Patagonya’nın büyülü dünyası
Patagonya, Güney Amerika’nın Arjantin ile Şili tarafından paylaşılan güney bölgesindeki uçsuz bucaksız coğrafyaya verilen isim. El değmemiş doğası, Patagonya’yı yeryüzünde cenneti yaşayabileceğiniz birkaç yerden biri yapıyor. Bölgede 2.5 ayını geçiren okurumuz Şefik Bağdadıoğlu izlenimlerini yazdı.
Bu yazıya bir feribotta dünyanın en güneyindeki yerleşim birimi olan Şili’nin 36 kişilik Puerto Toro köyüne giderken başladım. 2012 Temmuz ayında başladığım ve 10 ay sürmesini planladığım bisiklet yolculuğunun Kuzey Amerika ayağını ekim ayında bitirdim. Fakat sonrasında dizimdeki kronik bir problemden dolayı bisiklete bir süre ara vermem gerekti. Bu kolay bir karar olmasa da yoluma devam edebilmek önemliydi. Hep görmek istediğim, bana her zaman uzak, fakat bir o kadar da büyülü gelen Patagonya’da biraz zaman geçirebilmek benim için küçük bir zaferdi.
Patagonya, Güney Amerika’nın Arjantin ile Şili tarafından paylaşılan güney bölgesindeki uçsuz bucaksız coğrafyaya verilen isim. El değmemiş doğası, Patagonya’yı bana göre yeryüzünde cenneti yaşayabileceğiniz birkaç yerden biri yapıyor. Coğrafi konumu ve nüfus yoğunluğunun azlığından dolayı gitmesi oldukça zor ama gelindiğinde ayrılması daha da zor olan bir yer. Patagonya’nın yüzölçümü yaklaşık olarak 1.5 Türkiye’ye denk geliyor. Nüfus yoğunluğu ise çok düşük, kilometrekareye ikiden az insan düşüyor. Bu, eğer görmek istemiyorsanız günlerce hiçbir insan görmeden, dünyadaki tek kişi sizmişsiniz gibi yaşayabileceğiniz anlamına geliyor. Hatta bazı günler görmek isteseniz de kimseyi göremeyebiliyorsunuz.
Son anda değiştirmek zorunda kaldığım planlarımdan dolayı, Patagonya’ya giderken Torres Del Paine, El Chalten ve El Calafate gibi popüler doğal parklar dışında kafamda belli bir yol haritası yoktu. Basitçe en güneyden başlayıp kuzeye doğru çıkmayı planladım. Bunun için ilk durağım Şili’ye ait Navarino Adası’ndaki 2500 nüfuslu Puerto Williams kasabası ve bu kasabanın yakınındaki 53 km’lik Circiuto Dientes de Navarino (Dientes) Parkuru’ydu.
DÃœNYANIN EN GÃœNEYÄ°NDEKÄ° ÅžEHÄ°R
Dientes Parkuru’nu senede yaklaşık olarak sadece 300 kişi deniyor. Yükseklik olarak çok zorlu olmasa da konumu ve hava şartları nedeniyle Patagonya’da -teknik olarak kaya tırmanışına girişmeden- en zorlayıcı parkurlardan birisi... Puerto Williams’a gidebilmek için önce Arjantin’in en güneyinde yer alan ve başkent Buenos Aires’e kuş uçuşu 2300 km uzaklıkta olan Ushuaia şehrine gitmem gerekiyordu. Etrafında Ateş Toprakları (Tierra Del Fuego) adlı bölge uzanan bu şehir, dünyanın en güneyindeki şehir olduğunu iddia etse de (İspanyolca: Fin del mundo), bu aslında doğru değil... 2500 kişilik Puerto Williams kasabası ve 36 kişilik Puerto Toro köyü coğrafi olarak Ushuai’dan daha güneyde yer alıyor. Ama burada her şey ‘dünyanın en ucundaki bir şey’ olduğu için bir süre sonra bu turistik adlandırmalara alışmaya başlıyorsunuz. Dünyanın sonundaki tren, dünyanın sonundaki kafe, dünyanın sonundaki restoran derken, neyin nerede olduğunu karıştırıyorsunuz.
