Saffet Emre TONGUÇ
Son Güncelleme:
Ölmeden önce görülecek bin yer listesinden İSKANDİNAVYA
Amerika’nın en çok satanlar listesinde bir numarayı uzun süre kimselere kaptırmayan bir kitap var. Patricia Schultz’un yazdığı ve "Ölmeden önce görmeniz gereken 1000 yer" adını taşıyan bu eserde bahsedilen isimlere ilk defa baktığımda çok iyi bildiğim yerler de vardı, adını hiç duymamış olduklarım da. Türkiye’den ise 12 yer seçilmişti. Kitapta beni en çok etkileyen şeylerden bir tanesi giriş cümlesiydi "Yaşam aldığımız nefes sayısıyla değil, nefesimizi kesen yer ve anların sayısıyla ölçülür." Hazır bahar gelirken ve İskandinavya sezonu yaklaşırken kendi yorumum ve fotoğraflarımla, Kuzey Avrupa’da benim de gördüğüm ve etkilendiğim yerlerle, Türkiye’nin ilk 12’sini sizlerle paylaşmak istedim.
Kuzey ve Baltık denizleri arasında bulunan Danimarka, İskandinavya’nın da eşiği sayılıyor. Danimarka’nın en büyükadası Zealand’da yer alan ve ülke nüfusunun beşte biri olan 1,1 milyon insanı barındıran Kopenhag, 1167 yılında piskopos Absalon tarafından kurulmuş. Danimarkalı kralların yaklaşık bin yıldır izlerini bıraktıkları bu şehir, en büyük imar hareketini, 1600’lü yıllarda IV. Christian zamanında yaşamış. Dünyanın en eski monarşilerinden birine ev sahipliği yapan şehirdeki Amelienborg Sarayı’nda bugün Kraliçe Margrethe II hayatın tadını çıkarıyor, yazın da Fransız kocasıyla 406 adadan oluşan ülkeyi dolaşıyor. Eski saray olan Christiansborg ülkenin parlamentosu olarak kullanılırken, Rosenborg’da ise kraliyet mücevherleri sergileniyor.
Baltık ticaret yolu üzerinde olduğu için gelişmesini hızla sürdüren ve 15. yüzyılda kraliyet merkezi olan Kopenhag’ daki kanal turları (www.canaltours.com) size Amsterdam gibi kanalları çok olan bu şehrin likit tarihiyle ilgili ipuçları verirken, değişik bir açıdan Kopenhag’ı görmenizi sağlıyor.18. yüzyılda veba salgını,19. yüzyılda Napolyon Savaşları, 20. yüzyılda Nazi işgali gibi badireleri atlatan ve adı Danca’da "Tüccarlar Limanı" anlamına gelen bu şehrin tam orta noktasında Belediye Sarayı Meydanı (Radhuspladsen) var. Bu meydandan Kraliyet Tiyatrosu ve alışveriş merkezi Magasin du Nord’un bulunduğu Kongens Nytorv meydanına yürürseniz, şehrin can damarı olan ve yayaların tekeline sunulmuş bulunan Stroget’ten geçiyorsunuz.
Kitabın Kopenhag bölümünde ilk bahsi geçen yerimiz ünlü D’Angleterre Oteli (www.remmen.dk ). Eski dünya zarafetini yansıtan otel 1775 yılında açılmış. Her ne kadar Yeni Liman olarak adlandırılsa da, 1600’lerde bir suni kanal olarak tasarlanan Nyhavn, şehrin gece hayatının en önemli noktalarından biri ve otelin hemen önünde yer alıyor.Otelin Palm Court diye geçen salonu beş çayı için biçilmiş kaftan, restoranı Kommandanten ise belki de ülkenin en iyisi. Royal Copenhagen porselenleriyle servisi yapılan fiks mönünün fiyatı 95 dolar civarında.
Türkiye’den gelme eserlerin de bulunduğu Glyptotek (www.glyptoteket.com ) ve Belediye Binası’nın yanında 1843’ten beri hizmet veren Tivoli bahçeleri de listede bulunuyor. Tiyatrolar, birahaneler ve lunapark 400 bin çiçeğin süsleyip, 110 bin ampulün aydınlattığı bu parkı daha da renkli hale getiriyor. Kraliçe 60. yaşını burada kutladı dersem belki akşam yemeği için tercihiniz Tivoli’nin 37 restoranından biri olabilir. Benim tavsiyelerim: Divan 2 (33750750 www.divan2.dk) ve Perlen (33148644 www.perlen-tivoli.dk). Dediklerine göre Walt Disney, Disneyland’i yaratırken Tivoli’den etkilenmiş.
