Son Güncelleme:
Şarap hayat gibidir mükemmeli de var bozuk çıkanı da...
Damağımda az önce içtiğim harika Mormoreto şarabının tadı, aklımda Esra'yla konuştuklarımız, elimde gerçekten iyi bir şarap dediği için ikiletmeden aldığım Santa Cristina 1999 şişesi dükkandan çıktım: KAV'danAtiye Sokak 12 numaradaki şarap dükkanından.Dışarıda; ince yağmur, kalın kasvet.Eve dönebilir, biraz ilerideki kahvede soluklanabilir, yakınlarda oturan birilerine uğrayabilir ya da uzun süredir avarelik edemediğim Nişantaşı sokaklarında dolaşabilirim.Saat eve dönülmeyecek kadar erken, hava avarelik edilmeyecek kadar tatsız.Üstelik saatlerin uzun, günlerin kısa olduğu zamanlardayız.Hemen diğer seçenekleri eledim, Cafe Wien'e gittim.Şarap şişemi özenle yanımdaki sandalyeye yerleştirip kendime koca fincan sade kahve söyledim.Kahvemi içerken Esra'nın anlattıklarını düşünüyorum: Şarapla hayatın iç içeliğini... Her ikisinin de evrimle ve gelişme sürecinin benzerliğini.Biraz önce KAV'da, onun yönettiği şarap dükkanında nefis bir öğle yemeği yedik ve iki saat boyunca şaraptan, hayattan, topraktan, bağlardan, bağ bozumlarından, Bacchus'ten, Dyonnissos'dan, Hayyam'dan en çok da aşktan söz ettik.Bir de elbet ‘‘Ömrü hayat kılan insanlardan‘‘, aşkı aşk yapan duygulardan, şarabı şarap yapan çabalardan.ŞARAPLAR KAV YEMEKLER THE HOUSE CAFEKav aslında yemek yenilen bir yer değil.Şarap seçilen, şarap alınan, hangi şarabın hangi yemekle yeneceğinin, hangi şarabın kaç yıl bekletileceğinin, hangi üzümlerin hangileriyle uyum sağladığının danışıldığı, kütüphanesinde şarap kitapları bulunan, çeşitli şarap aksesuvarları satılan bir dükkan. Bazen, özellikle de Şarap Tadım Günleri'nde konuklara yemek sundukları olmuş.Ama anladığım kadarıyla bu bir ilk.Esra ile dükkanda yiyeceğiz.Kav'ın hemen yanında şimdi Nişantaşı'nın özellikle öğle yemekleri için en tercih edilen lokanta The House Cafe var.Esra dükkanı neredeyse boydan boya kat eden masaya iki kişilik sofra kurmuş: Kurşunsuz kristalden dev şarap kadehleri, pembe kırmızı peçeteler..Yemekler, House Cafe'den. Esra beklerken içelim diye Kir Royal hazırladı.İnce uzun bardaklara koydu. ‘‘Şerefe!‘‘Ardından 1995 Mormoreto Cabarnet Sauvignon açtı, karafa aldı.Toscana bölgesinin en iyi üreticilerinden birinin bu iddialı Cabarnet'si kadife gibi.Tatmak için içim gidiyor. Ama şarap bu: Havalanmasını beklemek, seçmesini olduğu kadar içmesini de bilmek gerek. Yemekler geldi. Bir lokma, bir yudum.Arkada Jacques Brel usul usul söylüyor. Jackie diyor. Aldırma. İç bir kadeh daha...Dışarıda yağmur çiseliyor.Başka bir şarkı.Bu kez söz Regianni'de. Küçük, yüzü dünya haritası kahinde. O da esriklikten, esrikliğin içinde gerçekliğin bulunup bulunamayacağından söz ediyor .İkimiz birden ‘‘Bulunur‘‘ diyoruz. ‘‘Aramaya gör, bulunur.‘‘Sonra, Fransa'ya onun çocukluğunun ve gençliğinin ülkesine gidiyoruz.Şaraba sevdalandığı topraklara.Esra anlatıyor, dinliyorum:Galiba hiçbir zaman aklımı kullanamadım, diyor. Hep yüreğimin sesini dinledim. Gönül işinde de bu böyle oldu meslek seçiminde de. Artık adına ne dersen de gençlik mi dersin delilik mi her neyse, önüme açılan kapılara bodoslama daldım.Kimi şanslarımı kullandım, kimini kullanamadım.Durduğum oldu. Caydığım oldu. Korktuğum oldu.Yokluğu da tattım. Bolluğu da. Ama sanırım hayatıma giren en büyük mucize şarap. 