Monako dedikleri
Marsilya’dan Monte Carlo’ya Akdeniz sahillerini gezdi. En çok Monako’nun pırıltısından, canlı yaşamından etkilendi. İzlenimlerini yazdı.
Bir haftalık turumuz Marsilya’dan başladı. Otomobil kiralayıp sırasıyla Arles, Nimes, Avignon, Aix Provence, Nice, Antibes, Grasse, Cannes, St. Paul De Venice, Eze, San Remo, Monte Carlo, St. Tropez’i gördük. Arles ve Avignon’da birer, Nice’de 4 gece kaldık. Annem ve babam ortaçağ şehirlerini çok sevdi. Ben ise Nice’i, özellikle de Monako’yu çok beğendim.
FORMULA 1’İN MEŞHUR VİRAJLARI
Monako limanına önce yukarıdan baktık. Sanki gerçek değil de dergilere bakıyormuşum gibi hissettim kendimi. Yatlar tek kelimeyle muhteşemdi. Sonra Formula 1’i hiç kaçırmayan babamla, yarışlarının yapıldığı yolu boydan boya yürüdük. Start çizgisine kadar gittik. Nerdeyse tüm virajların bir özelliği vardı. Babamın söylediğine göre Portier, yarış tarihinde en yavaş dönülen virajdı. Loews’de dönüş açısı tam 180 dereceydi. Sağımızdan solumuzdan muhteşem Ferrari’ler ve ismini aklımda tutamadığım nadide otomobiller geçiyordu. Fotoğraflarını çekerek Monte Carlo bölgesine, Casino’suna geldik. Cafe De Paris’te otururken sanki önümüzde süper lüks otomobil galerisi vardı. Otomobil meraklıları sanırım burada çıldırabilir. Eski ve tarihiler olmak üzere her modelde otomobili görmek mümkündü.
SARAYLI, SARAYIN KAPISINDA KALDI
Monte Carlo Casinosu’na 18 yaşından küçükler giremiyor. Annem ve babam da sadece bakıp çıkmak durumunda kaldı. Cafe De Paris’te otururken annem şehri anlattı. 1297’den bu yana Grimaldi Ailesi’nce yönetilen Monako Prensliği, Vatikan’dan sonra dünyanın ikinci en küçük bağımsız ülkesiydi. Sahil boyunca 3.3 kilometrelik bir şeritten ibaretti. En dar yeri 245, en geniş yeri 1000 metreydi. Avrupa jet sosyetesinin gözdesi Monte Carlo hem semt hem de şehirdi. Ve kumarhaneleriyle ünlüydü. Pek çok ünlünün burada villası vardı...
Annem bunları anlatırken benim gözüm otomobil ve yatlardaydı. Pek çok fotoğraf çektim. Buda Bar, Jimmy’z gibi ünlü mekânları gördük. Bu arada vaktin nasıl geçtiğini anlayamadık. Sanırım ihtişam biraz başımızı döndürmüştü. Gökdelenlerin yanı başında tarihi binalar vardı. Ve bu beraberlik Türkiye’deki gibi çirkin görünmüyordu.
Ben bunları düşünürken annem “Saraya geç kalıyoruz” dedi. Onun için en önemli yer Monako’nun sarayıydı. Zaten gittiğimiz tüm ortaçağ kasabalarında kendinden geçmişçesine dar sokaklarda dolaşmış, akrabalarını bulacakmış gibi eski binalara girip çıkmış, kendini hep oraya ait hissettiğini söylemişti. Sanki önceki yaşamında saraylıydı. Hatta Monako’ya gelirken babam “Seni sarayda ailenle buluşturacağız” diye takılıyordu. Ancak saraya vardığımızda ziyaret saati bitmişti. Hepimiz çok üzüldük.
İNANMAK ÇOK ZOR
Monako’nun şatafatlı görüntüsünden sonra bana saray çok sade geldi. Ailenin burada yaşadığına inanmak zordu. Annem emin olmak için kapıdaki görevlilere sordu. Evet, Grimaldi Ailesi burada yaşıyordu. Ve zamanında gelebilseydik, sarayın 50 odasını gezebilecektik.
Sarayın önündeki meydanı, ara sokakları dolaştık. 1982’de trafik kazasında ölen Grace Kelly’nin mezarının olduğu Prenslik Katedrali’ne girdik, resimlere baktık ve limana indik. Akşam yemeğimizi limanda müzikli çok hoş bir restoranda yedik. Gece geç saatte Nice’e döndük.
Fransız Rivierası’nda beni en çok etkileyen Nice, özellikle de Monako oldu. Fakat böyle yoğun bir program bana göre değildi. İleriki senelerde arkadaşlarımla yapacağım böyle bir turdan daha keyif alacağımdan eminim...