Deniz İnceoğlu
Son Güncelleme:
Manyas’ta doğanın kucağında gibiydik
Adanalı Turgay Avcı’nın (39) ODTÜ Kimya Mühendisliği Bölümü’nde okurken belediye otobüsüne binip Ankara’nın köylerini dolaşarak başlayan seyyahlığı iflah olmaz bir tutku şeklinde devam ediyor. Motosikleti bu gezilerdeki en yakın dostu. Şimdiye kadar Karadeniz, Doğu Anadolu, Marmara Gölleri, alternatif yollardan Antalya, Akdeniz, Kapadokya, Yunanistan ve Makedonya gibi pek çok rotada gezdi. Her birinde motosikletiyle özel yollar keşfetti, doğayla iç içe oldu. Bu gezilerin bir kısmını “İki Teker Öyküleri” adını verdiği kitapta topladı. Avcı, geçen yıl ocak ayında çıktığı Marmara Gölleri rotası için “Manyas, Ulubat, İznik ve Sapanca göllerini gezdik. Manyas’ın sakinliği, yalnızlığı çok etkileyiciydi, ufuk çizgisiyle göl birbirine karışmıştı” diyor.
Gezmeye Ankara’daki üniversite yıllarında başladım. Ulus’tan herhangi bir otobüse binip şehrin mahallelerini, köylerini keşfederdim. Trenle günübirlik Eskişehir’e giderdik. Gezi merakım yüzünden geç mezun olmuştum. İş hayatına atılıp bütçe ve zaman açısından rahatlayınca daha fazla gezmeye başladım. Şu anda iş güvenliği konusunda şirketim var. Ama sorsalar “Mesleğim gezginlik, hobim işadamlığı” derim.
CAMDAN BAKMIYORUM İÇİNDEN GEÇİYORUM
90’ların sonunda sırt çantamla pek çok ülke gezdim. Tematik gezilerim motosikletle başladı. 1998’de, hem asfalt hem de arazide kullanılan ilk Yamaha Enduro’mu aldım, sonra hep bu motosikletleri kullandım. 11 yılda dört motosiklet değiştirdim. Otomobilde fanusun içine girip, çevreyi camın elverdiği ölçüde görüyorsunuz. Motosikletle gezerken kendinizi hayatın içinde hissediyorsunuz. Çevrenin kokusunu duyuyor, rüzgarı teninizde hissediyorsunuz. Tek olumsuz yanı diğer sürücülerin dikkatsizliği, yağışta yolun kayganlaşması.
Marmara’nın Gölleri, temalı gezilerimizden biriydi. Arkadaşım Çağatay Yıldırım’la önce büyük bir Marmara turu yapalım istedik. Sonra tabiatın çağrısı ağır bastı, göllere yöneldik. Ocakta, günler kısa sürdüğünden erkenden feribotla Bandırma’ya geçip yola tersinden başladık.
Manyas Gölü, ilk durağımızdı. Bandırma’dan, Kuş Cenneti Milli Park girişi 20 kilometre. Susurluk-Balıkesir yönüne devam edip tabelaları takip ederek sağa sapmak gerekiyor. 192 kilometrekarelik bu gölde her yıl 266 türden yaklaşık 3 milyon kuş konaklıyor. Milli Park girişinde, sağdaki ana binada, göl çevresine yerleştirilmiş onlarca kameradan kuşları izleyebiliyorsunuz. Yuvadan çıkan kuşları görmek çok güzeldi. Görevliler de son derece bilgili ve samimi. Hem monitörlerdeki kuşları anlatıyor, hem de gelecek aylarda konaklayacak kuşları anlatıyorlar. Seyir Kulesi’ne çıkmayı unutmayın. Bu ahşap yapıdan dürbünle civardaki ağaçları ve kuşları izlemek mümkün. İsteyenler gölde tekne turuna da çıkabilir.
