Son Güncelleme:
PALERMO'DA İKİNCİ GÜN: ŞEHRİ ANLAMAK HERŞEYİ ANLAMAKTIR
PALERMO'DA İKİNCİ GÜN: ŞEHRİ ANLAMAK HERŞEYİ ANLAMAKTIR Erken uyandık. Odaların içine kadar giren bir kuruvasan kokusu dolaşıyor etrafta. Capuccino makinesinin sesi yukarı kadar geliyor. İtalyanlar kendi kahvaltı anlayışlarını size de dayatıyorlar. Bir kuruvasan bir capuccino... Gün geceden çok da aydınlık değil aslında. Şehrin mütevazı, ama eski yapılarının en çoğu dört katlı. Bulutlardan neredeyse onların çatılarına inmiş. Taksinin sileceklerinin arasından ne görebilirsem işte: yazıyorum. Batıya doğru, havaalanının olduğu yere doğru büyüyen bir şehir Palermo. Via Roma üzerindeki en lüks oteller bu tarafta çünkü. Sokaklar, caddeler ızgara plana göre yapılmış. Belli ki bu şehrin ilk formlarından birisi. Eski şehir, iki eksenle belirleniyor. Via Vittorio Emanuele ve Via Maqueda. Ouattro Canti bunların tam ortasında. Yani bu ikisi bir haç oluşturuyorlar. Bu tasarrufların sahibi geçen yazıda söyledik, adada İspanyol hakimiyeti zamanındaki İspanyol valiler. Şehri belirleyerek şehre hakim olacaklar. Hiç bilmediğiniz bir şehre gittiniz diyelim. İlk nereyi gezeceksiniz: İktidarın yapılarını tabi, bir de tapınakları. Çünkü bunlar, tapınaklar yani camiler, kiliseler ve saraylar iktidarın yani güçlülerin ete taşa büründüğü yapılardır ve her şehrin en sağlam binaları da bunlardır. İtalyan şehirlerinde de Duomo'lar (Şehir katedraline İtalyanlar böyle diyor: İtalyanca bilmiyorum ama sanırım bu ismi o geniş, muhteşem kubbelerinden (dome) alıyorlar) bizdeki Cuma camilerine benziyor. Her şehirde bir tane var. Biz de ilkönce bir saraya, Norman Sarayı'na sonra da Palermo Katedrali'ne gittik. Sarayın konumu, Sicilya'nın ilk hakimleri Yunanlar, Kartacalılar ve Romalılar tarafından belirlenmiş. Adaya 830'larda gelen Araplar da burada 937'ye kadar kalmışlar. Bugün gidip görebileceğiniz yapı ise Roger II zamanında inşa edildi. Saray, adanın ve tarihin kozmopolit yapısını da yansıtıyor. Mimarideki Arap etkileri, adanın sonraki hakimleri tarafından binaya yapılan eklemeler Gotik'le Doğu'yu yanyana getiriyor. Roger II'nin, Saray Şapel'ine giderken, soldaki duvarda asılı üç dilde yazılmış kitabesi, Kuzeyden inen bu Almanların, tarihin sonraki dönemlerinde kendilerinden hiç beklenmeyecek bir liberal siyaseti Sicilya'da başardığını gösteriyor. Şapel, küçük kilise yani ayazma. Sarayın içindeki bu tapınak, aslında değişik okumaları hakediyor. İbadet yerinin sarayın içine alınması ve bu küçük kilisenin, şehrin katedralinden daha görkemli ayrıntılarla bezenmesinin üzerinde düşünmeliyiz. Başka bir veri daha var. Martorana Kilisesi ve Monrael Katedrali (sonraki yazıda oradayız) duvarlarındaki bir figür oldukça ilginç. Bu mozaiklerde Roger II'nin tacını İsa giydiriyor. Roma İmparatorluğu'nun yıkılmasından sonra Avrupa coğrafyasında ilk büyük birliğin mimarı Charlemagne bile tacını papanın elinden almıştı oysa. Bu figür, Sicilya'nın saraylarında, yapılarında ortaya çıkan Doğu etkisinin siyasetteki karşılığı aslında. Papa Tanrı'nın vekilidir, oysa doğuda İmparatorlar kendilerinin Tanrı'nın yeryüzündeki gölgesi olduğunu iddia ederler. Şapel, küçük ama etkileyici. İçerdeki mozaiklerin renkleri bazen gözleri yoruyor. Herşeyin, sütunların, duvarların, pencerelerin birer metin haline geldiği kiliselerde insan nereye baksa başka bir öykü görüyor. İncil'in bütün sayfaları duvarlarda... İsa'nın mezarını temsil eden apsisin tam karşısında kral locası bulunuyor, en arkada, yani buradaki bir ayinde sadece ruhani liderle siyasi lider gözgöze geliyor. Diğerleri gibi kral da yüzünü apsisteki rahibe dönüyordu. Rahibin