Rüzgâr, tarih, doğa, vahşi yaşam ve daha fazlası: Cape Town
Rüzgâr sörfçüsü Lena Erdil, antrenmanları için yıl boyunca dünyanın dört bir yanına seyahat ediyor. Geçen günlerde Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Cape Town kentine gitti. Yedinci kez gittiği kentle duygusal bir bağ kurduğunu ifade eden sporcu Erdil, son seyahatinin izlenimlerini ve kentin bilinmeyen yönlerini Hürriyet Seyahat için yazdı. İşte Lena Erdil'in gözünden Cape Town...
İlk kez 2009’da, IFCA Dünya Şampiyonası nedeniyle annemle birlikte kötü şöhretli Cape Town’a doğru yola çıktığımda aslında ne beklemem gerektiğine dair bir fikrim yoktu. Ancak, burada geçirdiğim yedi kışın ardından, ilk sorularımın bazılarına yanıt buldum. Buna karşın kendime muhtemelen milyon tane yeni soru sormaya başladım ve aklımdaki görüntülerin bazıları değişirken, bazıları da daha canlandı. Cape Town, diğer adıyla ‘Mother City’ye yedinci ziyaretimden sonra, zihnimde duygusal bağlar oluştu. İlk seferinde bu Afrika şehrini ziyaret etmenin beni ne kadar heyecanlandırdığını hatırlıyorum. Zihnimde safarilerin, vahşi hayvanların, yerli dansçıların, kabile davullarının görüntüleri uçuşurken aklımın bir kenarında duran ‘Irkçılık’ ve ‘Nelson Mandela’ kelimeleri de ilginç bir tat bırakıyordu.
Cape Town’da en çok sevdiğim şey, ‘çeşitlilik’. Afrika kıtasından birçok insan Cape Town ve Güney Afrika’ya daha iyi bir yaşam ve iş bulma umuduyla gelirken, dünyanın dört bir yanından turistler de vahşi doğa, yeme-içme deneyimleri, kültür ve tarihin büyüsüne kapılıyor. Elbette benim gibi ekstrem spor tutkunları da buz gibi soğuk dalgaları ve güçlü rüzgârları kovalamaya geliyor.
Çoğu şeyi başka yerlerde bulabilirsiniz ama yukarıda saydıklarımın hepsini aynı şehirde bulabileceğiniz başka bir yer daha olamaz. En seçkin kültürel deneyimlerle dolu, canlı bir şehir hayatı yaşayabilir ve aynı şehrin sınırları içinde toplumdan uzakta, sadece vahşi doğa ve okyanusla çevrili bir yaşam sürebilir ya da hepsini, aynı gün, aynı anda yaşayabilirsiniz.
Bedava peeling
Benim için Cape Town’ı cazip kılan başka bir özellik sürekli rüzgâr elbette. Mevsimlerin Avrupa ile ters olması, burayı mükemmel bir kış alternatifi yapıyor. Ancak güçlü rüzgâr ve soğuk su aslında Cape Town’ın çoğu insan için plaj tatili mekânı olmasını engelliyor. Sıcak sularda yüzmek ve kumsalda uzanmak istiyorsanız, burası sizin için doğru bir yer değil. Hafif rüzgârlı bir günde kumsalda oturmayı denedim ve günü kafatasıma, gözlerime ve kulaklarıma yapışan kumlarla bedava peeling yapmış olarak kapattım.
Her ziyaretimde bende hayranlık uyandıran şeylerden biri, bu şehrin doğal güzelliği ve onu çevreleyen vahşi yaşam. Her şeyden önce, görkemli Masa Dağı ve Ümit Burnu’na kadar uzanan komşu Ulusal Park’tan bahsetmem gerekir. Bu dağın tuhaf yassı şekli, şehrin simgesi olmuş ve ünlü teleferiğin yanı sıra sizi doruğa çıkaracak birçok farklı yürüyüş yolu bulunur. Ben de hayatımdaki en güzel yürüyüşleri burada yaptım.
Kişisel favorim, ‘Kirstenbosch Botanik Bahçesi’nden yukarı çıkmka. Masa Dağı’na tırmanışı da şiddetle tavsiye ederim. Ve tabii ki sonsuz beyaz kumsallar ve Atlantik Okyanusu’na inen nefes kesen uçurumları es geçemeyiz. Bütün bu güzellikler arasındaki vahşilik hissini atlayamam. Ümit Burnu’na arabayla giderken, yolun kenarında serbestçe dolaşan babunların yanı sıra devekuşları, kudular, keseli antiloplar ve benzerlerini göreceksiniz, şaşırmayın!
Dünyanın en iyi kahvecisi
Şehir hayatı çok canlı. Old Biscuit Mill’de pazar sabahları kurulan yiyecek pazarı ya da Green Marker Square’de kurulan elişi pazarı… Ki burası hatıra alışverişi için kesinlikle gelinmesi gereken bir yer ama fiyatlarda pazarlık etmeyi unutmayın! Ayrıca içerden aldığım bilgilere göre, dünyanın en iyi kahvecisi de burada bulunuyor. Ve adı da ‘Truth’. Elbette Cape Town’ı çevreleyen muhteşem üzüm bağlarından ve bağ evlerinden söz etmeden olmaz. Olağanüstü restoranlar ve bol miktarda tadılası şarapla bu güzel bağ evlerinde inanılmaz manzaraların ve yiyeceklerin keyfini çıkarabilirsiniz. Kesinlikle tavsiye ederim.
Diğer yandan, Cape Town’un bir de karanlık yüzü var. Bu şehirde yoksulluk ve zenginlik arasındaki fark daha çok dipsiz bir uçurum gibi. Bir tarafta muhteşem villalar, diğer tarafta ‘Township’ (kasaba) denen yerlerde genellikle geniş ailelerin paylaştığı tek bir odadan oluşan teneke kulübeler. Irkçılığın sona ermesinden 50 yıl sonra bu kasabaları görmeye gitmek daha çok zamanda yolculuk yapmak gibi.
Burada günlük yaşam suç, şiddet, öfke ve uyuşturuculardan ibaret. Bu şehri sevmekle birlikte bu yönü ağzımda acı bir tat bırakıyor. Beni daha da üzen şeyse önümüzdeki 50 yılda Cape Town’un karanlık yüzünde işlerin iyiye gitmesini hayal etmenin bile zor görünmesi.
Her şeye rağmen bu şehirde her zaman kendimi güvende hissettim. Cape Town bozulmamış doğası, kültür çeşitliliği ve eşsiz zarafetiyle kesinlikle ziyaret edilmesini önerdiğim bir yer...
PWA Dünya Şampiyonası’nda ikincilik unvanı bulunan Erdil tam bir adrenalin tutkunu. Cape Town’a her yıl tekrar tekrar gitmesinin nedeni ise sert esen rüzgârlar ve dev dalgalar...