Son Güncelleme:
Sırlarını surlarına fısıldayan şehir
Ulu Cami’nin minaresinden havalanıp, gecekonduların çanak antenlerinin arasından kıvrılarak, bazalt taÅŸları etrafa saçılmış eski bir Diyarbakır evinin üzerinden süzülüp, Urfa Kapı’daki pazarın uÄŸultusuna kulak kabartmak... Bir dilek tutup Dört Ayaklı Minare’nin sütunlarının arasından geçerek çerezci dükkanlarının önünden bir avuç karpuz çekirdeÄŸi çalmak... GüneÅŸe tapanların mabedinde, Ä°sa’nın dilinde ibadet eden Süryaniler’i dinleyip kör bir dengbejin içli sesi eÅŸliÄŸinde, Parlı Camii’nin minaresinin etrafında bir tur atıp, harcına karılmış bitkilerin kokusunu duymak istiyorum.Bir çift kanat istiyorum... Bu düşler kadar karmaşık kentin ‘’beden’’ine konmak için... Diyarbakırlılar, kentin surlarına ‘’beden’’ diyorlar. Gün içinde defalarca kapılarından girip çıkıyorlar. Her kapı ayrı bir yaÅŸam mücadelesine açılıyor.Ben u Sen gecekondu mahallesinden bir aile, sıcaktan bunalmış, demliÄŸini surların gölgesindeki çimenlere yerleÅŸtirmiÅŸ, çay içiyor. Göçlerle birlikte, her geçen gün adeta bir kentmişçesine geniÅŸleyen bu mahallenin sakinleri, 5000 yıllık bir tarihin dibinde yaşıyor ve her sabah Diyarbakır’ın merkezine giderek ekmek peÅŸinde koÅŸuyorlar. Diyarbakır ilk bakışta bir arı kovanı gibi. Kalabalık ve herkes çalışıyor. Boyacı çocuklar ellerinde lastik terliklerle oradan oraya koÅŸuÅŸturuyor, hamallar kaburgalarını zorlayan büyük arabaları çekiyor, ‘’Başım gözüm üstüne’’ diyen satıcılar, küçücük bir ÅŸey satmak için uÄŸraÅŸ veriyorlar. Bir taraftan derin bir yoksulluk bir taraftan insan ve tarih zenginliÄŸi... Bu tezat, sarhoÅŸ ediyor alışık olmayanı. Diyarbakır’ı daha yakından tanımak için, sıkı durmak gerekiyor.BÄ°R YANDAN ARBANE BÄ°R YANDAN DA ROCK Bir süredir, hayatın ritmi kısmen çalkantısız Diyarbakır’da. Açılışı, OHAL’in kaldırılışının hemen sonrasına rastlayan Dicle Fırat Kültür Sanat Merkezi, kentte normal hayata geçiÅŸin ve canlanmanın en belirgin göstergesi. Daha önceleri birkaç kez Mezopotamya Kültür Merkezi açılmış ancak her defasında kapatılmıştı. Kente gelen yazar, gazeteci ve sanatçıların uÄŸramadan edemediÄŸi bu yerin önemli bir özelliÄŸi var. Burası, bölgede geriye kalan 15- 20 dengbejin buluÅŸma noktası. ÇoÄŸu yaÅŸlı olan dengbejler, hızla yok olan sözlü Kürt kültür ve edebiyatının tek dayanağı. Dengbejlik enstrümansız söylemekle ilintili. Ezgiler, doÄŸaçlama baÅŸlıyor. Dengbejler toplandıkça, atışmalar kahkahalara karışıyor. Bir yandan arbane, bir yandan da rock çalınan merkezin genç müdürü, Edip Berk, bütün yaÅŸananların ardından, bugün artık Diyarbakırlılar’ın yüzlerindeki ifadenin deÄŸiÅŸtiÄŸine inanıyor; ‘’Bedel ödedik, acı çektik ama artık toparlandık. Ancak ÅŸimdi tarihimizi ve eserlerimizi keÅŸfedebiliyoruz. Avrupa’nın hayranlık duyacağı ve akın akın geleceÄŸi bir kent olacak Diyarbakır.’’ Bir baÅŸka kültür sanat mekánı da Diyarbakır Sanat Merkezi (DSM). Ä°stanbul’da ve bölgede yaÅŸayan bir grup aydının, batının bilgi ve deneyimiyle doÄŸunun heyecanını ve çaÄŸlar boyu biriktirdiklerini buluÅŸturmayı baÅŸaran bir merkez. Dört Ayaklı Minare’nin arkasındaki sokakta, ayakta kalabilmiÅŸ birkaç eski Diyarbakır evinden biri, Esma Ocak Evi var. Bir zamanlar Ermeni bir ailenin yaÅŸadığı ev, 70’li yaÅŸlarında gerçek bir Diyarbakır hanımefendisi olan Esma Ocak tarafından satın alınarak restore ettirilmiÅŸ ve müze olarak açılmış. Esma Hanım, köklü bir Diyarbakırlı ailenin kızı. Aynı adla filme uyarlanan ‘’Berdel’’ romanının yazarı. Onu aÅŸkın kitabı var ve hálá yazıyor. Bugün artık, kent merkezine 15 dakika mesafedeki Hamravat Evleri’nde oturuyor. Burası, kent dışında ayrı bir kent gibi. Diyarbakır kültürünün yozlaÅŸmasını seyretmeye daha fazla dayanamadığını söylüyor. Anıları, Diyarbakır’ın güzel günlerini bilmeyenlere ışık tutuyor; ‘’1930’larda, Diyarbakır ile Ä°stanbul yarış halindeydi. Hasan PaÅŸa Hanı, OrtadoÄŸu’dan gelen bütün mücevhercilerin toplandığı yerdi. Elmas, pırlanta, yakut, zümrüt burada iÅŸlenirdi. Diyarbakırlı kadınlardaki mücevherler, kimsede yoktu.’’Işıklandırılmış surların kenarından yürüyerek, neonlarla aydınlatılmış otellerden, dumanaltı olmuÅŸ ciÄŸercilerden ve seyyar mırracıların arşınladığı Pavyonlar Sokağı’ndan geçerek, bir zamanlar üç bin kiÅŸilik kapasitesi ve opera binalarını andıran mimarisiyle, Balkanlar’ın ve OrtadoÄŸu’nun en büyük sineması olan Dilan Sineması’nın önünde duruyorum. Sinema, 1956’da açıldığı günden beri, kentin simgesi. O zamanlar, haftada iki kez film deÄŸiÅŸir, mevsimlik kombine biletler kısa zamanda tükenirmiÅŸ. Abilerinin kurduÄŸu sinemanın bugün başında olan, kentin tanınmış iÅŸadamlarından Nejat Dilan, her yanına kameraların yerleÅŸtirildiÄŸi sinemasının salonlarını, ofisindeki ekrandan seyrediyor; ‘’filmleri dört duvara oynuyoruz... çaÄŸa ayak uydurmuÅŸ olmamıza raÄŸmen...’’ diyor. GüneydoÄŸu’daki tüm kentler içinde, Diyarbakır’ın farklı bir duruÅŸu vardır. Kökleri sımsıkı tutunmuÅŸtur ait olduÄŸu yere. Kocaman bir tarihe yaslanır. En umutsuz anında sığınmak için... Ãœzerine kurulduÄŸu bazalt plato kadar da saÄŸlam bir ruhu vardır. Surlara doÄŸru yürürken, satıcı kırk küsur kiloluk karpuzu kafasına yerleÅŸtirip, ellerini iki yana açarak bana marifetini gösteriyor ve bir taraftan da konuÅŸuyor; ‘’Bu karpuzun içine bir çocuk bile sığar. Diyarbakır dedin mi, karpuzu gelir akla.’’ Çok daha fazlasını ben biliyorum... GAZETECÄ°-YAZAR ÅžEYHMUS DÄ°KENDiyarbakır’ın yaşıtları bugün arkeolojik kentDiyarbakır, Anadolu’da önemli bir kavÅŸak noktası. Kavimler kapısı. Tarihin ÅŸafağında ortaya çıkmış, adeta tarihle birlikte varolan bir kent. Burada yaÅŸanan her hikaye, bu kavÅŸağın etrafındaki kentleri de etkileyebilecek güce sahip. Diyarbakır’la yaşıt olan ancak tarih sahnesinden silinen kentler, bugün sadece arkeolojik kentler. Oysa Diyarbakır, hálá yaÅŸayan bir kent olarak ayakta. Diyarbakır, öyle Anadolu’daki birçok kent gibi, yüz, ikiyüz yıllık bir ÅŸehir deÄŸil. Puta tapıldığında da tek tanrılı dinler zamanında da, bu ÅŸehir vardı. 