Burada birkaç saat kaldıktan sonra yolumuzu Marmara’nın en büyük göllerinden Ulubat’a çeviriyoruz. 47 kilometre uzaklıktaki göle ulaşmadan 18. kilometredeki Eskikaraağaç Köyü’nde mola verdik. Köyde her yıl mayısta kuş gözlem topluluklarının ağırlandığı Leylek Festivali düzenleniyor. 134 kilometrekarelik alana yayılan Ulubat’a vardığımızda, içinde pek çok ada ve yarımada olduğunu gördük. Geçmişte Kızadası’ndaki Apolyont Tapınağı’nın ismiyle anılırmış bu göl. Manastır Adası’nda ise eski Bizans Kilisesi’ni görmek mümkün. Gölde en çok dikkatimi çeken, kayıktaki avcılardı. Balıkçı sanmıştık, sazlıklara yanaşıp kuş vurduklarını gördük. Yasaktı, ama kontrol eden yoktu. Ne yazık ki bazı sanayi tesisleri gölün dibine kadar sokulmuş. Bursa’nın Mustafakemalpaşa İlçesi’ne uzanan yükseklerdeki yol boyunca gölü panoramik olarak izledik.
CEVİZLİ LOKUM TİRİLYE’DE YENİR
Hava kararmaya başlayınca Tirilye’ye doğru yola çıktık. Tabelalardaki ismi Zeytinbağı, son yıllarda TV dizilerinde sık görünmeye başladı. 1924 Nüfus Mübadelesi’ne kadar Rum yaşarmış, şimdi 2400 nüfuslu büyük bir kasaba. Bilinçli restorasyonlarla güzelleştirilmiş. Beş yıl önce gittiğimde kaderine terkedilmiş bir hali vardı. Şimdi çok ciddi bir restorasyon çalışması sürüyor. Tirilye’ye uğramışken cevizli lokum yemek şart. Aslında lokum değil, bir çeşit börek bu. Her yerde bulmanız mümkün. Bir kahvede çay içerken “Yok mu cevizli lokum” dediğiniz anda bir yerden bulunup ikram ediliyor. Tirilye sıcak, şen bir kasaba. Yolda herkes size selam veriyor, bu çok hoş bir duygu.
Mudanya’ya giderken tarihi yerleşimlerden Siği’ye (Siye) uğradık. Adı Kumyaka yapılsa da çoğunluk “Siği” diyor. Güzel bir Bizans Kilisesi var, uzaktan izlemek keyifli. Solumuza Marmara’yı alıp kıvrıla kıvrıla ilerleyip, Mudanya’ya vardık. İlçenin deniz kıyısı sadece yayalara açık. Eski istasyon otele dönüştürülmüş. Duvarlarını dalgaların dövdüğü bu otelde konakladık. Akşam, sahildeki balık restoranlarından birinde mevsim balığı tekir yedik. Restoranların hizmet kalitesi, mönüdeki fiyatlar, ilçenin sosyal dokusu beklediğimizden iyiydi, bizi çok şaşırttı.
BAĞLARIN ARASINDAN GEÇEN SAKİN YOLLAR
Ertesi sabah erkenden İznik ve Sapanca Gölleri’ne doğru yola çıktık. Tabelaları izleyip, Bursa merkezi yerine, sahilden Gemlik rotasını tercih ettik. Kurşunlu’ya kadar sert virajlardan geçti, yine de solumuzdaki Marmara manzarası ve sağdaki zeytinliklerin mis gibi kokusu çok güzeldi. İznik, Türkiye’nin beşinci büyük gölü. Eskiden üzerinde su ulaşımı yapılırmış. Gölde 27 çeşit balık var. Gümüşbalığının tamamı ihraç ediliyor. Ama ekonominin belkemiğini zeytin oluşturuyor.
Burada restorana gittiğinizde köfteyi kiloyla servis ediyorlar. İznik’in göl kıyısından şehiriçi yolu gitmediğinden çok sade ve güzel kalmış. Kıyısında araç trafiğinden yakınmadan yürüyüş yapabileceğiniz pek çok seçenek var. Kuşları incelemeyi, fotoğraf çekmeyi sevenler için İznik Gölü ideal. Ama çevresinden çok fazla ana yol geçtiğinden Manyas kadar da sakin değil.
