Pastoral bir senfoni olarak İskoçya
İskoçya’da dilerseniz tarihi bir yolculuk yaparsınız; dilerseniz viskinin peşine düşüp damıtma tesislerini (Distillery) gezersiniz. Ama seçiminiz ne olursa olsun doğa size tüm güzelliklerini sergileyerek eşlik eder. İskoçya ‘pastoral bir senfoni’, bir ayindir. Bu ayine katılmak için en uygun zamansa temmuzun ilk yarısıdır. Bu aralık çok dardır çünkü İskoçya senenin hemen her ayında yağış alan bir ülkedir.
İskoçların söylediği meşhur bir söz vardır. İskoç kıyıdan Skye Adası’na bakarak (ada çok yakındır) yanındakine şöyle der: ‘Eğer adayı göremiyorsanız yağmur yağıyordur, eğer görüyorsanız biraz sonra yağacak!’ Büyük İskoçya rüyası, benim için bisiklet binmek suretiyle zor doğa şartlarıyla harman olduğum, sonunda yaklaşık bin kilometre mesafeyi kat ederek tamamladığım bir İskoçya Ekspedisyonu değil, yaşamın lezzetine varmak için farkındalığımı artırmak yolunda yaptığım mütevazı bir yaz okulu çalışmasıydı. Size de tavsiye ederim... Gerçek lezzeti arayanlar mutlaka bulur. Biraz ‘zahmet.’
İskoçya’ya 2003 senesinin 11 Temmuz’unda yeniden gidişime vesile, Tolga Çeltekligil’le tanışmamdı. Birlikte bisikletle yapacağımız seyahat Edinburg’dan başlayacak, Cesur Yürek William Wallace‘ın anıtının bulunduğu Stirling’den geçilip Loch Katrine çevresi dolaşılacak, Tyndrum üzerinden Grampian dağlarını aşıp Glen Coe’ya inilecek ve Fort Williams’a varılacak, oradan Loch Ness boyunca İnverness’e çıkılacaktı. İnverness kuzeyde çıkılacak en üst nokta, sonra dönüş başlayacak; Tomatin, Kingussie, Dalwhinnie, Blair Atholl, Pitlochry, Perth, Kinross, Dumferm-Line, İnverkeithing üstünden Forth Köprüsü geçilerek Edinburgh’a geri dönülecekti. Güzergahın yaklaşık olarak bin kilometre civarında olacağını hesapladık. Bunun için bize 15 günün yetecekti. Turumuzu yıllardır kullandığımız emektar dağ bisikletlerimizle yapacaktık. Üç arkadaşımız da araç kiralayıp gündüzleri araçla gezecek, gece belli bir noktada buluşacaktık.
11 Temmuz günü, dört kişi İstanbul’dan Londra’ya, oradan Edinburgh’a uçtuk. Tolga Almanya’dan katıldı. Edinburgh Havaalanı’nda ekip toplandı. Tolga ve ben bisikletlerimizi monte ederken üç kişilik ekip de araçlarını kiraladılar.
Onlar araçlarına, biz de bisikletlerimize binip havaalanından Edinburg’un yolunu tuttuk. Evet artık İskoçya’daydık.
BULUTLARIN İÇİNDE PEDAL
Sizlere İskoçya’da gün be gün yaptıklarımızı anlatacak değilim. Yaptığımız turun bisiklet sürüş tekniği ve fiziki dayanıklılık açısından neleri gerektirdiğini de söylemeyeceğim. Çünkü anlatmak istediğim başka şeyler. Amacım, benim gibi yoğun çalışan insanlara profesyonel yaşamlarının dışında da bir yaşam olduğunu hatırlatmaya çalışmaktı. Sürekli olarak hayatı ‘ıskalayacaksın‘, sonra da dönüp faturayı başkalarına keseceksin, yok öyle yağma!
İlk olarak Stirling’e geldik. Cesur Yürek anıtını ziyaret edip ertesi gün güneş tepemizden öbür tarafa kaykılıncaya dek Yayla Oyunları’nı izledik. İnsan irisi yayla adamlarının kucaklarında taşıyıp usturuplu bir şekilde havaya fırlatıp takla attırdığı neredeyse 12 metre uzunluğundaki telefon direklerini gözlerimle görünce bu işin televizyondan seyretmeyle aynı şey olmadığını anladım.
