Sokakları meydanlara açılan şehir: Madrid
Bozulmamış dokusuyla Madrid hâlâ keşfedilmeyi bekleyen bir cennet. Şehrin her yanından yaratıcılık fışkırıyor. Tarihi meydanları, restoranları, sanat galerileri, parkları ve sıcak insanlarıyla kendimi Pedro Almodovar’ın filmlerindeymişim gibi hissettim. Madrid, cazibesiyle sizi hemen kendine âşık edecek bir şehir değil de, daha çok tanıdıkça seveceğiniz biri gibi…
Güneşli sıcacık bir günde Madrid’in popüler meydanlarından Puerta Del Sol’de dolaşıyorum. Bulduğum bol gölgeli bir köşede kahvemi içip hem gelen geçeni seyrediyor hem de günlerdir yürümekten yorgun bacaklarımı dinlendiriyorum. Madrid kadınları, ellerinde sigaraları, üstlerinde kısacık etekleriyle yürüyorlar. Geldiğimden beri kendimi Pedro Almadovar’ın filmlerindeymişim gibi hissediyorum. Almodovar’ın Madrid’inde Almodovar’ın kadınları yanı başımda… Onları izliyorum merakla, oysa onlar beni fark etmeden geçip gidiyorlar…
Madrid’in popüler meydanlarından biri, Puerta Del Sol.
Madrid’i tek cümleyle tanımlasam, “sokakları meydanlara açılan şehir” derdim. Örneğin, Puerta Del Sol’e çoğu trafiğe kapalı tam 10 sokak açılıyor. Günün her saati kalabalık olan bu meydanın, 1808’de Napolyon’un işgalci askerleriyle Madridliler arasında kanlı bir savaşa sahne olduğuna inanmak güç. Bu çatışma, ünlü İspanyol ressam Goya tarafından resimlenmiş ve kentteki Prado Müzesi'nde yer alıyor.
Bir köşesine oturup gelen geçene bakınca bir süre sonra insanın hafiften başı dönüyor. İstanbul çocuğu olmanın faydaları, hemen alışıveriyorum… Yine Puerta Del Sol’deki ağaca tırmanan 'minik ayı' heykeli çok sevimli… Bu ayıcık aynı zamanda Madrid’in de sembolü. Bunun sebebinin ise 1200’lerden önce buraların orman olması ve çok sayıda ayının yaşaması olduğu söyleniyor.
Madrid’in en önemli sembollerinden olan Minik Ayı heykeli
Evet, Madrid’de girdiğiniz sokağın sonunda, ansızın karşınıza çıkan meydanlar hoş birer sürpriz... Bunun bir diğer güzel örneği Santa Ana Meydanı. Yürürken, buraya yaklaştıkça artan tatlı bir uğultu yükseliyor. Bunun sebebini meydanı görünce anlıyorsunuz. Yan yana dizilmiş birahanelerin (cerveceria) sokaktaki masalarının hemen hepsi dolu. Herkes sere serpe yayılmış sohbet ediyor. Hemen bir yere oturup kalabalığın arasına karışası geliyor insanın.
Hangisine oturayım diye merak edenler için bir not, bu birahanelerden 'Cerveria Alemana' bir zamanlar Ernest Hemingway’in favorisi imiş. Burada bir mola vermeli… Meydana karşı oturup ünlü şair Federico García Lorca’nın büstüyle fotoğraf çektiren turistlere bakınırken buz gibi bir İspanyol birası (Mahou) içmeli… Ünlü İspanyol yazar Cervantes de yaşamının son birkaç yılı Santa Ana Bölgesi'nde yaşamış.
Plaza Mayor
Madrid’deki bir diğer önemli meydan, 1619 yılında yapılan Plaza Mayor. Barok stilinde yapılmış birbirine bitişik 136 evin tamamen çevrelediği bir dikdörtgen düşünün… Bu evlerin balkonlarından binlerce kişinin izlediği gösteriler, boğa güreşleri ve festivaller gibi aktiviteler yapılmış, halen de yapılıyor. Pazar günleri ise pul ve eski para koleksiyonlarının satıldığı tezgahlar kuruluyor.
El Risto bit pazarında İspanyol şallarından takıları, kitaplardan antika eşyalara kadar her şeyi bulmak mümkün
Pazar günü demişken unutmadan söylemeli, Madrid’de Pazar günleri meraklıysanız kaçırmamanız gereken bir bit pazarı var. 'El Rastro' adlı bu pazar Ribero de Curtidores ve çevresindeki caddelerde kuruluyor. Antikacıları, dericileri, İspanyol şallarını, takıları, kitap ve CD’ler gibi pek çok değişik şey bulmak mümkün. Aman yan kesicilere dikkat!
AH ŞU TAPASLAR...
Madrid’i anlatıp da tapaslardan söz etmemek olmaz. Ufak porsiyonlar halinde gelen bu atıştırmalık yemekler (İspanyol usulü meze de diyebiliriz) leziz… En popüler olanları 'tortilla' (patates ve soğanlı İspanyol omleti), domuz jambonu çeşitleri, deniz ürünleri, hatta ufak 'paella' (özellikle deniz mahsülleriyle yapılan bir tür pilav) tabakları, yeşil zeytin, çeşitli peynirler (Manchego) ve kızartma biberler. Tapasların sıcak ya da soğuk pek çok türü olabiliyor. Bazı Madridlilerin tercihi tek bir restoranda akşam yemeği yerine değişik barlarda dolaşıp farklı tapaslar atıştırarak “tapa-hopping” yapmak.
Tapas
La Latina Bölgesi olarak adlandırılan Cava Baja’da yan yana dizilmiş güzel restoranlar ve tapas barlar var. Bunlardan Casa Lucio’da yer bulmayı başarabilirseniz tipik İspanyol mutfağından örnekleri tadabilirsiniz. Bir diğer geleneksel restoran ise Plaza Major yakınlarında Cuchilleros’ta yer alan, 'Botin'. Daha modern restoranlardan Tomate, Lua, Antojo veya La Gabinoteca ilginizi çekebilir.
Sanatseverler Madrid müzelerinden özellikle Prado, Museo Thyssen ve Museo Reina Sofia’ya gitmeli. Prado’da Velazquez’in Las Meninas, Rubens’in Garden of Love, The Three Graces ve Goya’nın The Nude Maja’sı başta olmak üzere pek çok şaheser sizi büyüleyecek.
Botin
AYAKKABI CENNETİ
Madrid bir ayakkabı cenneti! Üstelik çok hoş modellerin fiyatları gayet makul… Meraklıları için doğrudan koordinatları veriyorum: Fuencanal Caddesi (calle de fuencanal) boyunca yan yana dizilmiş dükkânlar bu caddeden yürüyerek gidebileceğiniz Chueca’da da devam ediyor.
Madrid, cazibesiyle sizi hemen kendine âşık edecek bir şehir değil de, daha çok tanıdıkça seveceğiniz biri gibi… Her semtinde karşınıza çıkan tarihi binaları, uzun ve geniş bulvarlarıyla belli ki görmüş geçirmiş; yıllar yılı pek çok mücadeleye tanık olmuş… Canlılığı ise doya doya yaşayan bir kent olduğunu hissettiriyor… Bu yüzden olsa gerek, Ernest Hemingway çok sevdiği Madrid için “tüm şehirlerin en İspanyolu” demiş.