Glyptotek Müzesi’nin özelliği ise ünlü Carlsberg biralarının sahibi Carl Jacobsen tarafından kurulmuş olması. Meşhur "Küçük deniz kızı" heykeli de gene Jacobsen’ın Kopenhag’a bir hediyesi. Şehrin biraz dışında ise muhteşem bir sanat müzesi olan Louisiana (www.louisiana.dk) ile Sheakespeare’in Hamlet’inde geçen şato olan Kronborg Slot (www.kronborg.dk) var. Lousiana Müzesi’ne giden yol adeta Danimarka Rivyerası gibi. Yolda muhteşem evler var. Lousiana’da sürekli değişen sergiler insanın ufkunu açarken, heykeltıraş Alberto Giacometti ve Picasso’nun eserleri de nefes kesiyor.
FİNLANDİYA
Kuzeyin beyaz şehri, 188 bin göl ve mağaralardaki sergiler
Asyalı kökleri dolayısıyla diğer İskandinavyalıların kendilerinden saymadıkları Finlilerin başkenti Helsinki, Fener Rum Patrikhanesi’ne bağlı Uspenski katedrali ve Senato Meydanı ile dikkat çekiyor. 1812’den beri başkent olanHelsinki’nin diğer bir adı da "Kuzeyin beyaz şehri." Kayaların içinde yer alan Temppeliaukio Kilisesi, en çok turist çeken yerlerden biri ama kitabımızda bulunmuyor. Hotel Kamp, Savoy Restaurant ve ünlü müzisyen Jean Sibelius’un evi Ainola muhakkak görülmeli diye bahsediliyor. 1887 yılında açılan otel için Sibelius bir beste, ünlü ressam Victor Andren ise "Kamp’te bir parti" diye bir tablo yapmış. Yalnız, oda fiyatları 350 dolardan başlıyor (www.hotelkamp.fi).
Finlandiya’ya giderseniz en çok duyacağınız isimlerden biri ünlü mimarları Alvar Aalto olacak. Aalto’nun 1937’de her detayını planladığı Savoy Restaurant, ülkenin ilk cumhurbaşkanı Marski’nin de en gözde mekanlarından. Aklınızda olsun, Marski’nin favorisi, herring balığı ve etten yapılan Vorschmack isimli yemek... Aalto’nun şehirdeki en önemli eserlerinden biri ise Finlandiatalo diye geçen Finlandiya Evi. Adamcağız güzel bir bina yapmış ama dış cephede kullandığı beyaz mermerin ülkenin soğuğuna dayanamayacağını hesaba katmamış, o yüzden de sık sık mermerler değiştiriliyor!
Günümüzün dünyası tamamen pazarlama üzerine kurulmuş. Noel Baba her ne kadar bizim güney sahillerimizde doğmuş olsa da kuzey kutbunda bulunan Rovaniemi onun köyü olarak geçiyor. Buradaki postaneye her sene 600 bin mektup geliyor ve bunların üçte birine de cevap yazıyorlar! Parayı bastırırsanız Noel Baba her yıl sizin çocuğunuza da mektup yolluyor (www.santaclauslive.com). Burada Oppipoika isimli güzel bir restoran var. 20 dolara karnınızı doyurabileceğiniz mekanda tavsiyem somon ve Ren geyiği (358-16-3388111).
Listede yer alan Savonlinna Opera Festivali, 188 bin göl bulunan Finlandiya’nın göller bölgesindeki, 15. yüzyıldan kalma Olavinlinna kalesinde yapılıyor. Huş ve çam ağaçlarının donattığı bu bölge olağanüstü bir doğal güzelliğe sahip. Rusya’dan gelebilecek tehlikelere karşı inşa edilmiş olan kale, Helsinki’den 340 km. uzaklıkta. Temmuz ve ağustosta yapılan festivalin biletlerini www.operafstival.fi adresinden temin edebilirsiniz. Savonlinna’da Rus çarları döneminden kalma Rauhalinna isimli çok güzel bir otel de var. Savonlinna’nın göl kenarındaki ana caddesinin bir paralelindeki caddeye giderseniz, Şahmaran isimli bir pizzacı göreceksiniz. Sahipleri Afşin Elbistan’dan kalkıp buralara gelmişler. Benim bu bölge için tavsiyem şu: Retretti Sanat Merkezi olağanüstü bir mekan ve inanılmaz sergilere ev sahipliği yapıyor. En önemli özelliği de yerin altındaki mağaraların sergi salonları olarak kullanılması (www.retretti.fi)
NORVEÇ
Dünyadaki cennet fiyordlarında
Norveç, Tanrı’nın boş bir vaktine denk getirip detay çalıştığı, dantel gibi bir ülke. Her şey o kadar güzel ve şiirsel ki kendinizi bir ressamın tuvaline ya da bir şairin şiirine dalmış gibi hissediyorsunuz. Bu kadarla kalsa iyi, gezegenimizdekişi başına düşen en yüksek gelire de sahipler. Dünyanın üç numaralı petrol üreticisinde refah düzeyi tavan yapmış, dış borç sıfır, bütçe açığı falan hak getire.
