Son Güncelleme:
Şanlıurfa’da üşümek
Aklıma her şey gelirdi de Urfa’da tir tir titreyeceğim hiç gelmezdi. Bu kez Urfa beni sarı sıcağı ile değil de soğuk rüzgarı, sağanak yağmuru, lapa lapa yağan karıyla karşıladı. Bu yüzden sokaklarda doya doya dolaşıp, bu ‘Peygamberler Şehri’nin tadını pek çıkartamadım.Şanlıurfa’ya bu gidişim biraz mevsimsiz oldu. Aslında Urfa’nın kışını da merak ediyordum. Yazın sarı sıcağında kavrulurken, bu topraklarda soğuk rüzgarların eseceğini insan düşleyemiyordu. ‘Peygamberler Kenti’ne bu kez kalabalık bir grupla geldim. ‘Anadolu’daki Avrupa’ başlığı ile il il gezerek, buralarda marka bilincini yerleştirmeye çalışan, ilin dertlerini dinleyen, çözüm önerileri getirmeye gayret eden bu grubun Urfa seferine ben de katıldım. Grupta, Doğan Yayın Holding yöneticilerinin yanı sıra, ünlü markaların yaratıcıları ve yöneticileri, reklam sektöründen ünlü simaları, bazı köşe yazarları ile Doğan Kitap’ın yazarları ve yöneticileri de yer alıyordu.Şanlıurfa bize ‘ıslak’ bir hoş geldin dedi. Kent aylardan beri biriktirdiği yağmuru, biz oradayken başımızdan aşağı boca etti. Hatta son günümüzde lapa lapa kar bile yağdırdı. Ben böylesine ıslak, böylesine soğuk bir Urfa’yı bir daha göreceğimi sanmıyorum. Kaderde Urfa’da tir tir titremek de varmış!.. Bazı kentler vardır ki, onları yazmak, daha doğrusu kısıtlı alanlarda her şeylerini anlatabilmek olanaksızdır. Şanlıurfa bu kentlerin başında geliyordu. Öylesine zengin bir geçmişi, tarihi, söylenceleri, eserleri vardır ki, bunları anlattığınızda ortaya kalın bir kitap çıkardı. Nitekim, ‘Şanlıurfa İli Kültür Eğitim Sanat ve Araştırma Vakfı- ŞURKAV’, 400 sayfalık bir kitapta hemen her şeyi anlatmıştı.ÇİRKİN YAPILAŞMAKentin geçmişini özetlemeye kalkarsam; Urfa eski çağlardan beri doğu ile batının buluşma noktalarının en hareketlisi ve en önemlisi olmuştu. Harran, Urfa, Suruç, Birecik, Samsat ve Rakka gibi, dünya medeniyetinin ilk filizlendiği kentler bu bölgede kurulmuştu. Arkeolojik kazılarda elde edilen buluntulara bakılırsa, Urfa’nın geçmişi tam 11 bin yıl öncesine dayanmaktaydı. Bu kadar eski bir kent bence, ‘Uygarlığın Doğduğu Kent’ nitelemesini fazlasıyla hak ediyordu.Urfa’ya ilk gittiğinizde ve caddelerinde yürümeye başladığınızda, tüm bu görkemli geçmişi görmeniz mümkün olmuyordu. Hatta düş kırıklığına uğramanız kaçınılmazdı. İlk görüntülere bakıp, ‘benim burada ne işim var?’ deme yanılgısına düşebilirdiniz... Kentin merkezinde ana caddenin iki yanına sıralanan birbirinden çirkin binalar, dış mahallelere doğru yoksulluğun getirdiği düzensiz yapılaşma, delik deşik olmuş asfalt yollar, salkım saçak olmuş elektrik ve telefon telleri kenti çirkinleştiriyor, geçmişteki görkemi bir anda silip süpürüyordu. Bu çirkin binaların yerine, Urfa’nın özgün mimarisini yansıtan binalar yapılamaz mıydı? Aslında bu soruyu Anadolu’nun bir çok kentinde sormadan edemiyordum!..