GeriSeyahat Meditasyon yapan Japona huzur veriyor
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Meditasyon yapan Japona huzur veriyor

Meditasyon yapan Japona huzur veriyor

Saraylara layık çiniler, ÅŸimdi karmaşık kentten gelenlerin yorgunluÄŸunu alıyor meditasyon yapan Japona huzur veriyorHalil AÄŸa Köşkü'nün merdivenlerini çıkıyorum... Daha önceleri bu konakta yaÅŸayanların neÅŸe ve hüzünleri, ÅŸimdi ayaklarımın altında gıcırdayan ahÅŸaptan bana geçiyor. Yalnızlıktan soÄŸumuÅŸ odalardan birinde, duvara dayanmış, nesli tükenmiÅŸ, ahÅŸap bir beÅŸik, üzerinde de buranın eski sahipleri olduÄŸunu tahmin ettiÄŸim bir çiftin, solmuÅŸ fotoÄŸrafı duruyor. DaÄŸ yamacına kurulmuÅŸ bu eski Osmanlı köyünde, dokunsan yıkılacakmış gibi duran konağın giriÅŸ katında bir telaÅŸ var. Zaman, zeytin zamanı... Seksenine merdiven dayamış Mualla ErdoÄŸan, oÄŸlu ve kızıyla, Gemlik'ten, ömrünü geçirdiÄŸi Karsak köyüne gelmiÅŸ. Artık terk ettiÄŸi ama vazgeçemediÄŸi, dede yadigarı konaÄŸa, zeytinden zeytine uÄŸruyor. Kerpiç evlerin gölgesinden geçerek, zeytinliklere çalışmaya giden köyün kızlarından biri, konağın açık kapısını görünce, içeridekilere ‘‘kolay gelsin’’ diye sesleniyor.SALAMURADA ZEYTÄ°N TANDIRDA EKMEKHalil AÄŸa Köşkü'nün en güzel salonunda, Mualla Hanım ve kızı, çıplak bir ampulün altında zeytin ayıklıyorlar. Bazıları satılacak, bazılarını kendilerine saklayacaklar. Tandırı olanlar, zeytin çırpısı yakıp ekmek yapacak. Bu yıl herkes ÅŸikayetçi, ‘‘kar kırdı’’ diyerek, zeytin aÄŸaçlarının yerdeki dallarını gösteriyorlar. Zeytin toplamaktan yorulmuÅŸ iki kadının yanından geçerken, bir armut uzatıyorlar bana. Isırdığım an, yüzümü buruÅŸturuyorum. Gülüyor ve ‘‘kış armudu!’’ diyorlar... Yıl 1920... KurtuluÅŸ Savaşı... Türk yiÄŸitleri köyde deÄŸil, savaÅŸtalar. Ermeniler, tarlalarda çalışıyorlar. Köye, Ermenice ‘‘derecik’’ anlamına gelen Karsak demiÅŸler. Gelen giden olmuÅŸ, Karsak Deresi köy boyunca durmadan akmış. Karsak'taki zeytin telaşı, hemen yakındaki Gemiç köyünde de var. Ancak köy kahvesinde yine, yıllardır dillerden düşmeyen, bir konu konuÅŸuluyor. Kahveci anlatıyor, herkes piÅŸmanlık dolu bir ifadeyle kafa sallıyor. ‘‘Her geçen gün birileri daha kanser oluyor. SapasaÄŸlam adamlar, gidi gidiveriyorlar... Fabrikalar kurulurken, köylüleri iÅŸe alacakları vaadiyle razı olduk. BirçoÄŸumuzu iÅŸe aldılar ama sonradan kendi adamları için bizi çıkardılar. Uzun bir süredir, hem iÅŸsiziz hem de zehirleniyoruz. Sadece biz deÄŸil, tek geçim kaynağımız zeytinlikler de zehirleniyor. Biz zeytin satar düğün yaparız, zeytin satar oÄŸullarımızı sünnet ederiz... Artık öyle deÄŸil...’’Oysa arka sokaklarda, henüz inÅŸaat halindeki bir evde, bir çift, ustayla bir plan üzerine konuÅŸuyor. Bu Bursalı emekli çift gibi, büyük kentlerden gelen birçokları da, yıllar önce imara açılan Gemiç'ten arsa alıyor, havası, suyu ve doÄŸası ünlü bu sevimli köyde yaÅŸamayı planlıyorlar. Köyün emlakçısı olarak bilinen Ahmet Bey'e sorarsanız, ‘‘o eskidendi.’’ ‘‘ZehirleneceÄŸin bir köyde arsa sahibi olmak ister misin? Ä°stersen eskiden verdiÄŸimin beÅŸte bir fiyatına bir yer vereyim sana burada. Geceleri yattığımda boÄŸuluyor gibi oluyorum. Hele fabrikaların denetlenmediÄŸi pazar günleri, kendi köyümden kaçmak istiyorum...’’Köyde, Ermeniler'den kalma ahÅŸap evlerden birinde yaÅŸayan Günnur, zeytin ayıklamayı bırakıp, bana evini gezdiriyor. Zamanında ipekböcekçiliÄŸi yapmak üzere tasarlanmış evlerin üst katları alabildiÄŸine geniÅŸ. Günnur ve ailesi, evin sadece bir bölümünde yaşıyorlar. Bir zamanlar kozaların örüldüğü katlar, ÅŸimdi kış için yiyecek deposu. Ayrılırken, salamuradaki zeytinlerden ve tandırda yaptıkları ekmekten elime tutuÅŸturuyor. Günnur, ‘‘al’’ diyor, ‘‘sen Tanrı misafirisin.’’ Yeni Gürle köyünde, Kasap Ä°smet'in lezzetli köftelerinin ününü, dükkanı devralan Ahmet Bey devam ettiriyor. Dışarıdan bakıldığında, vitrinde çengellere asılı devasa etler, içeride ne olup bittiÄŸi konusunda pek ipucu vermiyor. ‘‘Köfte var mı?’’ diye sormak yeterli. Ahmet Bey, kıymayı soÄŸan, pulbiber ve kekikle yoÄŸurup, kömür ateÅŸinde piÅŸirdiÄŸi köfteleri, küçük kasabının içindeki, iki masalık lokantasında ikram ediyor. Köyde dolaşırken, iki yaÅŸlı kadının konuÅŸmalarına kulak kabartıyorum; ‘‘OÄŸlunu evlendirdin mi artık komÅŸu olursun... Kimi var kaynana sevmez... Ä°lk oÄŸlumu evlendirdiÄŸim gün bunu anladım...’’ Bana nereden geldiÄŸimi sorup, kendilerini tanıtıyorlar; içlerinden daha dinç görüneni, ‘‘92 yaşındayım, tam 57 torunum var’’ diyerek, yanındakine dönüyor, ‘‘bu da gelinim, o da 70 yaşında...’’ Köyün Ermeni geçmiÅŸini hatırlatan harap kiliseye doÄŸru yürüyorum. Buranın bir kilise olduÄŸunu anlamadan yanından geçip gitmek de mümkün. Çünkü yapıdan geriye ne kaldıysa, isteksizce, bambaÅŸka bir yaÅŸama ev sahipliÄŸi yapıyor. Genzi yakan bir dumanın içinden, horozların önünde dolaÅŸtığı tek ve iki gözlü evlerin yanından geçerek, kilisenin sunağına doÄŸru ilerliyorum.