Her ne kadar Schengen vizesiyle gidilse de Norveç AB’ye üye değil. Biz bu kadar yırtınırken, Türkiye’nin yarısı kadar bir ülkede yaşayan 4,5 milyonluk Norveç halkı, yapılan referandumlarda üyeliği hayır diyerek reddediyor. İşin enteresan tarafı ise Avrupa’da Kopenhag kriterlerine en fazla uyum gösteren ikinci ülke olmaları.
1070 yılında kurulan ve ortaçağda Norveç Krallığı’nın başkenti olan Bergen, Alman kökenli Hansa Birliği tüccarlarının da merkezi olmuş ve birliğin binaları şu anda UNESCO’nun dünya kültürel mirası listesinde. Norveç’te muhakkak görülmesi gerekli yerler arasında bulunan Bergen’de her şey limanın etrafında toplanmış ve yürüme mesafesinde. Çiçek ve balık pazarı, bir metropole yetecek kadar mağaza neredeyse yan yana. Bergen sürprizlerle dolu bir şehir, çiçeklerle renklendirilmiş ahşap evlerin yer aldığı daracık sokaklar insanı bazen geçmişte bir yolculuğa çıkarıyor. Bu arada şemsiyenizi unutmayın, çünkü senenin 275 günü yağmur yağıyor! 320 metre yükseklikteki Floyen tepesi ise şehrin en güzel manzaralarından birine sahip. Tırmanmanıza hiç gerek yok, 60 Norveç Kronu verdiğinizde finiküler sizi şehrin tadını çıkaracağınız tepeye çıkarıyor. Bergen’e kadar gelmişken fiyordları görmeyi ihmal etmeyin. Dünyanın en uzun fiyordu (204 km.) Sogne ve sizi ona götüren meşhur Flam treni de (www.flaamsbana.no) Bergen yakınlarında.
Bergen’in en ünlü isimlerinden biri, Troldhaugen’deki (Troll Tepesi) evi bugün müze olarak kullanılan klasik müziğe imzasını atmış Edvard Grieg. Müzede yazın konserler de düzenleniyor. Şehirde sadece 235 bin kişi yaşıyor amaBergen Uluslararası Müzik Festivali dünyaca meşhur.
Başkent Oslo’ya geldiğinizde ise listede Edvard Munch Müzesi, Continental Hotel ve Viking Gemi Müzesi var. Bence buna ünlü heykeltıraş Gustav Vigeland’ın yarattığı Vigeland Parkı’nı da eklemek lazım. 1863-1944 yılları arasında yaşayan Munch, ölmeden önce Oslo’ya yaklaşık 24 bin eser bırakmış ve bunların çoğu 1963’te açılan müzede sergileniyor. Beş yaşında annesini kaybeden ve çocukluğu hastalıklarla geçen sanatçının acıları eserlerine yansımış. En ünlü eseri ise çalınması büyük bir olay olan "Scream" (Çığlık). Milli Galeri’deki bu eserin fotoğrafının çekilmesi artık yasak ama benim arşivimden bir resim size sanatçının tarzı hakkında bilgi verecek.
1900 yılında inşa edilen ve dört kuşaktır Brochmann ailesi tarafından işletilen Hotel Continental (www.hotel-continental.no) Oslo’nun en güzel konaklama mekanı. Duvarlarında Munch’un grafiklerinin olduğu otelin Theater isimli kafesi de çok meşhur. Lipp ise hem bar hem de restoran olarak Continental’in önemli bir bölümü. Benim fikrimi sorarsanız eski bir tersane olan Aker Brygge’deki balık restoranları derim.
Viking Müzesi 800 ile 1050 yılları arasında Avrupa sahillerinde terör estiren ve hatta 1001 yılında Amerika’yı ilk keşfedenler olarak adları geçen Vikinglerin gemilerinin bulunduğu sıradışı bir yer (www.ukm.uio.no/vikingskipshuset). Oslo fiyordunda bulunan ve ünlü kişileri gömmek için kullanılan üç geminin yer aldığı müze ülkenin de en önemli arkeolojik kazısındaki buluntulara ev sahipliği yapıyor. Nehirleri kullanarak Bizans imparatorluğu döneminde İstanbul’a gelen, hatta paralı askerlik yapan Vikingler bugünkü İskandinavların da ataları olarak geçiyor.
