Maceraperestlik doğasında Bali
Arkadaşımızın önerisine uyduk, Bali’nin yolunu tuttuk. Romantik balayı adası olarak bildiğimiz Bali’nin ıssız kumsallarını, film setini andıran köylerini, pirinç tarlalarını keşfettik, yanardağına şafak tırmanışı yaptık. Sonuç müthiş bir yenilenmişlik hissiydi.
Oylama günü gelmişti! Eldeki veriler şöyleydi: Üç arkadaş yola çıkıyorduk, dolayısıyla romantik bir tatil beklentisi yoktu; sportif aktiviteler bolca olacaktı, yüzme imkânı olacaktı ve hiçbirimizin görmemiş olduğu uzak diyarlardan bir yer seçilecekti.
Şimdi gözleriniz tekrar başlığa kaydı değil mi? Eh pek tutturamamışlar diye geçiyordur herhalde içinizden. İtiraf edeyim benim içimden geçti, Altuğ oyunu Bali’dan yana kullandığını söylediğinde…
YOL ANSIZIN BİTTİ
Ne yaptın Altuğ? Balayı çiftlerinin kumsalda masaj yaptırdığı bir ada orası! Ve Altuğ anlatmaya başladı… Okyanustan, dokunulmamış sahillerinden, pirinç tarlalarından, tropik köşelerinde fışkıran doğal su kaynaklarından, ormanlarında gizlenmiş kutsal tapınaklarından bahsetti durdu. “Orada yaşayan dostlarım var, bizi karşılayacaklar, oradan hep beraber bir cipe atlayıp yola vuracağız,” dedi ve içimizdeki endişeleri susturdu.
Doha ve Kuala Lumpur üzerinden Denpasar’a iner inmez duyduğumuz “Hellooooo!” hepimizin yüzüne kocaman bir gülümseme oturttu! Ev sahiplerimiz Aslı ve John, bizi karşılamaya gelmişti. Ve bizi otomobillerine yerleştirdikleri gibi, adanın iyice güneyindeki evlerine doğru yola çıktık. Bir süre sonra... Önce otoyol bitti. Sonra yol...
Toprakta kendimizi ve bavullarımızı sürüklerken kafamın içinde o kadar çok endişe ve evham birikti ki hangisine konsantre olacağımı şaşırmıştım. Ara sıra annem geliyordu aklıma, “Şu halimi görse, kızım vallahi kaşınıyorsunuz,” demez miydi? Etrafta tek bina, insan veya ışık yoktu. Bu yürüyüşün ortalarına doğru ev sahiplerimiz, ateşlenmiş füze tadında artan stres seviyemizden habersiz, neşe içinde bize Bali’yi anlatırken sonunda olan oldu. Ayşe’nin sinirleri boşaldı. Gözlerinden yaşlar gelerek ve öyle sarsıla sarsıla gülüyordu ki! Durmak ne mümkün, biz de katıldık kendisine… Bavullar bir yere savruldu, biz başka yere! Aslı ve John gözleri faltaşı olmuş bizi seyrediyor. Sonradan düşündüğümde kan değerlerindeki değişiklik diye yorumladım; büyük şehir stresi bünyeyi terk etmiş, Uzakdoğu içimize girmişti.
CAM, DUVAR YOK
Sabah uyandığımda ilk iş koşup jaluziyi kaldırdım. Altımızda uzanan bembeyaz kumu, sudaki mavi ve yeşilin tonlarını, tek insanın olmadığı plajı görünce nutkum tutuldu. Sonra nutkum bir daha tutuldu: jaluzinin arkasında cam yokmuş. Ben çatıyla duvarlar birleşmiyor diye hayıflanırken meğer aslında duvar da yokmuş! Tanrım sana emanetiz!
Kaldığımız yeri gündüz gözüyle incelemeye başladıkça korkum yerini hayranlığa bıraktı. Bambuların rengi, dizilişleri, bağlantı noktaları ve köşelere bakınca, işini çok iyi bilen ustaların elinden çıktığını hemen anlıyorsunuz. Aslı’nın sesini duyuyoruz, bizi kahvaltıya çağrıyordu.
Kahvaltı masasında John’un, ortaya serdiği kocaman bir Bali haritası üzerinden rotamızı belirleyip benimsedikten sonra kendimizi Bingin Plajı’nın kumlarına bıraktık. Denizle kumla ilk hasretimizi biraz olsun dindirince, sahil boyunca yürüyüşe çıktık. Üç beş adımdan sonra plajda bizden başka yegane sima olan yerlinin bize deliler gibi el, kol salladığını fark ettik. “Herhalde turist sevmiyorlar” gibi yorumlar yaparken anladık ki bizi gelgite karşı uyarıyormuş.
Gelgit, sahili tanınmayacak kadar değiştiriyor. Yol, sabah üzerinden tırmanarak geçtiğimiz kayalıklar su altında kaldı. Yüzerek döndük! Ardından da güneşi batırmak üzere Aslı ve John ile buluşup ateşler eşliğinde Hint efsanesi Ramayana’nın hikâyesini anlatan Kecak Dansı’nı seyretmek üzere Uluwatu’nun meşhur maymunlu tapınağı Pura Luhur Watu’ya gittik.