Şanlıurfa’nın asıl yüzünü yansıtan sokak ve binalara, Balıklı Göl’ü çevreleyen eski Urfa’da rastlamak mümkündü. Dar ve yüksek duvarlı sokaklar, bu sokakları süsleyen ikinci katları cumba gibi dışarı taşmış taş evler, soğuk demir işçiliğinin en güzel örnekleriyle süslenmiş kafesli pencereler, bazalt taşlarla döşenmiş yollar ve gölge oyunları buralarda hálá izlenebiliyordu. Geçmişin görkeminde ve gölgesinde yapacağınız gezintiler sizi de benim gibi bir ‘Urfa Aşığı’ yapacaktır.Urfa fotoğrafçılar için adeta bir cennettir. Her köşe başında ilginç görüntüler yakalamak mümkündür. Ben de kente gelmeden önce bu konuda epey heveslenmiştim. Ama yağmur öylesine insafsız yağıyordu ki, ne eski sokaklara gidebildim ne bugünün çirkinliklerinde dolaşabildim. Sadece tentelerin altına sığına sığına, bir aşağı bir yukarı dolaşıp, vakit öldürdüm. Bu yürüyüşlerimde, cep telefonu bayilerinin çokluğuna şaşırdım kaldım. Yan yana dizilmiş bayilerin vitrinlerinde, her markadan telefonlar sıra sıra müşteri bekliyordu. Demek ki Urfalılar cep telefonuna oldukça düşkündü. İNANÇ TURİZMİMağaza vitrinlerine bakılırsa, Urfalılar modayı da yakından izliyorlardı. Kuyumcular ışıl ışıl yanıyor, en çok işi de sobacılar yapıyordu.Bir seferinde yağmurdan kaçmak için tenteler de yetmeyince, Ulu Cami’nin sundurmasına sığınmak zorunda kaldım. Kentte 39 tarihi cami olduğunu okumuştum. Bunlar Eyyubiler, Akkoyunlular, Osmanlılar dönemlerinden kalan camilerdi. Birkaçı da kiliseden camiye dönüştürülmüştü. Yağmurun dineceği yoktu. Bulduğum bir tabureyi kuytu bir köşeye çekip, Urfa’yı düşündüm; ilkel dinlerin dünyada bilinen en eski merkezi olan bu kent, çok tanrılı ve tek tanrılı dinlerin de önemli bir merkeziydi. Paganizmin baş tanrısı ‘Sin’in mabedi Harran’daydı. Musevi, Hıristiyan ve İslam dinleri peygamberlerinin atası olan Hz. İbrahim bu kentte doğmuştu. İsrailoğulları’nın atası Yakub Peygamber Harran’da evlenmiş, Eyyub Peygamber Urfa’da vefat etmiş, Musa Peygamber, Şuayb kenti yakınında Şuayb Peygamberle buluşmuş, İsa Peygamber, kenti kutsadığına dair bir mektubunu ve yüzünü sildiği mendile çıkan mucizevi portresini kral Abdar Ukkama’ya göndermişti. Yani Şanlıurfa bir ‘Peygamberler Şehri’ydi. Bu özelliğinden dolayı inanç turizminin en önemli ayaklarından biri olabilirdi.RENGARENK ÇARŞILARYağmur biraz insafa gelince, bir koşu kendimi Gümrük Han’a attım. Bu han Urfa’daki 11 hanın en büyüklerinden biriydi. Giriş kapılarından birinin üzerinde bulunan kitabede, 1562 tarihinde yapıldığı yazıyordu. Hanın üstü kapalı, sokakları rengarenkti. Fotoğraf makinemi boynuma asıp, önüme çıkan her şeyin fotoğrafını çekerek insafsız yağmurdan intikamımı aldım. Gümrük Han’ın çevresine sıralanan çarşıların çoğu Osmanlı’dan kalmaydı. Hüseyniye Çarşısı’nda ahenkli bir tıkırtıyla bakır dövülüyor, Bedesten’de dünyanın dört bir yanından gelen rengarenk ipekler, mahalli giysiler sergileniyor, Sipahi Pazarı’nda, yöre halı ve kilimleri uygun fiyata müşteri bekliyordu.Kebapçılar, önlerinde isot, tütün, çay çuvalları sıralanmış küçük bakkallar, kapılarından kuzuların sallandırıldığı kasaplar, eski takım elbise satan eskiciler, makinelerinin başında müşteri bekleyen sıra sıra