Maviden yeşile kuşbakışı Ordu
Baharı karşılayan Ordu’da, teleferiğe atlayıp dağlara doğru yükselmeye başladığınızda aklınıza binbir düşünce üşüşür: Efsaneler, Amazon savaşçıları, kıymetini bilmediğimiz dağlar. Geçmişle bugün arasında yolculuğa çıkarsınız.
Tarih, tarih diyorsunuz, efsanevi Amazon Kadınları’nın yurdundayız.
Ordu’ya birkaç günlüğüne geldiniz. Önde turkuvaz Karadeniz, arkada yemyeşil, dorukları ak sıradağlar. İki doğa harikası. Böyle bir ortamdasınız.
Oksijen ve iyot değiş tokuşuyla süzülmüş, ruh ve beden arınması için buraya gelmek de var. Ordu bunu bir kent simgesi yapmış. Dağla denizi buluşturan bu doğa diyafram solunumunu yeğleyenler için ideal. Ben de Ordu’ya gelince böyle yaptım...
Unutmayın ki, buralarda yaşayanların adrenalini yüksektir. Bedenlerinde kan hızlı dolaşır. Sevgi coşarak taşar, zor işler bal eylenir. Dağlara, yüksekteki fındık bahçelerine doğru yürüyüşlerine çay terasları, kestane balı, ceviz ağaçları eşlik eder. Ordu, Karadeniz sevgisi de...
Tanıdım onları... Üniversite sonrası kentlerine hizmet için dönen öğretmenleri, bürokratları... Sayıları diğer kentlerdekilerden çoktu... Bu kıyılarda doğanlar sevdiler mi, sırt dönmeden sımsıkı sarılırlar sevdiklerine. Bu Akdeniz’de, Ege’de olmayan bir coğrafya vergisidir. Kadınları erkeklerine oranla daha güçlü sevgi yumağı gibi koşarlar önde; fındık toplamada, çay derlemede. Balığa çıkıp ağ çekenlerini bile görürsünüz.
TELEFERİKTEN BAKIŞ
Ordu’ya bir de yükseklerden bakalım. Teleferikle gökyüzünde yolculuğa çıkalım. Göksel hamakta çevreyi izlemekteyiz... Atlarıyla dağları aşan, göz koydukları erkekleri terkiye attığı gibi götüren Amazon Kadınları, bu teleferik büyücülüğünü görseydiler ne yaparlardı?
İşte belediye konutunun üstünden yukarı Boztepe’ye doğru yükseliyoruz.
Tırmanışımız bir anlamda tarih zincirine tutunarak aşağıdaki eski evlerin çatılarına sürtünme, el sürme zevki de verecek bizlere.
Bu evlerde geçen insan öyküleri yok mu? Onlar ne olacak? Vaktimiz mi yok?
Hızla şunu not edelim: Söz uçar, yazı kalır. Yazınsal metinleri olmayan halkı yel alır, sel götürür. Eşyalar, evler, kentler geride kalsa bile sözlü öyküler yok olur. Kanıtı var.
Bakın işte hemen sağ köşede Taşbaşı Mahallesi orada duruyor.
Yiten insanların yaşamları, romanları ise yazılmayı bekliyor. Orada, üniversite tarafından konferans salonu olarak yenilenen suskun bir katedral var. Evet, bir katedral.
Kilise diyorlar. Bana göre Katolik, biraz gotik ve biraz da Karadeniz’in karşı yakasından esinlenmiş bir mimari ile yapının temelleri yüzlerce yıl öncelere, pagan evrelere gidiyor. Belki de Fenike köleci kent-devletleri ile yoğunlaşan kadın ticareti buralara dek ulaşıyor.
Amazon Kadınları’nın ayak izleri, altar olarak kullandıkları taşlar belki oradadır. Dünyanın her yerinde arkaik tapınım altarlarının üstünde, bugün başka ruhani imgelerle kurulmuş yapılar bulabilirsiniz.
Bir katedral oluşu şuradan belli ki, çay bahçesi ile ayrık, tonoz yıkıntısıyla ayakta duran Amazonların zaptı/rapta alındığı, Trabzon’daki Kızlar Manastırı türü bir kompleks orada olmalıdır.
Şuradan bilirsiniz ki, erkeklerin erk olduğu yerde sıgaya çekilmek ve sıraya sokulmak istenen karşı cinse uygun bu tür ‘Kızlar Manastırı’ olur. Kars – Ani akarsuyu yanı başında bunu görüyoruz. Trabzon’da Sumela Manastırı da bunun bir başka örneği.
ZİRVEDE KAHVALTI
Teleferikten kent kenetlenmiş bir orkestra gibi göründü. Saklı labirentler gibi sağa, sola, yanlara açılan sokaklarla bezeli tepe görüntüsünü fotoğrafladık. Bu arada zirveye de ulaştık.
Burada kısa bir mola vereceğiz.
Dorukta bir otelin yapımı sürüyor. Bir lokanta var. Çay içebilir. Ya da Karadeniz balıklarından güncel olanlarla bir öğlen yemeği, bir balık çorbası alabiliriz.
Bu bölgede yeşillik, deniz ürünleriyle birlikte gelen roka gibi çok özel salatalıklar da var.
Sabah turşuyla kahvaltı geleneği var Ordu’da. Pancar diplemesi diye adlandırılan bir turşu seviliyor ve kahvaltılarda aranıyor.
