Sevgilim New York
New York'un gönlümdeki yeri bir başkadır.. Çünkü orada onlar gibi yaşadım.. Kentin hücrelerine girdim. Derinliklerinde dolaştım. Gizlerine şahit oldum. Bu kent vantuz gibi beni içine çekti. Vazgeçilmez oldu benim için.
New York'a ilk gittiğimde bir gezgin değildim.. Baltimore'dan bindiğim otobüs, soğuk bir geceyarısı, beni ünlü Time Meydanı'nda indirmişti.. Bu kente gezmeye gelen milyonlarca yabancıdan biri değildim.. Evet ben de yabancıydım ama, derdim başkaydı.. Florida'dan buraya, iş aramaya gelmiştim.. Niye iş arıyordum?.. Uzun bir hikaye.. Belki başka bir yazıda anlatırım.. New York, üç yıl sürecek olan Amerika maceramın ikinci durağı idi..
Metro'ya binmek için Pen İstasyonu'na indiğimde kendimi, New York'un vahşi yüzünü anlatan bir filmin içinde buldum. Etrafta, gündüz görünmeyen insanlar vardı.. Korkuyordum ama, kılık kıyafetimin onlara benzemesi, biraz olsun rahatlatıyordu beni..Üstüme, eski bir denizci paltosu, yıkanmaktan yıpranmış bluejean giymiştim. Ayaklarımda ise artık rengi bile kalmamış postallar vardı. Bu bir 'Tebdil-i Kıyafet' değildi.. Giyecek olarak sadece bunlar kalmıştı.. Sakalım neredeyse göğsüme değiyordu. Uzun saçlarımı, kulaklarıma kadar çektiğim siyah bir bere örtüyordu. Onlara benzediğim için, benimle hiç ilgilenmiyorlardı.. Zaten ilgilenecek halleri de yoktu.. Birisi, bir bankın üstünde sızmıştı.. Bir diğeri, kesekağıdına sarılı bir şişeden içki içiyordu.. Birkaçı, ısınmak için uyku tulumlarının içinde bir köşeye kıvrılmışlardı..
KÖTÜ BAŞLANGIÇ
Çok korkmuştum ama hiçbir şey olmamıştı.. Bıçaklanmamış, elimdeki eski çantaya kimse saldırmamıştı.. Metro gelir gelmez, boş bir vagona kendimi atıp, sakinleşmeye çalışmıştım.. Önce yeraltındaki New york'la tanışmıştım.. Hiç de hoş olmayan bir tanışmaydı bu.. Yerin üstüne çıktığımda ayaz donduruyordu.. Zaten New York'un ne soğuğuna ne de sıcağına dayanılır.. Öylesine soğuk ve sıcak olur ki, insanı ağlatır, bunaltır, bıktırır, kaçırtır..
Bir gökdelenin altındaki sabahcı kahvesine girmiştim.. Pencere kıyısındaki bir masada kahvemi içerken, sabahın ilk ışıklarının aydınlattığı bu koca kentte ne yapacağımı, başıma neler geleceğini düşünüyordum. Hiç bilmediğim sokaklarda, daha önce hiç denemediğim bir işte çalışacak, acımasız bir düzenin çarkları arasında un ufak olmadan, yaşama sarılmayı deneyecektim..
İlk işim benzin istasyonunda pompacılıktı. Jeriko Turnpike semtindeki iş yerimde ilk günüm, işi öğrenmekle geçmişti.. Benzin nasıl pompalanır, motorun yağı nasıl kontrol edilir, lastiklerin havasına nasıl bakılır, para nasıl alınır, yeraltındaki kasaya nasıl atılır, soygun anında neler yapılır?.. Birkaç gün içinde, usta bir pompacı olup çıkmıştım. Aynı anda 6 arabaya benzin verebiliyor, bahşiş alabilmek için, lastiği indirip yeniden şişiriyor, motora fazladan yağ koyuyordum.. Hatta, patrona daha fazla kazandırabilmek için, eksik benzin pompalama yollarını bile öğrenmiştim..
