Paris blogu-1
Buradan yazı yapacak halim ve vaktim yok. Niye olduğunu anlayacaksınız okuyunca. İyisi mi ‘blog’ formatına dönüp kısa notlarımı aktarayım size. Böylece maceramı paylaşmış oluruz…
Ben koridor kenarındayım, yanımda iki erkek yolcu var, belli ki birlikte seyahat ediyorlar ve konuşmalardan anladığım, biri Fenerli, biri Galatasaraylı.
Uçuşun birinci saatinde, geniş geniş açarak gazetelerin spor sayfalarını okuyorlar ve iki sesli olarak son maçları, sonuçları filan yorumluyorlar. Okumaya çalışıyorum ama mümkün değil. Gazeteler tükendikten sonra - susacaklarını hiç sanmam ama en azından - başka şeyler konuşurlar, diye umuyorum.
Uçuşun ikinci saatinde, bu sefer son maçlardan değil, genelde futboldan konuşuyorlar. Şampiyonluk sonrası yapılan taşkınlıklardan, futbolun aslında bir ‘oyun’ olduğundan, ama niye insanların bu kadar şiddete düşkün olduğundan filan… Size derin felsefi bir yorum cümlesini aktarayım, siz gerisini tahmin edersiniz: “Bu bir eğlence alt tarafı. Ben altı yaşındaki kızımla şampiyonluğu kutlamaya çıkmışım sokağa… Şimdi sen, küçük kızınla elinde bayrak sokağa çıktığında birilerinin sana saldırmasını istemiyorsan, sen de şampiyonluğu kutlayanlara sataşmayacaksın! Ben de yanımda kızım varken…” Ayyyh! İkinci saatin ve yemeğin sonunda artık yoruldular. Ben elimdeki kitabın aynı sayfasını on sekizince defa okuyorum nafile. Bu kez susmasalar bile futbol bitti galiba, konu tükendi…
Uçuşun üçüncü saatinde, sen öyle san Serdar, satılması veya atılması gereken futbolcuları, Feneri’in ve GS’nin ideal tertiplerini tartışıyorlar. 11 görev için en az iki isim, tabii teknik direktör adaylarını unutmadan.
Paris Orly’ye indiğimizde, 2006/2007 sezonu için tahminlerini paylaşmaktaydılar.
Son cümle beni bitirdi. Biri, diğerine sordu:
- Burada saat kaç şu anda? 20.45 olmasın! Vu hahahahaha!
*
Okuyamıyorum, çalışamıyorum, bari SkyLife’a bir göz atayım. Hani THY’nin dergisi. Yırtık pırtık, benden önceki bir yolcu paralamış, THY de pindilik etmiş yenilememiş. Bilmece. Bilmece de ½ çözülmüş. En gıcığı ve zoru içine edilmiş bilmecedir. Ama çare yok. Zaten sorular da cevaplar da abuk sabuk.
Mesela… Soldan sağa bilmem kaç.
Soru: Sınırlı
Cevap: LİMİTED
Haydaaa!
Yukarıdan aşağı bilmem kaç.
Soru: Benzerlerinden aşağı
Cevap: PEKALA
Hoppalaaa!
Geçiniz! Biraz kestirelim bari…
Ama THY’nin deri taklidi mavi koltukları o kadar kaygan ki, insan sürekli öne doğru kayıyor. Biraz kestirdiniz mi kıç üstü yere oturmak olası. Acaba uçuş sırasında kemerlerimiz her zaman bağlı kalsın diye mi böyle yapmışlar?
*
İniş için perdeler açıldı. Business Class yolcularına sıcak elbezi dağıtıyorlar.
3 saatlik yolu biraz daha geniş koltuklarda kat etmek ve bir bardak ekstra içki içmek için… Allah bilir iki katı mı, üç katı mı bilet ücreti ödediklerinden, kendilerine gelsinler diyedir belki de…
*
Çok zor otel bulduk Paris’te, mucize eseri. Şampiyonlar Ligi Finali varmış, artı bir iki salon… Tek bir oda bile yok. 1.500 Avro ödemeyi yahut genelev vazifesi gören ‘pas’ otellerde kalmayı göze alsan da, yok, yok, yok!
Neyse, bir oda bulduk sonunda…
Mercedes taksinin koltukları da THY gibi. Bu gün kısmetsiz günüm. Her frende vıjjjjt öne ilerliyorum.
*
Paris dünyanın en güzel şehirlerinden biri… Ama işten başımı kaşıyacak vaktim yok.
Korkunç bir şey, Paris’te olmak ve günün 18 saatini toplantıda, görüşmede, metroda yahut kaldırımda birini bekleyerek geçirmek. Sinemalar, tiyatrolar, kitapçılar, müzeler, sonra karıcığım ben burayı okuma neler neler iki adım ötede ve…
Paris’te çalışmak zorunda olmak. Ahhh! Naomi ile yatağa girip muhasebe defteri tutmak gibi bir şey!
*
Küçük bir ciddi not: Bugün, Muammer Elveren dostumun yardımıyla Fransız Ulusal Meclisi’ne akredite oldum. Ve yıllardır filmlerde, belgesellerde seyrettiğimiz o efsanevi ‘yarım daire’yi içeriden görebildim.
Üst katta, basına ayrılan bölüme oturdum. Tarini tahta sıralarda gazetelerin, dergilerin adı yazılı. Kısmetime MATIN DE PARIS düştü. Gençler arasında işsizlik üstüne bir görüşmeydi. Kürsüde tatsız tuzsuz bir konuşmacı, sıralarda da 10-15 milletvekili vardı.
Gözlerimi kapadım ve… tribünde Jean Jaurès’i hayal etmeye çalıştım…
*
İşlerimin arasına sıkıştırıp, Fransa’nın 3 büyük devlek kanalının olduğu ‘Groupe France Télévision’a da gittim, iki eski gazeteci dostumu görmeye ve Çarşamba sabahki bir ziyareti planlamaya.
Perşembe sabahı Meclis’te ‘Ermeni Soykırımını İnkar Yasa Tasarısı’ oylanacak (Biz ‘Sözde’ diyoruz, onlar böyle diyor namıssızlar!) Onun için buradayım ve iş çok…
Size Paris’in daha ilgi çekici bir yüzünü anlatmak isterdim ama… şimdilik (24 saat oldu geleli) gördüğüm, yaşadığım bundan ibaret.
Saat 19.00.
Az sonra çıkacağım. Çok eski bir gazeteci dostuma yemeğe gideceğim. Dönüp bugünkü bir görüşmeyi haber haline getireceğim ve sabah, üstünüze afiyet... 5’de bir televizyon programının yazı işleri toplantısına yetişeceğim. Yes, sabahın 5’inde…
Çok çalışmam lazım, çooook!
Kaçıyorum…