terziler, urgancılar, yemeniciler, demirciler, tespihçiler, bıçakçılar... Bu renkli sığınakta karanlık basıncaya kadar dolaştım durdum. Ertesi gün, pamuk tarlalarının arasından geçip giden asfaltı kavlamış yoldan Harran’a gittim. Yol bozuk olmasına rağmen yolculuk bir saat bile sürmedi. Halbuki Evliya Çelebi, Harran’a tam 9 saatte gittiğini yazıyordu. Demek ki geçen onca yıl zamanı sadece 8 saat kısaltabilmişti. Harran’da gördüklerim daha öncekilerden pek farklı değildi. Harran Kalesi’nin duvarları daha da harabeleşmiş, kaçak evlerin sayısı daha da artmıştı. Konik kubbeli Harran evleri, Harran Ulu Cami’nin kalıntıları ise hiçbir değişime uğramadan, gelen ziyaretçileri bekliyorlardı. Değişmeyen bir şey de, ‘kalem parası’ isteyen çocuklardı. Diyarbakır’dan kopup gelen soğuk rüzgar beni iliklerime kadar üşütürken, onlar ‘ayakları yalın, başları kabak’ tir tir birkaç kuruşun peşinde koşturup duruyorlardı.AYDINLIK KAYNAKLARIDaha sonraki gün Harran Üniversitesi’ni gezdim. Rektör Prof. Dr. Uğur Büyükburç, hem bizleri hem yazarlarımızı adeta bağrına bastı. Rektör Büyükburç, bugün 7 fakülte, 1 yüksekokul, 11 meslek yüksekokulu, 3 enstitü, 9 araştırma ve uygulama merkezi ile kente nasıl aydınlık saçtıklarını anlattı. Aynı gün kentteki bir başka eğitim yuvasını da gezdim. Burası Mahmut Cevheri ile Mehmet Tüysüz’ün kurduğu Şanlıata Koleji idi. Binasıyla, derslikleriyle, bilgisayar ve fen laboratuvarlarıyla eşine Batı’da bile zor rastlanır bir okuldu. Urfa’nın ve Türkiye’nin geleceği için çalışan bu eğitim yuvaları, yağmurun ve yoksulluğun kararttığı ruhumu biraz olsun aydınlattı.Yazının girişinde de yazdığım gibi Şanlıurfa, bir sayfada anlatılacak bir kent değildi. Onun içine girdikçe, tanıdıkça insan neyi nasıl anlatacağını şaşırıyordu. Bu hafta Urfa’yı derinlere inmeden, yağmurun ve karın izin verdiği kadar anlatmaya çalıştım. En iyisi gidip görmeniz. Ama sıcaklar bastırmadan orada olmalısınız.. Urfa’nın sıcağı imansızdır, insanın beynine beynine işler, yabancıları gölgelere hapseder.Urfa’nın devamı haftaya kaldı. Şıllık tatlısıyla, patlıcan kebabıyla, Bostana salatasıyla, çiğköftesiyle, isotuyla, Urfa’nın lezzetli mutfağını haftaya anlatacağım.Urfa’nın efsaneleriŞanlıurfa, efsanesi bol bir kenttir. Halk bu efsanelerin gerçekten olduğuna tereddütsüz inanır. Onun için Urfa’da sohbetler bir masal havasında geçer. Bu efsanelerin en önemlilerinden birine göre, Adem ile Havva yeryüzüne ilk kez Harran’da ayak basmışlardır. Adem ile Havva, rengarenk çiçeklerin açtığı bu ovanın güzelliği karşısında şaşırıp kalırlar. Ne var ki, koca ovada tek bir ağaç yoktur. Adem, cennetten gelirken getirdiği nar ve gül dalını ovanın ortasına diker. Hemen büyüyen nar al, gül ise beyaz çiçekler açar.Havva, yine cennetten getirdiği bir buğday tanesini eker. Adem, gül ağacından bir saban yapıp, sabana kendini koşar. Yorulduğu an bir öküz belirir ve sabana boynunu uzatır. Bu nedenle dünyada öküzün ilk kez Harran’da çifte koşulduğuna inanılır. Bu yörede cennetten geldikleri için buğday, gül ve nar kutsal bitkiler olarak kabul edilir.