arkasında İsa kendisine dua edenlere bakıyor, kralsa İsa'ya dua edenlerin en arkasında, onların göremediği bir yerde, onlar gibi İsa'ya. Kral locasının en arkada olmasının siyasi bir gösterge olarak bir değeri var mıdır? Malumunuz, Cuma namazı sırasında Müslüman beylerin, padişahların nerede duracakları sorunu, içinde böyle bir göstergeyi barındırır. Padişah, bütün kullar gibi imamın da padişahıdır; öyleyse onun arkasında diğer kullar gibi saf tutamaz. İmamın da önüne geçemeyeceğine göre başka bir çözüm bulunur. hünkar mahfili denilen ve minbere yakın bir yerde bulunan o "loca"lar, aynı zamanda Doğu ve İslâm dünyasında dünyevi iktidarın mutlak gücünün göstergesidir. Palermo'da Palatine Chapel'indeki kral locası böyle bir gösterge barındırıyor mu?. Gerçi bu benim gördüğüm tek saray şapeli. Ama yukarıdaki söylediklerime şunu da ekleyelim sanki dönemin kilise-devlet arasındaki uzaklığı görüntü olarak belirecek gözümüzde. Bir saray şapelinde toplu ibadet yapılan bir anda, rahiplerin ve papazların arkasında, apsis, orada da İsa var. Ona dönük şekilde yerleştirilmiş sıralarda oturanlar ise muhtemelen kralın maiyetindekiler, onların arkasında da kral var. Yani göklerin kralıyla, yerlerin kralı karşı karşıya. İkisinin de maiyeti, vekilleri hemen önlerinde. Sanki, kralın locasının konumu bu yüzden en arkada yapılmış. Ancak şunu unutmayalım, şapel zaten sarayın içinde. Yani ruhani-dünyevinin içinde ve tabii ki buradaki rahip de krala bağlı. Bu tek örnekten yola çıkılarak kral locasının konumu siyasal bir gösterge olarak okunabilir mi bilmiyorum: ama denedim. Yapıyı okuduğumuz gibi şehri okumaya devam edelim. Şimdiye kadar değinmedik, (ama ben de ikinci günün akşamı, Palermo'da denizi gördüm) burası bir liman şehri. "La Cala" isimli, anahtar deliğini andıran bir liman bu. Şehir ismini buradan alıyor. "Panormus", büyük liman anlamına geliyor. Eski şehrin sınırlarını da belirleyelim, bugün doğudaki Via Lıncoln ve Corso Tukory isimli caddeler, batıda Via Cavour ve Via Volturno, güneyde ise sınırı saray belirliyor, caddeler: Corso de Ruggero ve Corso Alberto Amedeo. Bu caddeler biraz da zorlamayla olsa da bir dikdörtgen oluşturuyor. Kuzeyde deniz var. Bahsettiğimiz haç bu dikdörtgeni dörde bölüyor. Haçın, limandan saraya uzanan dikey ekseni: Via Vıttorio Emanuelle. Şehrin alışveriş merkezi olan Ouattro Canti de bu eksenin orta noktası. Sarayla Pazar arasında ise şehrin üçüncü önemli merkezi olan Katedral var. Bu üçünün pazarın, kilisenin ve sarayın, sonuncusuyla biten bir eksen üzerinde olması ve bu eksenin diğer sonunun limana uzanması, dünyevi iktidarın mutlaklığını da yansıtıyor. Şehir formunun iktidarın hikayesini içerdiği görüşü sadece bana ait değil. Kilise-saray-pazar üçlüsünün şehrin dokusunu belirlemedeki rolleri İngiltere, İtalya, Fransa ve Almanya'da birbirinden değişik biçimlerde gerçekleşir. Bu biçimler de bu saydığımız ülkelerde din-ticaret-devlet arasındaki ilişkilerin ipuçlarını içinde barındırır. Sicilya'da da bu ilişkileri gözlerinizle öğrenebilirsiniz. Şehir planına, İsa'dan taç giyen Roger II'ye ve saray şapeline bakınız: tahtın gücünü göreceksiniz. Aslında Palermo, sokak tabelalarındaki üç diliyle, saraylar ve kiliselerindeki kozmopolit mimarisiyle ve iktidarın yukarıda bahsettiğimiz mutlaklığıyla Batı kıyılarına yanaşmış bir Doğu gemisinin karaya uzatılmış merdiveni sanki. İktidar şehrin hem öznesi hem nesnesidir diye düşünürüm ben. Sicilya'nın on asırlık tarihini kuzeyden gelen Almanlara dayatması da bu söylediğimi doğruluyor. Şehirler, göstergelerin cenneti, kim kovabilir ki bizi oradan? Hakan KAYNAR- 14 Şubat 2001, Çarşamba