Buradan aykırı bir yoldan Sapanca’ya doğru yola çıktık. Kaynarca Köyü yoluyla Mekece’ye oradan da Maşukiye’ye vardık. Mekece civarında İstanbul-Adapazarı-Bilecik Yolu’na çıkıp sola, Pamukova yönüne doğru ilerledik. Varan Tesisleri’ni geçtikten az sonra köye varınca caminin yanından sola yol ayrılıyor. İşte burası herkesin bildiği bir yol değil. Bağların arasından geçiyor. Sultaniye’ye yaklaştıkça Doğu Karadeniz’in sürprizlerle dolu köy yollarını anımsatan yollar gördük. Kartepe’nin etrafını dönüp Suadiye Köyü’ne doğru inerken Sapanca Gölü çıktı karşımıza. Çok kıymetli bir içme suyu havzası olan Sapanca Gölü’nün her yanından otoyol geçiyor: TEM, E5, demiryolu... Belki de bu yüzden çok az kuş gördük. Bir de yollardan dolayı çok gürültü olduğundan kendinizi tamamen doğanın içinde hissetmeniz pek mümkün değil.
Ocak ayı olmasına karşın, hava koşulları açısından şanslıydık. Sadece sabahları çok sis oluyordu ve fotoğraf çekmeyi engelliyordu. Aynı turu bir kez daha yapmak isterim. Yolların gerisindeki köyleri keşfetmek güzel olurdu. Bir de tabii baharda, kuşlar geldiğinde, çayırlar gelincik tarlasına dönüştüğünde görmek isterdim.
CAMDAN BAKMIYORUM İÇİNDEN GEÇİYORUM
90’ların sonunda sırt çantamla pek çok ülke gezdim. Tematik gezilerim motosikletle başladı. 1998’de, hem asfalt hem de arazide kullanılan ilk Yamaha Enduro’mu aldım, sonra hep bu motosikletleri kullandım. 11 yılda dört motosiklet değiştirdim. Otomobilde fanusun içine girip, çevreyi camın elverdiği ölçüde görüyorsunuz. Motosikletle gezerken kendinizi hayatın içinde hissediyorsunuz. Çevrenin kokusunu duyuyor, rüzgarı teninizde hissediyorsunuz. Tek olumsuz yanı diğer sürücülerin dikkatsizliği, yağışta yolun kayganlaşması.
Marmara’nın Gölleri, temalı gezilerimizden biriydi. Arkadaşım Çağatay Yıldırım’la önce büyük bir Marmara turu yapalım istedik. Sonra tabiatın çağrısı ağır bastı, göllere yöneldik. Ocakta, günler kısa sürdüğünden erkenden feribotla Bandırma’ya geçip yola tersinden başladık.
Manyas Gölü, ilk durağımızdı. Bandırma’dan, Kuş Cenneti Milli Park girişi 20 kilometre. Susurluk-Balıkesir yönüne devam edip tabelaları takip ederek sağa sapmak gerekiyor. 192 kilometrekarelik bu gölde her yıl 266 türden yaklaşık 3 milyon kuş konaklıyor. Milli Park girişinde, sağdaki ana binada, göl çevresine yerleştirilmiş onlarca kameradan kuşları izleyebiliyorsunuz. Yuvadan çıkan kuşları görmek çok güzeldi. Görevliler de son derece bilgili ve samimi. Hem monitörlerdeki kuşları anlatıyor, hem de gelecek aylarda konaklayacak kuşları anlatıyorlar. Seyir Kulesi’ne çıkmayı unutmayın. Bu ahşap yapıdan dürbünle civardaki ağaçları ve kuşları izlemek mümkün. İsteyenler gölde tekne turuna da çıkabilir.
Burada birkaç saat kaldıktan sonra yolumuzu Marmara’nın en büyük göllerinden Ulubat’a çeviriyoruz. 47 kilometre uzaklıktaki göle ulaşmadan 18. kilometredeki Eskikaraağaç Köyü’nde mola verdik. Köyde her yıl mayısta kuş gözlem topluluklarının ağırlandığı Leylek Festivali düzenleniyor. 134 kilometrekarelik alana yayılan Ulubat’a vardığımızda, içinde pek çok ada ve yarımada olduğunu gördük. Geçmişte Kızadası’ndaki Apolyont Tapınağı’nın ismiyle anılırmış bu göl. Manastır Adası’nda ise eski Bizans Kilisesi’ni görmek mümkün. Gölde en çok dikkatimi çeken, kayıktaki avcılardı. Balıkçı sanmıştık, sazlıklara yanaşıp kuş vurduklarını gördük. Yasaktı, ama kontrol eden yoktu. Ne yazık ki bazı sanayi tesisleri gölün dibine kadar sokulmuş. Bursa’nın Mustafakemalpaşa İlçesi’ne uzanan yükseklerdeki yol boyunca gölü panoramik olarak izledik.