Bu seçeneklerin yanı sıra, Ordu’yu doğa turizmine, yayla, dağ yürüyüşü turizmine doğru hayal hanemizde kurgulamayı sürdürüyoruz. Tıpkı Maçhu Picchu’da olduğu gibi bir haftalık bir yürüyüş. Güvenli yerlerde gecelemek ve ertesi gün yine yürümek. Örnekse bu çevredeki ilçeleri ve illeri de zincirin halkaları gibi bir birine bağlayarak demlenmek de var bu düşlerin arasında. Neden olmasın?
Ordu’da kemençe yok. Zılgıt yok. Oğuzların da kullandığı davul - zurna var, saz var.
Ordu’dan teleferikle yola çıktık. Hemen arkada bize bel veren, kucak açan yamaçlara doğru yürüdük, salıncaklı bir düş kurduk, ileride davul zurnalı bir yayla şenliği izleyeceğiz.
Sonra Giresun, sonra daha doğuya, Trabzon’a, ta Arhavi, ta en uca Rize’ye kadar yaylalar... Bu bir dekatlon rekabeti değil, tanrı duyumuna insanı yaklaştıran yücelik ve yükseklik ve oksijenle dolu bu dağlar bizim değil mi?
Peki neden duruyoruz?
EFSANELERE KOŞUYORUZ
Fakat bakın Anabasis, Onbinlerin Dönüşü.. Ksenophon komutasında, 2500 yıl önce Ordu Limanı’nda yapıldı söylencesi var. Her kent, kent olmak için efsanelerle soluk alıp verir.
Her insanın doğuşu da inançla mayalanmış bir efsane değil midir? Musa’nın bastonunun yeşermesi, Pavlus’un Damaskus’a giderken ürktüğü sahne, Budha’nın ıssız ağaç gölgesinde tanrıya ermesi gibi... Tümü dünya ve insanlık efsaneleri zincirinin halkalarıdır.
Alın sizlere devasa bir söylence. Ksenophon komutasındaki paralı askerlerin özel sahnelemeyle, yırtık giysilerle battal teknelere bindirilip Ordu’dan uzaklaştırılması. Amazon kadınlarının zincirlenerek köleci kent - devletleri için gemilere bindirilme sahneleri... Her yıl belli bir günde sahnelense, izlemek için çevreden binlerce kişi akın eder Ordu’ya.
Fakat bakın burada bir de Çambaşı Yaylası kayak merkezi var. Sivil toplum kuruluşları sahil ‘otoban’ı, yapılmakta olan bir tünelle arkalara çekme girişimini başarmış. Ordu, Giresun arasında Karadeniz’e yatay inen bir havalimanı yapımı da gündemde. Burası, endüstri pilot bölgesi olmak istemiyor. Son bir haberim daha var: Dante’nin İlahi Komedya’sı da oynanmıyor buralarda... İşitmeyen kulaklara küpe olacak, bir sözüm daha var: Van, Bitlis, Hakkâri platolarında, dağ yürüyüşü olacak da Karadeniz Dağları’nda olamayacak mı?
UMUT VEREN GENÇ OKURLAR
Ordu’ya geçen ay Karadeniz 2’nci Kitap Fuarı için gittim. Açılışta balık yerine ağlarla gelen kitaplar denizden çekildi. Şaşırdınız mı? İşte ‘ide bank’ balıkları kitaplara dönüştüren büyülü bir sahneleme. Fuar tıklım tıklım doluydu. Çocuklar, gençler, kadın ve erkekler, her yaştan okur. Bu demektir ki, Ordu kitapları seviyor, empati kaynakları ve gözeleri açık. Tüm fuar alanı uğulduyor ve kitaplar ağlarla Karadeniz’den çekilir gibi elden geçiyor.
Hindistan’ı gezerken, Himalaya eteklerini tırmanırken, Peru Machu Picchu doruğuna çıkarken, Guatemala’da Atitlan Gölü’nü keşfederken hissettiğim gücü bulursam Ordu’dan, Arhavi’ye sürecek, gerektiğinde otostop yapılacak bir yürüyüşe çıkacağım. Ve size yazacağım.
Bugünlük bu kadar...
TAŞBAŞI’NIN ASIRLIK EVLERİ
Taşbaşı Mahallesi’nin tarihi evleri kurtarıcılarını beklemiş uzun yıllar. Değil mi ki, orada tam keskinleşmiş ve kavisli bir burun gibi kayaların üstünde yükselmiş Boztepe var. Evlerin doğal örgüsü de böyle dikey doğrular üstüne kurulmuş.
Evler bu doğaya uymuş. Kartal yuvaları gibi…
Kimileyin morlaşan, kimileyin kızıllaşan.. Tan ışırken mine gibi şavkıyan denize baka baka orada, bir yerleşim alanı olarak yapılanmış ve yitik öykülerle sırlanmışlar.
Son evrelerde buraya gizemli parmaklarıyla dokunanlar olmuş. Ertuğrul Günay’ın arkaik sanatsever parmak izlerinin oralarda kaldığı fısıltıları var. Aslında valilik, Ordu Belediyesi el ele bu yapıları kurtarmak için kolları sıvamış. Kültür Bakanlığı da onlara güç vermiş.
Bu evlerin hemen doğu cephesinde, bugünkü yerleşik sebze, meyve pazarı var. Ordu’nun has ürünü yağlı fındık buradadır. Mor dağlardan gelen Ordu cevizi de. Bu cevizlerin rasyonel üretimi ve pazarlanması tam başarılırsa, Amerikan, Türkmenistan cevizi ithal etmenin anlamı kalmaz.
Hazine, Ordu’nun arkasında sağlam omurga gibi yükselen yamaçlardadır.