ADINI DARWIN’IN GEMİSİNDEN ALIYOR
Puerto Williams, Ushuaia’dan çok uzak olmasa da, Şili ve Arjantin arasındaki politik çekişmelerden dolayı bu iki şehir arasında geçiş yapabilmek oldukça zor ve pahalı. Orada yaşayan birkaç kişiyle konuştuktan sonra, gidebilmenin en ekonomik yolunun bir balıkçıyla anlaşmak olduğunu öğrendim. Beni oraya götürecek balıkçı bulabilmek için Ushuaia Limanı’na sıklıkla gitmeye başladım.
Birkaç gün liman etrafında dolaştıktan sonra aslen Litvanyalı olan bir kaptan ile beni Puerto Williams kasabasına götürmesi konusunda -ona yolculuk boyunca yardımcı olmam şartı ile- anlaştık. Geçiş işlemleri için resmi olarak geçici gemi adamı kartımı aldıktan sonra, sekiz saatlik bir yelkenli yolculuğunun sonunda Puerto Williams’a vardım.
Bulunduğumuz 9 metrelik tekne seyahatin başlarında romantik gelse de boyu zaman zaman 6-7 metreye varan dalgalar, yağmur ve rüzgâr Patagonya’nın neden Patagonya olduğunu ve şaka kaldırmayacağını hatırlatmakta gecikmedi. Beagle Kanalı, dünyanın en zorlu deniz koşullarına sahip olduğu söylenen Horn Burnu’na yaklaşık 120 km uzaklıkta. Kanal her ne kadar Güney Kutbu’nda devrilen buz dağlarının yol açtığı akıntılara karşı koruma sağlasa da, sekiz saatlik yolculuk çoğunlukla dalgalarla boğuşarak geçti.
Puerto Williams, Beagle Kanalı’nın güney kıyısında kurulmuş. Kanal da ismini Darwin’in 1920 seyahatini yaptığı HMS Beagle isimli gemiden alıyor. Daha sonra yazdığı biyografisinde Darwin, Beagle gemisinde yaptığı seyahatin hayatının en önemli anlarından birisi olduğunu ve eğer bu seyahati yapmasaydı, bir bilim adamı olamayacağını, bu nedenle belki de evrim teorisinin ortaya çıkmayacağını söylüyor. Bunun sebebi, buradaki doğanın uyumunun mükemmelliği olmalı...
Güney Amerika’nın en sevdiğim tarafı hiçbir zaman hiçbir şeyin planlandığı gibi gitmemesi. Özellikle Patagonya’da havalar kadar insanlar da değişkendi. 8 saatlik yolculuğun sonunda Puerto Williams kasabasına vardığımızda beni yeni bir macera bekliyordu. Pasaport kontrolünü yapacak olan polislerin mesaisi bittiği için Şili’ye giriş yapamadık. Şili’ye resmi olarak giriş yapamadığımız için bottan inmemiz de yasaktı. Bütün geceyi 9 metrelik teknede geçiremeyeceğimiz için, güneşin batmasını bekleyip ufak bir kayıkla yavaş yavaş kıyıya çıktık. Bu biraz yasadışı olsa da resmi girişim için ertesi gün saat 10’u beklemem gerekecekti.
DOĞAYI YENMEK MÜMKÜN DEĞİL
Birkaç gün Puerto Williams’ta kalıp dört gün sürecek Dientes Parkuru’nun hazırlıklarını yapmaya başladım. Bölgenin topografik haritası, pusula ve yemek stoku gibi şeyleri ayarladıktan ve çadır, uyku tulumu, krampon gibi eşyaların bakımını yaptıktan sonra yola çıkmaya hazırdım.