CEVİZLİ LOKUM TİRİLYE’DE YENİR
Hava kararmaya başlayınca Tirilye’ye doğru yola çıktık. Tabelalardaki ismi Zeytinbağı, son yıllarda TV dizilerinde sık görünmeye başladı. 1924 Nüfus Mübadelesi’ne kadar Rum yaşarmış, şimdi 2400 nüfuslu büyük bir kasaba. Bilinçli restorasyonlarla güzelleştirilmiş. Beş yıl önce gittiğimde kaderine terkedilmiş bir hali vardı. Şimdi çok ciddi bir restorasyon çalışması sürüyor. Tirilye’ye uğramışken cevizli lokum yemek şart. Aslında lokum değil, bir çeşit börek bu. Her yerde bulmanız mümkün. Bir kahvede çay içerken “Yok mu cevizli lokum” dediğiniz anda bir yerden bulunup ikram ediliyor. Tirilye sıcak, şen bir kasaba. Yolda herkes size selam veriyor, bu çok hoş bir duygu.
BAĞLARIN ARASINDAN GEÇEN SAKİN YOLLAR
Ertesi sabah erkenden İznik ve Sapanca Gölleri’ne doğru yola çıktık. Tabelaları izleyip, Bursa merkezi yerine, sahilden Gemlik rotasını tercih ettik. Kurşunlu’ya kadar sert virajlardan geçti, yine de solumuzdaki Marmara manzarası ve sağdaki zeytinliklerin mis gibi kokusu çok güzeldi. İznik, Türkiye’nin beşinci büyük gölü. Eskiden üzerinde su ulaşımı yapılırmış. Gölde 27 çeşit balık var. Gümüşbalığının tamamı ihraç ediliyor. Ama ekonominin belkemiğini zeytin oluşturuyor.
Burada restorana gittiğinizde köfteyi kiloyla servis ediyorlar. İznik’in göl kıyısından şehiriçi yolu gitmediğinden çok sade ve güzel kalmış. Kıyısında araç trafiğinden yakınmadan yürüyüş yapabileceğiniz pek çok seçenek var. Kuşları incelemeyi, fotoğraf çekmeyi sevenler için İznik Gölü ideal. Ama çevresinden çok fazla ana yol geçtiğinden Manyas kadar da sakin değil.
Buradan aykırı bir yoldan Sapanca’ya doğru yola çıktık. Kaynarca Köyü yoluyla Mekece’ye oradan da Maşukiye’ye vardık. Mekece civarında İstanbul-Adapazarı-Bilecik Yolu’na çıkıp sola, Pamukova yönüne doğru ilerledik. Varan Tesisleri’ni geçtikten az sonra köye varınca caminin yanından sola yol ayrılıyor. İşte burası herkesin bildiği bir yol değil. Bağların arasından geçiyor. Sultaniye’ye yaklaştıkça Doğu Karadeniz’in sürprizlerle dolu köy yollarını anımsatan yollar gördük. Kartepe’nin etrafını dönüp Suadiye Köyü’ne doğru inerken Sapanca Gölü çıktı karşımıza. Çok kıymetli bir içme suyu havzası olan Sapanca Gölü’nün her yanından otoyol geçiyor: TEM, E5, demiryolu... Belki de bu yüzden çok az kuş gördük. Bir de yollardan dolayı çok gürültü olduğundan kendinizi tamamen doğanın içinde hissetmeniz pek mümkün değil.
Ocak ayı olmasına karşın, hava koşulları açısından şanslıydık. Sadece sabahları çok sis oluyordu ve fotoğraf çekmeyi engelliyordu. Aynı turu bir kez daha yapmak isterim. Yolların gerisindeki köyleri keşfetmek güzel olurdu. Bir de tabii baharda, kuşlar geldiğinde, çayırlar gelincik tarlasına dönüştüğünde görmek isterdim.