Cuma akşamlarından nefret ediyordum.. Çünkü o akşam, müşteriler sanki deliriyordu.. Geceyarısı gelenlerin hemen hepsi sarhoş oluyordu.. Kimi para vermeden kaçmaya çalışıyor, kimi esrarlı sigara teklif ediyor, yalnız kadınlar istasyonu kapatıp, onlarla gitmemi istiyorlardı.. Bela kokan bu geceler, bir türlü bitmek bilmiyordu.. Benzincide çalıştığım sürede, beynime tam yedi kere tabanca dayanmıştı.. Karşı koymadan, çekmecedeki paraları soygunculara veriyordum.. Bir seferinde de bıçakla soymak istemişlerdi.. Bu soygunu, tezgahın altında sakladığım beyzbol sopasıyla püskürtmüştüm.. Ama bu karşı koyuş, ertesi akşam, soyguncunun arkadaşlarından bir güzel dayak yememe neden olmuştu..
Benzin pompacılığından sonra, inşaat işçiliğine başlamıştım.. Manhattan sokaklarında bina yıkan bir Türk, beni yanına vasıfsız işçi olarak almıştı. İlk çalıştığım inşaat, 3'ncü cadde ile Lexington caddelerini bağlayan 85. sokaktaydı.. Elimde 20 kiloluk balyozla, asırlık bir binanın inatçı tuğlalarını kırmaya çalışıyordum.. 8 saatlik mesaim bitince, ayakta duracak halim kalmıyordu.. Bu zahmetli iş karşılığında, her saat için 5 dolar ücret alıyordum..
TOZLU BİR YAŞAM
O bina yıkıldıktan sonra, İspanyol Harlemi'ndeki 119. sokaktaki başka bir binaya geçmiştim.. Yaşamım toz duman içinde geçiyordu.. Bu monoton yaşamdaki tek heyecan, çay molalarında gördüğüm minicik şortlu zenci kızlar oluyordu.. Ama onlar, biz beyaz işçiler yerine, kendi renklerindeki işçilerle oynaşıyorlardı.. Bu zenci dilberler yüzünden çay molaları uzuyor, ustabaşı bizi kovmakla tehdit ediyordu.
New York'ta yaşıyordum ama henüz New York'la karşılaşamamıştım.. İş bitimi yerin dibine iniyor, metroya binip, Long İsland'da, Küçük Atina'da oturan arkadaşımın evine sığınıyordum.. Evde eşya olarak bir yatak vardı ve onuda karı-koca paylaşıyordu.. Ben salonda, halının üstünde kıvrılıp yatıyordum. Bir akşam, karşı apartmandan kaldırıma bırakılan üç kişilik koltuk, beni halının üstünde yatmaktan kurtarmıştı.
Biraz palazlanınca kendimi sokağa atmıştım.. En çok Manhattan'dan etkilenmiştim. İlk defa bu kadar yüksek binaların arasında yürüyordum. Empire State Building'in tepesini görebilmek için yere yatmam gerekiyordu. World Trade Center, Citicorp, Pan Am, Chrysler Building.. Zirveleri bulutlar oynaşan bu gökdelenlerin hepsinin bir adı vardı. Manhattan'daki yapılaşmanın ilk günlerini, Mayakovski bir yazısında şöyle anlatmıştı: 'New York'ta sürekli bina yapıyorlar. Yirmi katlı ev yapmak için on katlı evi, otuz katlı ev yapmak için yirmi katlıyı, kırk katlı ev yapmak için otuz katlıyı yıkıp yeniden yapıyorlar. New York'ta her adım başı taş yığınlarına, çelik çerçevelere rastlıyor; matkap sesleri, çekiç vuruşları duyuyorsunuz. Bu evlerin yapı malzemesi o kadar gözenekli, öyle iletken ki, aralardaki duvarlardan komşu evlerde sevişenlerin her inleyişini, her fısıltısını duymak bir yana, hatta komşunuzun sofrasındaki yemeklerin kokusunu en ince ayrıntısına kadar alıyorsunuz..'