3000- 5000, hatta hinterlandıyla birlikte 11 bin yıllık bir geçmiÅŸe sahip. Bunun ipuçları, kenti dolaşırken her yerde görülüyor. Kenti çepeçevre kuÅŸatan surları ve dört yöne açılan dört ana kapısı var. Dört kapı, dört din, dört mezhep... Bu bir giz, bir sır. Surları dıştan dolaÅŸtığınızda, kentte boy vermiÅŸ yaklaşık 30 farklı uygarlığın kendine has izlerini görebilirsiniz. Sokak aralarındaysa, hiç umulmadık bir yerde bir kilise kalıntısıyla ya da mütevazı bir cami gibi duran ama içine girdiÄŸinizde sizi büyüleyen 500 yıllık bir Mimar Sinan eseriyle karşılaÅŸabilirsiniz. Ä°stanbul ve Trakya’da büyük ölçüde izleri olan ama birçoklarının Diyarbakır’da eserler bırakmış olabileceÄŸini hiç tahmin etmediÄŸi usta, burada tam beÅŸ cami yapmış. Diyarbakır’da birçok kavim, din ve kültür birarada yüzlerce hatta binlerce yıl birlikte yaÅŸadı. Süryaniler, Ermeniler, Keldaniler, Rumlar, Yahudiler, Müslümanlar, Kürtler, Türkler, Araplar hepsi bu toprakların insanıydı. Zaman içinde, bütün bir coÄŸrafyada yaÅŸanan, siyasal karşı duruÅŸların ve altüst oluÅŸların yarattığı ÅŸiddet ikliminin tam orta yerinde olmak, Diyarbakır gibi kentleri derinden vurdu. Kırsal kesimde yaÅŸanan ÅŸiddet, insanların can havliyle, kendilerini kentlere atmalarına neden oldu. Kentlere göç, yaÅŸam mücadelesi demekti. Günü kurtarmak adına, kentin deÄŸerlerini bir kalemde silmeyi göze aldılar. Sur, sır, mabet, ev, duvar kabartması, günü kurtarma hengamesi içinde, hiçbir ÅŸey ifade etmiyordu bu yeni kent sakinlerine. Nüfus hiç beklenmedik bir ÅŸekilde, 5- 10 yıl içinde üçe beÅŸe katlandı. Ticaret potansiyeli, altyapısı bu kadar yoÄŸun göçü karşılayamadığından, kent yüzde 70’lere varan bir iÅŸsizlik sorunuyla karşı karşıya kaldı. Bugün, sokakta binlerce çocuk, birkaç kuruÅŸ için bile olsa, eve ekmek götürmek için çalışıyor. Bu olaylar kentsel yaÅŸamı zedeledi. Diyarbakır, geçmiÅŸte yaÅŸadıklarını, büyük ölçüde yitirdi. Kentin kimliÄŸi ve ruhu kayboldu. Haliyle insan, bu geçmiÅŸ kültürle bugünkü sığlığı karşılaÅŸtırınca, epey üzülüyor. Bu, kentin gerçek hikayesini yaÅŸayanlar açısından yaralayıcı oldu.KENTÄ°N YAZILI BELLEĞİDiyarbakırlı gazeteci- yazar Åžeyhmus Diken, Ä°letiÅŸim Yayınları’ndan çıkan son iki kitabı, ‘’Sırlarını Surlarına Fısıldayan Åžehir: Diyarbakır’’ ve ‘’Diyarbekir Diyarım, YitirmiÅŸem Yanarım’’ ile kentin yazılı belleÄŸi, aydın ve dostça sesi. Diyarbakır’ı bir kent olarak, karakterleri, gizemleri ve yitirdikleriyle anlatıyor. Bir tür anı-rehber olan kitaplarında katıksız samimiyeti kadar nüktedanlığı da eksik olmuyor. Onun kitaplarını okuyup, sokaklarda yolunuzu bulmak hatta bahsettiÄŸi karakterlere rastlamak iÅŸten bile deÄŸil. Diyarbakır araÅŸtırmamda, bana yol gösteren, birikimini paylaÅŸan ve kitaplarından yararlandığım Åžeyhmus Diken’e teÅŸekkür ederim.BEN OLSAYDIM BUNLARI YAPARDIMDicle Fırat Kültür Sanat Merkezi’nde dengbejleri dinlemekUlu Cami’nin duvarlarında ahir zamanlardan kalma izleri aramak Eski bir Diyarbakır evinde Kaburga Dolması yemekMimar Sinan’ın camilerini görmekAhmet Melik Caddesi’nin arka mahallelerinde dolaÅŸmakSanat Sokağı’nda genç Diyarbakır’ı tanımakKeçi Burcu’ndan, Dicle Nehri’ni ve Hevsel Bahçeleri’ni seyretmekKentin kiliselerini gezmekKahvaltıcılarda türlü Diyarbakır peyniri tatmakGece, aydınlatılmış Diyarbakır surları boyunca yürümekUlu Camii Kahvesi’nde çay içerken caminin avlusunu seyretmekÂ