22 yıldır meslek olarak şarapçılık yapıyorum. Ama onunla ilişkim hafızamı zorlayacak kadar eskilere dayanıyor. Sanırım kendimi bildim bileli şarabın peşinden koştum.Bunda Fransa'da büyümemin ve babamın bir lezzet avcısı olmasının önemli bir payı var elbet. Babam yemeğe içmeye öylesine düşkündü ki, Fransa'nın dört bir yanına keşfe giderdik. Hangi şefin hangi lokantasına gidilir? Hangi bölgede ne yenir?Ama dedim ya, onunla en çok şarabın peşinde koştuk.Bu küçük lezzet keşiflerimizden dönerken arabamızın bagajı şarap kasaları ile dolu olurdu. Babam şaraplarını üreticilerden almayı tercih ederdi. Ve ‘‘Şarabın içeriği onu yapanların hikayeleriyle zenginleşir‘‘ derdi.Yıllar sonra bu sözlere bir ekleme de ben yaptım: Evet her şarabın bir hikayesi var ve bu hikaye şarap ne kadar özenle hazırlanır ne kadar bilinerek tüketilirse o kadar katmerlenip, güzelleşiyor.Biliyor musun? Şarap yaşar ve yaşatır.Tıpkı hayat gibidir. Hayatı yansıtır.Mükemmeli de vardır, sıradanı da. Bozuk çıkanı da.Şarap seven hatalarını da başarılarını da eşit oranda sevmeyi bilendir.Susuyor.Bu dükkanın ona çok yakıştığını söylüyorum.Esra uzun çok uzun bir süre gönlünün istediği gibi şarapçılık yapacağı bir işi olsun istedi.Onunla yıllar önce Çukurcuma'da ortak bir arkadaşımızın antikacısında tanıştım.Amerika'dan yeni dönmüş, çıkınında o zamanlar kimselerin bilmediği boyama tekniklerini getirmişti.Ben bu Türk'ten çok Amerikalı'ya benzeyen sarı saçlı mavi gözlü güleç yüzlü kadını ev düzenlemeleri yapan, eski parçaları alıp aslına uygun boyayan biri sandım.Bir iki işte birlikte çalıştık.Sonra onun Amerika'da otelcilik okuduktan sonra şarap üzerine eğitim almış diplomalı bir şarap tadım ustası olduğunu öğrendim. Bütün bu yan işleri asıl mesleğini yapamadığı için yapıyor, şarap denince gözlerinin içi parlıyordu.İşi zordu.O günlerin İstanbul'unda şarap tadımcısı diye bir iki turistik lokantada çalışan hokkabaz kılıklı adamlar vardı. Önlerinde sallanan taslara açtıkları şarabı doldururlar uzun uzun kokladıktan sonra müşterilere tattırırlardı.Ortada Esra'nın önemini anlayacak işveren olmadığı gibi tadılacak şarap da yoktu.Yılmadı.Hayatını kazanmak için diğer işleri yaptı ama şaraptan kopmadı.Birkaç arkadaşıyla birlikte Şarap Dostları derneğini kurdu. Şarap üstüne dersler verdi, seminerler düzenledi.Bu arada Türkiye'de de bir şeyler değişti.İthalat serbest bırakıldı, ithal şaraplar geldi.Rekabet başlayınca yerli üreticiler kendilerine çekidüzen verdi.Gün Sazak gibi, Güler Sabancı gibi genç yatırımcılar şaraba yatırım yaptılar: Yabancı uzmanların denetiminde bağlar kuruldu, sabredildi. Bu günlere gelindi.Esra'ya soracak olursanız daha yapılacak çok iş, atılacak çok adım var.Ama, mutlu.Kavaklıdere şaraplarının desteğiyle açtığı dükkanında doğru bildiğini yapıyor ve her gerçek şarap tutkunu gibi bütün bilgisini şarap severlerle paylaşıyor.