Dünyadaki cennet Norveç fiyordlarında dersem abarttığımı zannetmeyin. National Geographic Travel dergisinin 300 uzmanı kafa patlatıp 115 yer arasından dünyanın en güzel yeri olarak listenin başına Norveç fiyordlarını oturtmuşlar. Geiranger ise Norveç’in en etkileyici fiyordu olarak muhakkak görülmesi gerekenler listesinde. Geiranger’e varış çok çarpıcı: Bir tepeden inerken, aşağıda göl gibi bir manzaraya kilitleniyorsunuz. Anı sadece fotoğraf karelerinde dondurmak yetmiyor, zaman burada dursun istiyorsunuz, gözlerinizdeki kare cennetten çalınmış gibi. Geiranger 250 kişilik bir nüfusa sahip ama senede bir milyon turist geliyor! Geiranger’e yolunuz düşerse kesinlikle fiyordlarda bir gemi turu yapın, bir de sanat galerisine uğrayıp, sahibi Ola Liland’la sohbet edin. Ola sık sık İstanbul’a gelir ve dükkanında sattıkları arasında Kapalı Çarşı’dan aldığı rengarenk halılar, kilimler de vardır!
İSVEÇ
24 bin ada ve buzdan otel
Avrupa’nın beşinci büyük yüzölçümüne sahip ülkesi İsveç’in yaklaşık yarısı ormanlarla kaplı. Malaren gölü ve Baltık Denizi etrafındaki 14 ada üzerinde, 1250 yılında kurulan başkent Stockholm dünyanın en güzel şehirlerinden biri. Etrafındaki 24 bin ada ise şehirde yaşayanların tatil zamanında kaçamak yaptıkları cennetler. Adalardan sadece 1000 tanesinde insanlar yaşıyor, diğerleri ise üzerlerindeki ağaçlarla vaha gibi görünüyorlar. Şehirden 30 dakika mesafedeki bir ada üzerinde yer alan Fjaderholmarnas Krog Restaurant. (46-8-7183355) olmazsa olmazlardan. 40 dolarakarnınızı doyurabileceğiniz restorana giderken göreceğiniz manzaralar bir yaşam boyu hafızalarınızda kazılı kalacak.
Stockholm’deki en ilginç müzelerden biri olan Vasa (www.vasamuseet.se) adını 1628 yılında batan savaş gemisinden alıyor. İsveç donanmasının gururu olması için yapılan ama denize indirildikten birkaç dakika sonra batan Vasa, 333 yılını Stockholm limanının derinliklerinde geçirdikten sonra, çok büyük paralar harcanarak restore edildi. Geminin bulunduğu müze İskandinavya’nın en çok ziyaret edilen müzesi.
Grand Hotel (www.grandhotel.se) her aralık ayının ikinci haftasında Nobel ödülü kazananlara ev sahipliği yapıyor.Belediye binasında düzenlenen törenle ödüllerini alan şanslılar, 1874 yılından kalma bu otelin Stockholm limanı manzaralı odalarında başarıları şerefine kadeh kaldırıyorlar. Otelin verandasında yemek yemek apayrı bir keyif, Franske Matsalen isimli Fransız restoranı ise cüzdanınıza göz dikmiş durumda. Kitabımızın listesinde Grand Hotel ile birlikte yer alan Operakallaren (www.operakallaren.se) İskandinavya’nın en meşhur restoranlarından biri. Ölümü, Verdi’nin ünlü eseri Maskeli Balo’ya ilham kaynağı olan ve 1792’de bir maskeli balodaki suikasta kurban giden Kral III. Gustav’ın emriyle açılan restoran, ambiansı, servisi ve mükemmel şarap listesiyle göz dolduruyor. Adam başı 85 dolara karnınızı doyurabileceğiniz Operakallaren’de o yıla ait Nobel mönüsünü deneme şansınız da var.
Stockholm’deki listemizde Drottningholm Sarayı ve onun Kraliyet tiyatrosu da bulunuyor. Versay sarayından etkilenerek 1622’de yaptırılan sarayı kraliyet ailesi orada bulunduğunda bile ziyaret edebiliyorsunuz. Bu sarayda beni en çok etkileyen şey, salonlardan birinde bulunan ve 19. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa’yı yöneten kişileri gösteren portrelerdi ve bunlardan biri Sultan Abdülmecid’e aitti. Saray bünyesinde 1766 yılında yapılan tiyatro ise halen açık ve dönemin müzik aletlerini kullanan orkestra elemanları sizi zaman makinesinde bir yolculuğa götürüyorlar.