Ä°ZNÄ°K'Ä°N KAPILARIKapılar, kapılar, kapılar... Öyle sıradan kapılar deÄŸil, göl kıyısındaki kentlerini sakınanların kapıları bunlar. Ä°znik'in tarihi kapılarından geçmek, burayı baÅŸkent yapan, dört imparatorluÄŸun halkıyla beraber kente girmek gibi bir ÅŸey... Bugün yaÅŸam hálá, eski Nikaia'nın surları içinde ve bu kapıların etrafında dönüyor. Ä°stanbul'da Sultanahmet Camii ya da Rüstem PaÅŸa Camii'de hayran kaldığım, eÅŸsiz çinilerin yaratıldığı kentteyim. Osmanlı Ä°stanbul'unu güzelleÅŸtirmek için, Ä°znik'in atölyelerinde durmadan çalışmışlar. Bugün çiniciliÄŸin Ä°stanbul'da gördüğüm görkemli örneklerini Ä°znik'te arıyorum. Çini fırınlarını, müzedeki parçaları görüyorum ama yaÅŸamın içinde, insanın gözünü ve gönlünü açan o göz akına, maviye ve tutkulu kırmızıya rastlayamıyorum. Ä°znik'in sokakları, biraz olsun bile, bir zamanlar burada yaratılanların bıraktığı izi taşımıyor. Oysa ben farklı bir Ä°znik hayal etmiÅŸtim... Evlerin, hatta caddelerin bile çinilerle kaplandığı, hálá fırınlardan sıra sıra çinilerin çıkarıldığı, çinideki mavinin gölün mavisiyle bir olduÄŸu ve lalelerin her yerde açtığı bir Ä°znik... Åžirin'e ulaÅŸmak için daÄŸları delen Ferhat, sevdiÄŸinin ölüm haberini alınca hançerini göğsüne sapladığında, cansız bedeninden kan yerine fışkıran kırmızı laleler, ‘‘ölümsüz aÅŸk’’ın habercisi olmuÅŸ. Ä°znik Vakfı'nın atölyesinde, çininin üzerindeki laleleri kan kırmızısına boyayan genç kız da böyle bir aÅŸkı hayal ediyor olabilir mi? Osmanlı çökerken, kendisiyle birlikte gömdüğü çinicilik, yapan için de seyreden için de bir aÅŸk olmuÅŸ hep. Saraylara layık çiniler, ÅŸimdi, 450 yıl sonra, yavaÅŸ yavaÅŸ hayatımıza giriyor... Karmaşık bir kentin metrosundan gelip geçenlerin yorgunluÄŸunu alıyor, meditasyon yapan bir Japon kadına huzur veriyor, bir restoran masasında iÅŸtah açıyor, bir barış anıtına anlam katıyor... Ve en çok da, kubbelerin altındaki ibadeti coÅŸkuyla sarmayı sürdürüyor...BEN OLSAYDIM BUNLARI YAPARDIMÄ°znik Gölü boyunca yürümekErdoÄŸan ailesi evdeyse, Karsak köyündeki Halil AÄŸa Köşkü'nü gezmekÄ°znik Vakfı atölyelerinde, çininin yapılışını izledikten sonra, Ä°znik çinilerinin deÄŸerinin daha çok farkında olmakYalova Termal Kaplıcaları'nda, tarihi KurÅŸunlu Hamam'a girmekHespekli'deki Roma yeraltı mezarının içindeki freskleri görmekGemlik'in zeytin reçelinin tadına bakmakElmalı köyünde tamamı ahÅŸap, asırlık camiyi görmekÄ°znik'in tarihi kapılarının altından geçip, surlar boyunca yürümekEski Ä°znik evlerini, Ä°nikli Köyü'nde görmekGünbatarken, Abdülvahap Sancaktari'nin türbesinin olduÄŸu tepeden Ä°znik Gölü'nü seyretmekYeni Gürle köyünde Kasap Ä°smet'te köfte yemekZeytin zamanı, Gemiç köyünde bir evin kapısını çalıp köydeki yaÅŸamla ilgili sohbet etmek Ä°znik Vakıf Konukevi'nin bahçesindeki muhteÅŸem kahvaltıda, ev yapımı reçellerden tatmakHayrettin Karaca'nın Arboretum'u içinde, daha önce hiç görmediÄŸiniz aÄŸaçlar, bitkiler ve çiçekler arasında kaybolmakÂ
False