Stirling’den sonra sırasıyla Loch Katrine, Loch Lamond, Tyndrum’da İskoçya’nın Robin Hood’u Rob Roy’un icra-i sanat eylediği bölgeleri katettikten sonra, Grampian Dağları’nı aşıp Glen Coe bölgesine vardık. Grampian Dağları’nda tırmandıkça, bulutların içinde pedal çevirmeye başlıyorsunuz, oluşmaya başlayan kanatlarınız sizi daha da yükseklere taşımaya hazır, hafifliyorsunuz, yerçekimi yok oluyor, yüreğiniz boşalıyor. Gözlere ve gönüllere şenlik. Mavi ve yeşil, beyaz ve gri, su ve taş, börtü ve böcek, velhasıl doğa hep bir ağızdan sonsuzluğu haykırıyorlar, bütün bu cümbüşün içinde ne kadar yokuz, ne kadar hiçiz.
Derken Fort Williams‘a iniyoruz. Görülmeye değer göl kıyısında muhteşem bir kasaba, gece kalıp ertesi gün yukarıya kuzeye doğru çıkıyoruz. İki gün sonra en kuzeyde dönüşün başlangıcı olan İnverness’e geliyoruz. Yola çıktıktan yedi gün sonra, yaklaşık 450 kilometre. Bir gün İnverness’te kalıyoruz. Yorgun değiliz. İnverness gezip görülecek yerler açısından İskoçya’nın en zengin bölgelerinden biri. Çevrede yer alan kalelerden biri de Shakespeare’in Macbeth’inde sözü edilen meşhur Cawdor Kalesi. İnverness’e sadece 16 kilometre uzaklıkta, meşhur Culloden savaş alanına yakın.
İnverness‘ten dönüş başladı. İlk gün köy / kasabanın tek yaşam kaynağı olarak gözüken Dalwhinnie viskileriyle aynı adı taşıyan köyün tek otelinde yer bulmanın mutluluğu içinde yeşillikler ve yağmur damlalarının çatı katındaki odamızda bizim için bestelediği senfoniyle uyuduk. Pitlochry -2002’de Avrupa’nın en güzel süslenmiş/çiçeklerle donatılmış yeri seçildiği söyleniyor-, Blair şatosu ve aynı adı taşıyan Blaii Atholl Viski İmalathanesi (Distillery) bölgede görülmesi gereken önemli noktalar. Caddenin iki tarafında yer alan tüm binaların cephesi çiçeklerle bezenmiş, doyumsuz bir görüntü segilemekte.
Ertesi gün Pert üzerinden Kinross’a vardık, geceyi burada geçirip son durağımız olan Edinburgh’a yöneldik.
Edinburgh İskoçya’nın başkenti ve kültürel merkezi. Kuzeyin Atinası da denilen bu şehri tanımlamak için boşuna çaba sarfetmeyelim. Kelimeler yetersiz kalacaktır. Edinburgh şehri 21. yüzyılda sizi zaman makinesine bindirip Dorik başlı sütunların arasında gezdirir, Royal Mile üstünde tur attırır, kaleyi kuş bakışı seyredersiniz, o sırada meşhur Edinburgh Festivali devam ediyor ise size o lezzeti de tattırır.
YAĞMUR KEYİF BİLE OLABİLİR
Genelde temmuzun 1-15’i arası hava şartları çok uygun. Eğer şanslıysanız güzel hava temmuz sonuna doğru bir hafta daha uzayabilir ama garantisi yok. Daha sonra hemen hemen her gün yağmura yakalanırsınız. Ama bir şey söyleyeyim, biz son iki gün bisikletin üstünde yağmura yakalanmamıza rağmen şikayetçi olmadık. Eğer uygun giysilerinizi yanınıza almışsanız (hafif bir yağmurluk ve su geçirmeyen bir şapka, şemsiyeyi konsantrasyonunuzu bozabileceği için tavsiye etmiyorum, bir çift kuru çorap ve ayağınızda su geçirmeyen botlar) yağmura yakalanmak keyif bile olabilir. Ayrıca yağan yağmur varsa sıkıntılarınızı da yıkayıp götürecektir. Doğa sizi toksinlerinizden arındıracaktır.
İskoçya’dan somon yemeden dönülmez
İskoçya da büyük şehirlerdeki oteller belli. Benim tavsiyem yatak-kahvaltı (Bed and Breakfast -B&B) tipi yerlerde kalmak. Bu tip yerler İskoçya Turist Organizasyonu’na (Scottish Tourist Board) kayıtlı ve son derece ciddi hizmet veriyorlar. Büyük şehirlerde kişi başı 20-27 pound seviyesinde olan fiyatlar, şehir dışında 15-20 pound’a iniyor. Temmuz ayında biz rezervasyon yapmadan, bisikletle nerede ne zaman olacağımızı tam olarak bilemediğimiz için, nerede akşam orada B&B diyerek geceledik. Ancak kalabalık olarak geziyorsanız bazen aynı B&B’de 5 yatak birden bulamayabilirsiniz. Bizler bu seyahatte ekiple aynı odayı, hatta bazen yatağı paylaştık. Çok da komik oldu. İskoçya’da kalınacak yerler ve rezervasyon için www.visitscotland.com adresini ziyaret edebilirsiniz.