En sevdiğim yer 5'nci Cadde'ydi.. Cadde boyunca, Time Meydanı'ndan Central Park'a doğru yürürken, dünyanın en güzel kadınlarını görebiliyordum.. Onların peşine takılınca, yolun uzunluğu aklımın ucundan bile geçmiyordu. Bir de Metropolitan Müzesi'nin merdivenleri çok hoşuma gidiyordu. Orada saatlerce oturup, sokak göstericilerine bedavadan alkış tutuyordum. Geçen günlerle birlikte kente biraz daha alışıyor, bildiğim sokak sayısı giderek artıyordu. Her seferinde yolumu Central Park'tan geçiriyor, çimenlerin üstüne uzanıp, başıma gelenleri düşünüyordum.
Çin Mahallesi'nin kalabalığına karışmayı da çok seviyordum. Burası Amerika'ya benzemiyordu. Konuşulan dil, mağzaların tabelaları Çince, insanları da Çinli'ydi.. Karnımı en ucuza buradaki lokantalarda doyurabiliyordum.. New York'u tanıdıkça daha çok seviyordum. Bir kaç ay sonra ürkekliğim iyice geçmişti.. Hatta paraya kıymaya bile başlamıştım.. Arada bir Broadway'e çıkıp, caz kulüplerinde, yanık sesli zencileri dinlemeye gidiyordum.. Kentin en renkli en bohem semtlerinden biri olan Village'teki gece hayatının adreslerini bile öğrenmiştim.. Barlara artık bir 'New Yorker' gibi tünüyor, büyük bardakla ısmarladığım bira bitinceye kadar etrafa gülücüklü bakışlar fırlatıyordum.. Bir keresinde, programın cazibesine kapılıp, 25 dolar ödeyerek Blue Note'da caz bile dinlemiştim.. Parayı o kadar zor kazanıyordum ki, her kuruşu öderken içim 'cızz' ediyordu.
Bu müthiş kent her geçen gün biraz daha içine çekiyordu beni.. Brooklyn'de dünyanın en bağnaz Yahudilerini, Küçük İtalya'da Al Capone'a, Lucky Luciano'ya özenen, İngilizce bilmeyen İtalyan gençlerini, Harlem'de Bob Marley benzeri Jamaikalıları, Küçük İtalya'da Uzo'nun yanına dolma servisi yapan Yunanlıları, Flushing'te Kolombiyalıları, Portorikoluları, İspanyolları, Peruluları, İrlandalıları, Almanları gördükçe dünyanın başkentinde olduğumu daha iyi kavrayabiliyordum.. Bu kenti tanımak, sevmek, bilmek için çok para harcamak gerekmiyordu.
Türkiye'ye dönüş vakti geldiğinde, usta bir benzinci, iyi bir duvar yıkıcısı, kenti sokak sokak bilen gerçek bir New Yorklu olmuştum. Bir gece otobüsle geldiğim bu kentten, yine bir gece vakti uçakla ayrılmıştım.. Ama yüreğim orada kalmıştı.
GERİYE DÖNÜŞ
14 yıl sonra New York'a tekrar gittim. Bu kez bir gezgindim.. Adına Concorde denen dünyanın en hızlı uçağından inerken kente ilk gelişimi hatırladım.. Lüks bir limuzine binip, New York'un en pahalı oteline gittim.. Heyecan içindeydim.. Anılarımın yerli yerinde durup durmadığını çok merak ediyordum.. Duş alıp en yeni giysilerimi giydikten sonra kendimi sokağa attım.