Ve son öneri ünlü Buz Hotel (www.icehotel.com). Stockholm’den 90 dakikalık bir uçuşla gideceğiniz Jukkasjarvi’de bulunan otele havaalanından kar otomobili veya köpeklerin çektikleri kızaklarla gidebiliyorsunuz. Balayı dairesinin ve bir sinemanın da bulunduğu otelde her şey buzdan yapılmış, votkanızı yudumladığınız bardak bile! 1990’dan beri her kasım ayında 4000 tondan inşa edilen otel bahara doğru eriyip, Torne nehrinin sularına karışıyor. Ocak ayında giderseniz meşhur kuzey ışıklarını da görebilirsiniz. Donmamak için, girişte uzay kıyafeti gibi özel bir palto giydiğiniz otelde gecelerken size en son teknolojiyle üretilmiş uyku tulumlarınızı veriyorlar ve buzdan yapılmış yatağınızın üzerine kıvrılıyorsunuz! Gündüzleri ise donmuş gölde buz tutup Laplandlıların köylerini ziyarete gidebiliyorsunuz.
Baltık ticaret yolu üzerinde olduğu için gelişmesini hızla sürdüren ve 15. yüzyılda kraliyet merkezi olan Kopenhag’ daki kanal turları (www.canaltours.com) size Amsterdam gibi kanalları çok olan bu şehrin likit tarihiyle ilgili ipuçları verirken, değişik bir açıdan Kopenhag’ı görmenizi sağlıyor.18. yüzyılda veba salgını,19. yüzyılda Napolyon Savaşları, 20. yüzyılda Nazi işgali gibi badireleri atlatan ve adı Danca’da "Tüccarlar Limanı" anlamına gelen bu şehrin tam orta noktasında Belediye Sarayı Meydanı (Radhuspladsen) var. Bu meydandan Kraliyet Tiyatrosu ve alışveriş merkezi Magasin du Nord’un bulunduğu Kongens Nytorv meydanına yürürseniz, şehrin can damarı olan ve yayaların tekeline sunulmuş bulunan Stroget’ten geçiyorsunuz.
Kitabın Kopenhag bölümünde ilk bahsi geçen yerimiz ünlü D’Angleterre Oteli (www.remmen.dk ). Eski dünya zarafetini yansıtan otel 1775 yılında açılmış. Her ne kadar Yeni Liman olarak adlandırılsa da, 1600’lerde bir suni kanal olarak tasarlanan Nyhavn, şehrin gece hayatının en önemli noktalarından biri ve otelin hemen önünde yer alıyor.Otelin Palm Court diye geçen salonu beş çayı için biçilmiş kaftan, restoranı Kommandanten ise belki de ülkenin en iyisi. Royal Copenhagen porselenleriyle servisi yapılan fiks mönünün fiyatı 95 dolar civarında.
Türkiye’den gelme eserlerin de bulunduğu Glyptotek (www.glyptoteket.com ) ve Belediye Binası’nın yanında 1843’ten beri hizmet veren Tivoli bahçeleri de listede bulunuyor. Tiyatrolar, birahaneler ve lunapark 400 bin çiçeğin süsleyip, 110 bin ampulün aydınlattığı bu parkı daha da renkli hale getiriyor. Kraliçe 60. yaşını burada kutladı dersem belki akşam yemeği için tercihiniz Tivoli’nin 37 restoranından biri olabilir. Benim tavsiyelerim: Divan 2 (33750750 www.divan2.dk) ve Perlen (33148644 www.perlen-tivoli.dk). Dediklerine göre Walt Disney, Disneyland’i yaratırken Tivoli’den etkilenmiş.
Glyptotek Müzesi’nin özelliği ise ünlü Carlsberg biralarının sahibi Carl Jacobsen tarafından kurulmuş olması. Meşhur "Küçük deniz kızı" heykeli de gene Jacobsen’ın Kopenhag’a bir hediyesi. Şehrin biraz dışında ise muhteşem bir sanat müzesi olan Louisiana (www.louisiana.dk) ile Sheakespeare’in Hamlet’inde geçen şato olan Kronborg Slot (www.kronborg.dk) var. Lousiana Müzesi’ne giden yol adeta Danimarka Rivyerası gibi. Yolda muhteşem evler var. Lousiana’da sürekli değişen sergiler insanın ufkunu açarken, heykeltıraş Alberto Giacometti ve Picasso’nun eserleri de nefes kesiyor.
