensin parlamentoyu feshetme yetkisi var. 2004’te ülke yönetimini oğlu Alois’e devretse de, hâlâ ülkenin gerçek lideri kabul ediliyor. Dünyanın altıncı en küçük ülkesinin en büyük özelliği ise dünyanın bir numaralı protez diş üreten ülkesi olması...
Liechtenstein Ailesi’nce kurulan, işgale uğrayan ülke 1866’dan sonra bağımsızlığına kavuşmuş. 35 bin nüfuslu ülkenin başkenti Vaduz’da sadece 5 bin kişi yaşıyor. Şehir o kadar küçük ki herkes birbirini tanıyor. Bütün hareket de merkezdeki Aulestrasse ile yayalara ayrılmış olan Stadle caddelerinde. Tepedeki Kraliyet Sarayı (Vaduz Kalesi) halka açık değil ama yukarıdan şehrin güzel manzarasını görmek bu bölgeye çıkmaya değer. Şehir merkezindeki Liechtensteinisches Müzesi’nde (www.landesmuseum.li) ülkenin tarihi hakkında bilgi edinebilirsiniz. Ülke doğa ve yürüyüş sevenler için adeta bir cennet. 400 kilometre uzunluğa sahip yürüyüş rotaları var. En bilineni yaklaşık dört saat süren Fürstensteig. 100 kişinin yaşadığı Malbun, ülkenin tek kayak merkezi. Vaduz’da Residence (www.residence.li) isimli dört yıldızlı güzel bir otel var. Yemek için Cafe Wolf’u (Stadle, 29) tavsiye ediyorum.
CEBELİTARIK
İber Yarımadası’nın güney ucundan Afrika’ya bakın
Cebelitarık, Tarık Dağı anlamına geliyor. 711 yılında, Tarık bin Ziyad ordusuyla birlikte, Akdeniz’i Atlas Okyanusu’na bağlayan bu boğazdan İber Yarımadası’na geçmiş. “Dönmek yok” deyip gemileri yakmış. Ayak bastığı yarımadaya ismi verilmiş. Beş kilometre uzunluğunda, en geniş bölümü iki kilometre, en yüksek noktası 400 metreyeulaşan bu kaya kütlesi Akdeniz’in girişini kontrol ediyor. Bu nedenle tarih boyunca savaşların kurbanı olmuş. Batı dillerinde Gibraltar olarak geçen Cebelitarık, 1713’teki Utrecht Anlaşması ile İngiliz sömürgesi oldu. Bu şehir büyüklüğündeki ülke, 1967’deki referandumla İngiltere’ye bağlı kalmaya karar verdi. Kraliçe II. Elizabeth, ülkenin de yöneticisi. Valisini kraliçe atıyor. Dört yılda bir yapılan seçimlerle parlamentonun 17 üyesi belirleniyor, onlar 18. üyeyi seçip sözcü yapıyor. İspanyollar geçtiğimiz yıllarda yapılan anlaşmalarla Cebelitarık’ın hava sahasını kısıtlamamaya, gümrük işlemlerini hızlandırmaya karar verdi, karşılığında da Cebelitarık’ta çalışan İspanyollar için bazı haklar kazandı. Cebelitarık’ın İspanya ile 1.2 kilometrelik sınırı var. Cebelitarık’ta gemi hizmetleri ve kıyı bankacılığı ekonominin can damarları. Kişi başına düşen gelirse 40 bin dolar civarında.
Cebelitarık’ta görülecek yerler arasında teleferikle çıkılan Tarık Dağı (Rock of Gibraltar), St. Michael Mağarası, The Apes Den’deki Avrupa’nın yegâne yabani kaya maymunları, Mağribi (Moorish) Kalesi ve Kuşatma Altındaki Şehir Sergisi var. 18. yüzyıldaki bir kuşatma esnasında ülkede tüneller kazılmış. 2. Dünya Savaşı esnasında tünellerin uzunluğu 53 kilometreyi bulmuş. Cebelitarık Boğazı’nı en iyi görebileceğiniz nokta Europa Point deniz feneri.
Ülkede altı plaj bulunuyor. Su sporları, dalma, yelken ve yunusları seyretmek için Cebelitarık ideal bir nokta. Sheppard’s, Marina Bay ve Queensway Quay isimli marinalar da ülkedeki en hareketli yerlerden.