14 yıl öncesinde olduğu gibi yürüyüşe, 5'nci Cadde'nin alt ucundan başladım. Güzel kadınlar yine oradaydılar. 85. sokakta, yıkımında çalıştığım binanın yerinde bir gökdelen yükselmişti. Karşı kaldırımdaki evin merdivenlerine oturup, balyoz salladığım günleri düşledim. Harlem'de mini şortlu zenci dilberleri aradım. Metropolitan Müzesi'nde sergiye aldırış etmeden, merdivenlere oturup, sokak göstericilerini izledim.. Aynen 14 yıl öncesinde olduğu gibi.. Central Park'ta, o zamanlar altına uzandığım ağacı bulup, gövdesine yaslandım.. Daha sonra kiraladığım arabayla çalıştığım benzinciye gittim. Yanıma yaklaşan zenci pompacıya, 'fill it up' dedim. Motorun yağını, tekerleğin havasını kontrol ettirip, beş dolar bahşiş verdim..
Village'te, Broadway'de, en pahalı kulüplere gidip, en pahalı içkilerden içtim. Soho'da Tribeca'ya gidip, Rober De Niro'yu bekledim. Harry's Jazz Bar'da, Woody Allen'in saksafonunu dinlemek için saatlerimi harcadım.. Herşey bıraktığım gibiydi. New York'ta zaman ilerlememişti..
Yazar Nedim Gürsel, kent hakkında şunları yazmıştı: ' Soluk aldırmadı bana New York. Village Gate'in bir mahzeninde dinlediğim zenci şarkıcının ağzı kadar inanılmazdı. Vantuz gibi yapıştı tenime, gövdemi derinliğine çekti. Çelik köprüleri, uzun uzun caddeleriyle sardı yanımı. Severken boğdu beni..' Bu tanımlamanın her kelimesine katılıyordum.. Artık bu dünya başkenti kanıma girmişti.. Bundan böyle vazgeçemezdim ondan..
MİNİ REHBER
Aşağıda belirttiğim yerler New York'un simgeleri.. Bu kentle ilgili tüm filimlerde, belgesellerde, anlatımlarda buraların adına rastlarsınız.. Bu yerleri görme olanağını bulursanız, New York'u daha da seversiniz.
ÖZGÜRLÜK ANITI
Bir hatıra fotoğrafı siz de çektirin.
ELLIS ADASI
Göçmenlerin ilk geldiği yer.
WALL STREET
New York Borsası.. Para merkezi.
BROOKLYN KÖPRÜSÜ
1883'te yapılan tarihi köprü.
WORLD TRADE CENTER
İkiz gökdelen. New York'un silüetinde hep yer alır.
CHINATOWN
Çinlilerin yaşadığı bölge.. Ucuz alışveriş ve lezzet burada.
LITTLE ITALY
Mafya filmlerindeki tipleri görmek isteyenler için.
SOHO
Sanatçıların ve sanat galerilerinin bölgesi.
GREENWİCH VILLAGE
Bohemlerin ve alternatif yaşamların peşinde koşanların yeri.
BEŞİNCİ CADDE
Ünlü mağazalar yanyana.. Alışveriş cenneti.
EMPIRE STATE BUILDING
Dünyanın ilk ve en yüksek gökdelenlerinden biri.
BROADWAY
Tiyatro, gösteri, caz, bar.. Kentin renkli geceleri burada.
CENTRAL PARK
Gece değil, gündüz gezin.
TIMES SQUARE
Seks kokulu dükkanlar, mekanlar..
HARLEM
Siyahların dünya başkenti.. Mutlaka gündüz ve rehber eşliğinde gidin.
METROPOLITAN MÜZESİ
Sanat şahaserlerinin asılları tam karşınızda olacak.
MODERN SANATLAR MÜZESİ
Sergileri kaçırmayın.
GUGGENHEİM MÜZESİ
Dikkat; perşembe günleri kapalı.
FRANK
Sokakta satılan sosisli sandviç.. Tatmadan dönmeyin.
BLUE NOTE
En güzel canlı caz müziği.. Rezervasyon şart.
BLOOMINGDALE
Alışveriş merkezi..Ne ararsan var.