Bu arada, kahvaltıda ‘Scottish Brekfast’ (İskoç Kahvaltı) tipini seçerseniz bilin ki küçük taneli kuru fasulye tabağınızı süsleyecektir. Eğer ayrıca belirtmezseniz yine standart olarak simsiyah renkli kalın ve dairesel olarak kesilmiş bir ‘kitle’ kahvaltı tabağınızdaki yerini alacaktır. Sorup öğrendik, pahalı ve kıymetli bir yiyecek imiş: Domuz kanından yapılmış sosis! Şunu da unutmayın, İskoçya’dan somon yemeden dönülmez. Orada somon başka somonlara, ancak ‘yaban’ olmak koşuluyla benzemez. Siparişinizi vermeden önce balığın ‘menşei’ni sormanız gerekir; çiftlik mi, yaban mı? Kırmızı et denince de ayrı bir spesiyalite ‘Aberdeen Angus Bonfile’si. Gelelim Haggis’ e... Bildiğimiz kıyma, sakatattan çekilmiş. Çok özel bir şekilde pişiriliyor, mutlaka denemelisiniz. Ayrıca İskoçların tatlıları çok lezzetli.
BURALARI GÖRMEDEN OLMAZ
Edinburgh Kalesi
Şehre neredeyse ‘kuşbakışı’ bir bakış bahşeden bu kalenin gözden kaçması imkansız. İskoçya’nın en popüler tarihi yapısı. Kaleye girişte sizi İskoçya’nın İngilizlere bayrak açan ve daha sonra yakalanıp Londra’da idam edilen ve vücudunun her bir parçası bir tarafa savrulan William Wallace’ın (meşhur filmdeki sıfatıyla Cesur Yürek) ve yine İngilizlere yenilgiyi tattıran milli kahramanları Robert the Bruce ‘un bronz heykelleri karşılar. Çepeçevre surla çevrili olan bu yerleşim yerinde mutlaka görülmesi gereken bölümlerden biri İskoçya Savaş Anıtı. (Scottish National War Memorial)
Royal Mil
Edinburgh Kalesi’nden çıkıp da Palace of Holyroodhouse istikametinde yürürseniz üstünde bulacağınız caddenin haritalardaki adı High Street olmasına rağmen, halk ona Royal Mile der. Yaklaşık olarak bir mil uzunluğundaki cadde üstünde yer alan çeşitli dükkanlar ilginç alışveriş noktaları olarak sizi para harcamaya teşvik eder. Bu cadde üstünde yer alan Camera Obscura, St. Giles Katedrali, John Knox’un Evi gibi yapılara uğramalısınız.
Stirling William Wallace Anıtı
Stirling Edinburgh’a yaklaşık 80 kilometre uzaklıkta. Kasabaya hakim iki tepeden birinde Stirling Kalesi, diğerinde ise William Wallace Anıtı var. 140 adet olduğunu hatırladığım dar ve dönerek yükselen kule merdivenlerini tırmanıp William Wallace Anıtı’nın tepesine vardığınızda, emin olun mükafatınız muhteşem olacak.
Roslin Şapel
Eğer Edinburgh’a gitmişseniz Roslin Şapel’e gitmek artık farz olmuştur. Şehre yaklaşık 10 kilometre mesafede. Bildiğiniz gibi Dan Brown’un sondan bir evvelki kitabı, bestseller olan Da Vinci Şifresi’nin son kısmında bütün gizem dönüp dolaşıp Roslin Şapel’de düğümlenir.
Pitlokri
İskoçya’nın coğrafi merkezi Pitlokri. Meşhur İskoç yünlüleri burada yapılıyor. Çiçekler, çiçekler, çiçekler... Binaların cephelerinden, elektrik direklerinden, otellerin balkonlarından, her yerden fışkıran özenle yetiştirilmiş çiçekler, rengarenk. Temmuz ayında manzara böyle. Bu küçük kasabada sonsuza kadar kalabilirsiniz. Çevrede yer alan, muhteşem bahçeleriyle Blair Kalesi’ni ve Blair Atholl Viski İmalathanesi’ni mutlaka görmelisiniz.