Güney Yarımküre’de aralık ayı sonu gibi bulunmak, Kuzey Yarımküre’de haziranda bulunmaya denk geliyor, yani kar yağışı, tipi gibi hava koÅŸulları çok beklendik ÅŸeyler deÄŸil. Ben de buna güvenerek 53 km için kendime 3 günlük süre vererek yola çıktım. Fakat birinci günün sonunda yakalandığım tipi ve hızı saatte 70-80 km’ye varan rüzgarlar tırmanışın beklediÄŸim kadar rahat geçmeyeceÄŸini ve Patagonya’ya saygı duymam gerektiÄŸini bana tekrar hatırlattı. Ama sonraki günlerde hava ÅŸartları biraz daha düzeldi.Â
Tipinin bana göre en önemli zorluÄŸu, kar örtüsü ile bulutların birbirine karışmasıyla oluÅŸan ve ufuk çizgisini kaybetmenize yol açan ‘whiteout’ durumu. Her ne kadar yanımızda GPS, pusula ve bulunduÄŸumuz bölgenin topografik haritası olsa da bozulan hava ÅŸartları yön bulmamızı oldukça zorlaÅŸtırdı.Â
Bu hissi, bilemeyenlere anlatabilmem zor: Her taraf bembeyaz, güney-kuzey, doğu-batı, yer-gök, hepsi birbirine giriyor. Kendinizi doğanın yanında ufacık ama ufacık hissediyorsunuz. Doğaya, yaşadığınız hayata, ağaçlara, göllere, yağmura ve kara, kısacası her şeye saygı duymaya başlıyorsunuz. Burası sizin değil ve hiçbir zaman da olmadı. Her anlamda misafir olduğunuzu ve bu misafirliğe hak kazandığınız için aslında ne kadar şanslı olduğunuzu fark ediyorsunuz. Daha derin bir nefes alıp gitmeniz gereken yöne doğru küçük bir adım atıyorsunuz. Bir adım, sonra bir adım daha, o birkaç adımın ilerisini düşünmeden, sadece bir sonrakine yoğunlaşıyorsunuz. Çünkü yanlış atacağınız herhangi bir adım, kontrolü sizin elinizden alıp, doğaya verebilir. İstediğiniz yere vardınız. Ödülünüz mü? Yanınızda günlerdir taşıdığınız altı dilim peynir. Bu, doğayı yenmek değil, olsa olsa kendi limitlerinizi yenmek olabilir.
SONSUZ BİR ÖZGÜRLÜK HİSSİ
Patagonya’da geçirdiğim 2.5 aylık süre içerisinde, belki de hayatımda ilk defa insanlardan ve toplumdan bu kadar izole olarak kalabildim. Bunun kişisel izdüşümünün etkisi yadsınamayacak kadar fazla. Kendinden başka kimseye sorumluluğunun olmamasının verdiği sonsuz bir özgürlük duygusu: İstediğin herhangi bir şeyi, istediğin şekilde, istediğin zaman yapabilirsin. Ama bunun getirdiği başka bir risk de var: Yalnızsın. Kimseden yardım istemek veya hata yapmak gibi bir lüks yok. Benim açımdan bu yalnızlık hissi hayatı biraz daha basit ve gerçekçi yaptı. Olaylara ve duygulara fazla yoğunlaşmadan hayatın akışına kapılmak benim için sakinleştiriciydi. Herkesin hoşuna gider mi bilmiyorum ama benim için kendimi, planlarımı, bakış açımı, problemlerimi önemsiz kılması bakımından oldukça ilginç bir tecrübeydi.
Herkese Patagonya’ya gitmesini söylemiyorum, bu hem gerçekçi değil hem de Patagonya’nın el değmemişliğinin sürdürülebilmesi açısından uygun olmaz. Ama Patagonya’yı görebilmek, en azından benim için, kesinlikle bir ayrıcalıktı.