Yanardağ Batur’a tırmandık zirvede gündoğumunu seyrettik
Bir İngiliz, üç Türk, bir Balili adanın derinlerine doğru çılgın bir yolculuğa çıktık. Hedefimiz Satur üzerinden kuzeydeki Batur Dağı. Ama yolun kendisi de en az dağ kadar çekici; arzumuz en uzun yoldan varmak. Yol nereye giderse biz ters yöne saptık. Karşımıza hep pirinç tarlaları çıktı. Dizlerine kadar suya batmış üçgen şapkalı çiftçiler, arkada göğe fışkıran dev ağaçlar, gri bulutlar, tropik yağmurla gelen dramatik bir hava… Film setinde gibiydik.
Aktif bir yanardağ olan Gunung Batur’a vardığımızda hava hafif serinlemişti. John, yemin kokusunu alan kaplan gibi, “Yanardağ varsa sıcak su kaynağı da vardır” diyerek etrafta bakınmaya başladı ki “hot springs” levhası gördü. Bana da o seyahatten kalan güzel bir ders oldu. Uzakdoğu’ya uzanıyorsanız sıcak su kaynaklarını asla atlamamalısınız!
ZİRVEDE ATEŞ DANSI
Ertesi sabah gündoğumundan evvel kalkıp yanardağa tırmanmak ve güneşi tepede doğurmak üzere erkenden vurduk kafayı. Sabah üç gibi kalkıp uzun ve dik bir rota üzerinden, uf puflaya dağa tırmandık. Ve bir anda tüm yorgunluğumuzu unutuverdik çünkü John, zirvede ateş dansına başladı. Bu görsel şölen karşısında çıt çıkarmadan oturduk. Dağ dönüşü motelde kısa bir uyku molası verip Batukaru Dağı’nın yanıbaşındaki Tabanan’a gitmek üzere yola çıktık. Yağmur yağsa da yağmasa da hava o kadar nemliydi ki sanki yıkanmış ama kurumamış kıyafetlerle geziyor gibiydik. Ve bu zamanla hem koku olarak hem de tendeki his olarak rahatsızlık vermeye başladı. İşte bu yüzden Otel Prana Dewi’nin zamanlaması bence mükemmeldi.
ISSIZ TAPINAKTAKİ KUTSAL GÜÇ
Otelin sahibi Aslı ve John’un arkadaşıymış; bizi karşıladı ve yürüyüş yapmak istediğimizi duyunca büyülü bir yürüyüş için takip etmemiz gereken patikayı gösterdi. Yürüyüşümüzün başı oldukça sık, oldukça yoğun bir ormandan geçti, kısmen de minik derelerin üzerindeki taşlardan hoplaya zıplaya yol aldık. Ve derken, tam da zoru atlattık dediğimiz noktada, ihtişamlı Batukaru Tapınağı karşıladı bizi. 11’inci yüzyılda Empu Kuturan isimli Hindu bir bilge tarafından inşa ettirilen bu tapınak,
rivayete göre, 1600’lerin başında Buleleng Kralı’nın askerleri saldırısına uğramış. Tapınak kutsal gücü harekete geçirmiş ve askerlerin üzerine binlerce arı göndermiş, tamamen yok edilmekten kurtulmuş. Tapınağın içinde dolaşırken hepimiz anlaşmışcasına ayrı bir köşede içimize çekildik ve uzunca bir süre hiç konuşmadan Bali’nin içimize işlemesine izin verdik.
Arung’da rafting Sanur’da dalış
Biraz üzülerek de olsa Prana Dewi’ye veda edip rafting yapmak üzere Ubud’a geçtik. Eskiden fırsat çıkarsa rafting yapardım. Hevesim zamanla geçti. Amatör olduğunuz sürece belli bir seviyenin üzerine çıkamıyorsunuz ve haliyle çok da heyecan verici olmuyor. Ancak bu sefer hepimiz istekli ve kararlıyız çünkü John, Arung Nehri’nin iki yakasındaki taş işlemelerini uzun uzun anlattı. Rafting şirketinin verdiği talimatları dinleyip kasklarımızı ve canyeleklerimizi giydikten sonra kendimizi nehrin azgın sularına bıraktık. Raftingcilere eşlik eden taş oymacılığı hakikaten çok etkileyici. Balili pek çok sanatçı aylarca çalışmış bu sanat eseri için.
DENİZİN ALTI RENGARENK
Ubud’daki rafting maceramızın sonunda biraz Ubud’un sokaklarında gezindikten sonra bu sefer de dalmak için Sanur’a geçip küçük bir motor ile açıldık. Şarjları yavaş yavaş tükenmekte olan hanımlar, bizim durumumuz belli olmaz, belki yüzeriz, belki sadece şnorkelle etrafa bakınırız diyerek çok da iddialı olmadıklarını belirtince beyler, kendi başlarının çaresine bakıp dalış takımlarının peşine düştüler. Ben dalmadım ama anlattıkları kadarıyla suyun altı da en az suyun üstü kadar renkli ve hareketliymiş. Her yüzme tatilinin olmazsa olmazı olan komik sualtı fotoğraflarını da çektikten sonra son durağımız olan Seminyak’a geldik.
İŞTAH AÇAN KONFOR
Seminyak demek tatil bitti demekti; buraya son iki günümüzü ayırmıştık. Chez Villas’da (Jl Beraban Br Taman Kerobokan) kaldık ve gerçekten hak edilmiş konforun tadını doyasıya çıkardık. Kaldığımız iki gün boyunca dört browni yediğimi hatırlıyorum.
Bu yolculuğun sihrini borçlu olduğumuz Aslı ve John’a hayatım boyunca müteşekkir olacağım.
Fiziksel anlamda çok yorucu olan ama elimde olsa hemen ve her gününü tıpatıp tekrar edeceğim bu yolculuk sonunda hissettiğim yenilenmişlik hissini hiçbir şeye değişmem!