FİNLANDİYA
Kuzeyin beyaz şehri, 188 bin göl ve mağaralardaki sergiler
Asyalı kökleri dolayısıyla diğer İskandinavyalıların kendilerinden saymadıkları Finlilerin başkenti Helsinki, Fener Rum Patrikhanesi’ne bağlı Uspenski katedrali ve Senato Meydanı ile dikkat çekiyor. 1812’den beri başkent olanHelsinki’nin diğer bir adı da "Kuzeyin beyaz şehri." Kayaların içinde yer alan Temppeliaukio Kilisesi, en çok turist çeken yerlerden biri ama kitabımızda bulunmuyor. Hotel Kamp, Savoy Restaurant ve ünlü müzisyen Jean Sibelius’un evi Ainola muhakkak görülmeli diye bahsediliyor. 1887 yılında açılan otel için Sibelius bir beste, ünlü ressam Victor Andren ise "Kamp’te bir parti" diye bir tablo yapmış. Yalnız, oda fiyatları 350 dolardan başlıyor (www.hotelkamp.fi).
Finlandiya’ya giderseniz en çok duyacağınız isimlerden biri ünlü mimarları Alvar Aalto olacak. Aalto’nun 1937’de her detayını planladığı Savoy Restaurant, ülkenin ilk cumhurbaşkanı Marski’nin de en gözde mekanlarından. Aklınızda olsun, Marski’nin favorisi, herring balığı ve etten yapılan Vorschmack isimli yemek... Aalto’nun şehirdeki en önemli eserlerinden biri ise Finlandiatalo diye geçen Finlandiya Evi. Adamcağız güzel bir bina yapmış ama dış cephede kullandığı beyaz mermerin ülkenin soğuğuna dayanamayacağını hesaba katmamış, o yüzden de sık sık mermerler değiştiriliyor!
Günümüzün dünyası tamamen pazarlama üzerine kurulmuş. Noel Baba her ne kadar bizim güney sahillerimizde doğmuş olsa da kuzey kutbunda bulunan Rovaniemi onun köyü olarak geçiyor. Buradaki postaneye her sene 600 bin mektup geliyor ve bunların üçte birine de cevap yazıyorlar! Parayı bastırırsanız Noel Baba her yıl sizin çocuğunuza da mektup yolluyor (www.santaclauslive.com). Burada Oppipoika isimli güzel bir restoran var. 20 dolara karnınızı doyurabileceğiniz mekanda tavsiyem somon ve Ren geyiği (358-16-3388111).
Listede yer alan Savonlinna Opera Festivali, 188 bin göl bulunan Finlandiya’nın göller bölgesindeki, 15. yüzyıldan kalma Olavinlinna kalesinde yapılıyor. Huş ve çam ağaçlarının donattığı bu bölge olağanüstü bir doğal güzelliğe sahip. Rusya’dan gelebilecek tehlikelere karşı inşa edilmiş olan kale, Helsinki’den 340 km. uzaklıkta. Temmuz ve ağustosta yapılan festivalin biletlerini www.operafstival.fi adresinden temin edebilirsiniz. Savonlinna’da Rus çarları döneminden kalma Rauhalinna isimli çok güzel bir otel de var. Savonlinna’nın göl kenarındaki ana caddesinin bir paralelindeki caddeye giderseniz, Şahmaran isimli bir pizzacı göreceksiniz. Sahipleri Afşin Elbistan’dan kalkıp buralara gelmişler. Benim bu bölge için tavsiyem şu: Retretti Sanat Merkezi olağanüstü bir mekan ve inanılmaz sergilere ev sahipliği yapıyor. En önemli özelliği de yerin altındaki mağaraların sergi salonları olarak kullanılması (www.retretti.fi)
NORVEÇ
Dünyadaki cennet fiyordlarında
Norveç, Tanrı’nın boş bir vaktine denk getirip detay çalıştığı, dantel gibi bir ülke. Her şey o kadar güzel ve şiirsel ki kendinizi bir ressamın tuvaline ya da bir şairin şiirine dalmış gibi hissediyorsunuz. Bu kadarla kalsa iyi, gezegenimizdekişi başına düşen en yüksek gelire de sahipler. Dünyanın üç numaralı petrol üreticisinde refah düzeyi tavan yapmış, dış borç sıfır, bütçe açığı falan hak getire.
Her ne kadar Schengen vizesiyle gidilse de Norveç AB’ye üye değil. Biz bu kadar yırtınırken, Türkiye’nin yarısı kadar bir ülkede yaşayan 4,5 milyonluk Norveç halkı, yapılan referandumlarda üyeliği hayır diyerek reddediyor. İşin enteresan tarafı ise Avrupa’da Kopenhag kriterlerine en fazla uyum gösteren ikinci ülke olmaları.