NEREDE YENİR, EĞLENİLİR?
Cebelitarık’ta eğlencenin popüler adresleri Queensway Quay, Marina Bay ve Casemates Meydanı civarında bulunuyor. Ladbroke isimli kumarhanenin terasında güzel manzaralı bir restoran var. Cebeliktarık’taki en eski pub, Star Bar. Oteller genellikle pahalı. Uygun fiyatlı konaklama için www.cannonhotel.gi adresini tıklayabilirsiniz.
DUBROVNİK (HIRVATİSTAN)
Ortaçağ atmosferinde sonbahar
George Bernard Shaw, “Dünyada cenneti arayanlar Dubrovnik’e gelmeli” demiş, ne de iyi etmiş. Çanakkale üzerine şiir yazan Lord Byron ise Dubrovnik’i “Adriyatik’in İncisi” olarak tanımlamış. Şehir tamamen surlarla çevrili, içine girdiğinizde dış dünyadan izole oluyorsunuz. Tarihi Dubrovnik’in (Stari Grad) sokaklarında dolaşmak, barok veRönesans mimarilerinin muhteşem eserleri arasında yürümek geçmişin görkeminde kaybolmak gibi. Bir şehir bu kadar mı iyi korunur, üstelik onca savaşa rağmen? Venediklilerin katkısı dünyanın en güzel şehirlerinden birinin ortaya çıkmasını sağlamış.
Pile Kapısı’ndan içeri girin. Kapı’nın girişinde 1438 yılında yapılan Onofrio Çeşmesi ile Frensisken Manastırı karşılayacak sizi. Burada aynı zamanda 1391’den kalma Avrupa’nın en eski eczanelerinden biri var. Sadece yayalara açık olan sur içindeki ana caddenin adı Placa (Stradun). Bu cadde kafeler ve dükkânlarla dolu. Aradaki dik sokaklarda da sürpriz bar ve restoranlar var. Placa’nın sonunda saat kulesi bulunuyor, onun önünde de Orlando Sütunu. Sütunun karşı tarafında Sponza Sarayı ile St. Blaise Kilisesi var. Hz. Meryem’in Göğe Yükselişi Kilisesi ile Blaise arasındaki gotik tarzda inşa edilmiş bina Rektör’ün Sarayı. Dominikan Manastırı ise 15.ve 16. yüzyıl sanatçılarının tablolarına ev sahipliği yapıyor. Burada Titian’a ait tabloları bile görebilirsiniz. Dubrovnik’in surları dünyaca meşhur. Surlara çıkıp yürümek çok keyifli, manzara muhteşem. Tarihi şehre en yakın plaj Banje diye geçiyor. Surların dışında ise çok güzel plajlar ve yeşili bol yarımadalar bulunuyor. Doğayla baş başa yüzmek istiyorsanız eski limandan kalkan feribotlarla çıplaklar plajının da olduğu yemyeşil Lokrum Adası’na gidebilirsiniz.
NEREDE YENİR, EĞLENİLİR?
Hırvatistan’ın iç bölgelerinde bol krema soslu et, makarnalı hindi, ağır ateşte pişirilmiş et (pasticada), kulen dedikleri sosis çok seviliyor. Sahillerde ise karşı kıyıdaki İtalya’nın etkisi görülüyor, et yerini deniz ürünlerine bırakıyor. Ahtapotu çok leziz pişiyorlar, yakınlardaki bir körfezden gelen istiridyeleri uluslararası yarışmalarda ödüller almış. Dubrovnik’te risotto’ya rizot, minestrone diye bilinen sebze çorbasına manistra diyorlar. Hırvat şarapları çok güzel. Ancak kırmızı şarabı suyla karıştırıyorlar ortaya bevanda çıkıyor, beyaz şarabı da sodayla harmanlıyorlar ve gemist diyorlar. Sljivovica alkolü yüksek erik brendisi. Karlovacko ve Ozujsko ise ülkenin en iyi bira markaları. Pile Kapısı’nın girişindeki Club Nautika, şehrin en iyi restoranlarından. Manzara güzel, deniz ürünleri çok leziz. Bir başka seçenek Proto. Surların içindeki restoranın dekorasyonu şık, yemekleri gayet başarılı. Eğlenmek için sur içindeki Cafe Buza ve Roxy’yi (Buniceva poljana 9) tavsiye ediyorum.