1070 yılında kurulan ve ortaçağda Norveç Krallığı’nın başkenti olan Bergen, Alman kökenli Hansa Birliği tüccarlarının da merkezi olmuş ve birliğin binaları şu anda UNESCO’nun dünya kültürel mirası listesinde. Norveç’te muhakkak görülmesi gerekli yerler arasında bulunan Bergen’de her şey limanın etrafında toplanmış ve yürüme mesafesinde. Çiçek ve balık pazarı, bir metropole yetecek kadar mağaza neredeyse yan yana. Bergen sürprizlerle dolu bir şehir, çiçeklerle renklendirilmiş ahşap evlerin yer aldığı daracık sokaklar insanı bazen geçmişte bir yolculuğa çıkarıyor. Bu arada şemsiyenizi unutmayın, çünkü senenin 275 günü yağmur yağıyor! 320 metre yükseklikteki Floyen tepesi ise şehrin en güzel manzaralarından birine sahip. Tırmanmanıza hiç gerek yok, 60 Norveç Kronu verdiğinizde finiküler sizi şehrin tadını çıkaracağınız tepeye çıkarıyor. Bergen’e kadar gelmişken fiyordları görmeyi ihmal etmeyin. Dünyanın en uzun fiyordu (204 km.) Sogne ve sizi ona götüren meşhur Flam treni de (www.flaamsbana.no) Bergen yakınlarında.
Bergen’in en ünlü isimlerinden biri, Troldhaugen’deki (Troll Tepesi) evi bugün müze olarak kullanılan klasik müziğe imzasını atmış Edvard Grieg. Müzede yazın konserler de düzenleniyor. Şehirde sadece 235 bin kişi yaşıyor amaBergen Uluslararası Müzik Festivali dünyaca meşhur.
Başkent Oslo’ya geldiğinizde ise listede Edvard Munch Müzesi, Continental Hotel ve Viking Gemi Müzesi var. Bence buna ünlü heykeltıraş Gustav Vigeland’ın yarattığı Vigeland Parkı’nı da eklemek lazım. 1863-1944 yılları arasında yaşayan Munch, ölmeden önce Oslo’ya yaklaşık 24 bin eser bırakmış ve bunların çoğu 1963’te açılan müzede sergileniyor. Beş yaşında annesini kaybeden ve çocukluğu hastalıklarla geçen sanatçının acıları eserlerine yansımış. En ünlü eseri ise çalınması büyük bir olay olan "Scream" (Çığlık). Milli Galeri’deki bu eserin fotoğrafının çekilmesi artık yasak ama benim arşivimden bir resim size sanatçının tarzı hakkında bilgi verecek.
1900 yılında inşa edilen ve dört kuşaktır Brochmann ailesi tarafından işletilen Hotel Continental (www.hotel-continental.no) Oslo’nun en güzel konaklama mekanı. Duvarlarında Munch’un grafiklerinin olduğu otelin Theater isimli kafesi de çok meşhur. Lipp ise hem bar hem de restoran olarak Continental’in önemli bir bölümü. Benim fikrimi sorarsanız eski bir tersane olan Aker Brygge’deki balık restoranları derim.
Viking Müzesi 800 ile 1050 yılları arasında Avrupa sahillerinde terör estiren ve hatta 1001 yılında Amerika’yı ilk keşfedenler olarak adları geçen Vikinglerin gemilerinin bulunduğu sıradışı bir yer (www.ukm.uio.no/vikingskipshuset). Oslo fiyordunda bulunan ve ünlü kişileri gömmek için kullanılan üç geminin yer aldığı müze ülkenin de en önemli arkeolojik kazısındaki buluntulara ev sahipliği yapıyor. Nehirleri kullanarak Bizans imparatorluğu döneminde İstanbul’a gelen, hatta paralı askerlik yapan Vikingler bugünkü İskandinavların da ataları olarak geçiyor.
Dünyadaki cennet Norveç fiyordlarında dersem abarttığımı zannetmeyin. National Geographic Travel dergisinin 300 uzmanı kafa patlatıp 115 yer arasından dünyanın en güzel yeri olarak listenin başına Norveç fiyordlarını oturtmuşlar. Geiranger ise Norveç’in en etkileyici fiyordu olarak muhakkak görülmesi gerekenler listesinde. Geiranger’e varış çok çarpıcı: Bir tepeden inerken, aşağıda göl gibi bir manzaraya kilitleniyorsunuz. Anı sadece fotoğraf karelerinde dondurmak yetmiyor, zaman burada dursun istiyorsunuz, gözlerinizdeki kare cennetten çalınmış gibi. Geiranger 250 kişilik bir nüfusa sahip ama senede bir milyon turist geliyor! Geiranger’e yolunuz düşerse kesinlikle fiyordlarda bir gemi turu yapın, bir de sanat galerisine uğrayıp, sahibi Ola Liland’la sohbet edin. Ola sık sık İstanbul’a gelir ve dükkanında sattıkları arasında Kapalı Çarşı’dan aldığı rengarenk halılar, kilimler de vardır!
İSVEÇ
24 bin ada ve buzdan otel
Avrupa’nın beşinci büyük yüzölçümüne sahip ülkesi İsveç’in yaklaşık yarısı ormanlarla kaplı. Malaren gölü ve Baltık Denizi etrafındaki 14 ada üzerinde, 1250 yılında kurulan başkent Stockholm dünyanın en güzel şehirlerinden biri. Etrafındaki 24 bin ada ise şehirde yaşayanların tatil zamanında kaçamak yaptıkları cennetler. Adalardan sadece 1000 tanesinde insanlar yaşıyor, diğerleri ise üzerlerindeki ağaçlarla vaha gibi görünüyorlar. Şehirden 30 dakika mesafedeki bir ada üzerinde yer alan Fjaderholmarnas Krog Restaurant. (46-8-7183355) olmazsa olmazlardan. 40 dolarakarnınızı doyurabileceğiniz restorana giderken göreceğiniz manzaralar bir yaşam boyu hafızalarınızda kazılı kalacak.
Stockholm’deki en ilginç müzelerden biri olan Vasa (www.vasamuseet.se) adını 1628 yılında batan savaş gemisinden alıyor. İsveç donanmasının gururu olması için yapılan ama denize indirildikten birkaç dakika sonra batan Vasa, 333 yılını Stockholm limanının derinliklerinde geçirdikten sonra, çok büyük paralar harcanarak restore edildi. Geminin bulunduğu müze İskandinavya’nın en çok ziyaret edilen müzesi.
Grand Hotel (www.grandhotel.se) her aralık ayının ikinci haftasında Nobel ödülü kazananlara ev sahipliği yapıyor.Belediye binasında düzenlenen törenle ödüllerini alan şanslılar, 1874 yılından kalma bu otelin Stockholm limanı manzaralı odalarında başarıları şerefine kadeh kaldırıyorlar. Otelin verandasında yemek yemek apayrı bir keyif, Franske Matsalen isimli Fransız restoranı ise cüzdanınıza göz dikmiş durumda. Kitabımızın listesinde Grand Hotel ile birlikte yer alan Operakallaren (www.operakallaren.se) İskandinavya’nın en meşhur restoranlarından biri. Ölümü, Verdi’nin ünlü eseri Maskeli Balo’ya ilham kaynağı olan ve 1792’de bir maskeli balodaki suikasta kurban giden Kral III. Gustav’ın emriyle açılan restoran, ambiansı, servisi ve mükemmel şarap listesiyle göz dolduruyor. Adam başı 85 dolara karnınızı doyurabileceğiniz Operakallaren’de o yıla ait Nobel mönüsünü deneme şansınız da var.
Stockholm’deki listemizde Drottningholm Sarayı ve onun Kraliyet tiyatrosu da bulunuyor. Versay sarayından etkilenerek 1622’de yaptırılan sarayı kraliyet ailesi orada bulunduğunda bile ziyaret edebiliyorsunuz. Bu sarayda beni en çok etkileyen şey, salonlardan birinde bulunan ve 19. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa’yı yöneten kişileri gösteren portrelerdi ve bunlardan biri Sultan Abdülmecid’e aitti. Saray bünyesinde 1766 yılında yapılan tiyatro ise halen açık ve dönemin müzik aletlerini kullanan orkestra elemanları sizi zaman makinesinde bir yolculuğa götürüyorlar.
Ve son öneri ünlü Buz Hotel (www.icehotel.com). Stockholm’den 90 dakikalık bir uçuşla gideceğiniz Jukkasjarvi’de bulunan otele havaalanından kar otomobili veya köpeklerin çektikleri kızaklarla gidebiliyorsunuz. Balayı dairesinin ve bir sinemanın da bulunduğu otelde her şey buzdan yapılmış, votkanızı yudumladığınız bardak bile! 1990’dan beri her kasım ayında 4000 tondan inşa edilen otel bahara doğru eriyip, Torne nehrinin sularına karışıyor. Ocak ayında giderseniz meşhur kuzey ışıklarını da görebilirsiniz. Donmamak için, girişte uzay kıyafeti gibi özel bir palto giydiğiniz otelde gecelerken size en son teknolojiyle üretilmiş uyku tulumlarınızı veriyorlar ve buzdan yapılmış yatağınızın üzerine kıvrılıyorsunuz! Gündüzleri ise donmuş gölde buz tutup Laplandlıların köylerini ziyarete gidebiliyorsunuz.