Kütahya sadece çiniden ibaret değil
Kütahya hem tarihi, hem kültürü, hem de doğasıyla mutlaka görülmesi gereken bir yer. Burada geçireceğiniz birkaç gün içinde çini atölyelerini, antik ören yerlerini, eski sokakları, müzeleri gezebilir, doğa yürüyüşlerine çıkabilir, mağaraları görebilir, kuşları gözlemleyebilirsiniz.
Daha çok çinisiyle bilinen kenti layıkıyla gezenler, neden sadece çininin ön planda olduğunu sorarlar kendilerine. Doğrudur aslında. Kütahya’da porselen ve çini önemli bir kazanç kapısıdır ama kent sadece bunlardan ibaret değildir. Öncelikle dünyadaki ilk toplu sözleşmenin yapıldığı yerdir Kütahya. Fincancılar ile yanlarında çalışan usta, çırak ve kalfaların özlük hakları ile ilgili yapılan bu ilk sözleşme, 1766 yılında taraflarca imzalanmıştır.
Kütahya’yı gezmek isteyenlere ilk önerim, önce Hıdırlık Tepe’ye çıkarak şehre yukarıdan bakmaları olacak. Hıdırlık Tepe ve Bizanslılar tarafından yapılan Kütahya Kalesi ziyaretlerinden sonra yavaş yavaş keşfe başlayabilirsiniz.
Benim önerim, Germiyan sokağından başlamanız. Taş döşeli sokak boyunca sağlı solu dizilmiş 150 yıllık Türk konakları, sizi tarihin derinliklerine götürecek. O dönemlerdeki estetiğin ve yaşam arzusunun neden şimdi olmadığını sorgulayacaksınız. Ahşap, bağdadi kagir, iki veya üç katlı evlerin neredeyse tümünün kapısında yapılış tarihi yazıyor.
Rusya’ya ve Avusturya’ya karşı ayaklanmış ama yenilince Osmanlı’ya sığınmış, 1849-1851 yılları arasında Kütahya’da kalmış olan Lajos Kossuth ve ailesinin kaldığı Macar evini de mutlaka görün. Evin isminin Macar Evi olduğuna bakmayın, 18. Yüzyıl Türk evlerinin çok güzel bir örneği. Burada iki yıl kalan Kossuth ve ailesinin kullandığı eşyalar sergileniyor.
İçi ve dışı tamamen çiniyle kaplı olan Çinili Cami, 1973’te yapılmış. O kadar eski bir cami değil belki ama çini işçiliğinin muhteşem örnekleri ile kaplı. Eşi benzeri yok. Orta Asya mimarisi örnek alınarak yapılmış.
Görmemiz gereken ikinci cami, 1410’da yapılan daha sonra Mimar Sinan tarafından onarılan Ulu Cami. İçi, dönemin nakkaş ustaları ve hattatlarının özgün kalem işlemeleri ile süslenmiş.
EZOP’UN VE EVLİYA ÇELEBİ’NİN ŞEHRİ
Kütahya’nın geçmişi, günümüzden 5 bin yıl öncesine kadar gidiyor. İlk yerleşimler, İ.Ö 3 bin yılına tarihleniyor. Antik dönemde adı Kotiaeion olan Kütahya, masallarıyla ünlü Aispos (bizim bildiğimiz adıyla Ezop)’un da yaşadığı yer olarak bilinir. Evliya Çelebi de Kütahyalıdır. Frigyalılar, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Germiyanoğulları ve Osmanlılar bölgede sırayla egemenlik kurmuşlar.
Yakın geçmişte Kütahya’da Rum ve Ermeni nüfusu da vardı. Osmanlı İmparatorluğu döneminde çini sanatına büyük katkıda bulunan bu insanlardan çok az bir yapı kalmış günümüze. Aslında çiniciliğin tarihi, Friglere kadar gidiyor. Daha sonra bölgeye kim hakim olduysa çini sanatı da hakim kültürün etkisinde kalmış. Yüzlerce yıl süren çini geleneği, Kütahya’yı dünyada önemli bir çini kenti haline getirmiş.
Atölyeler mutlaka görülmesi gereken yerler. Yıllardır çalışan çini ustaları, bütün hünerlerini göstererek önemli eserlere imza atıyor. Bir zamanlar usta çırak ilişkisi ile yetişen çiniciler artık okulda yetişerek kent ekonomisine büyük katkılarda bulunuyorlar.
AMAZONLAR LAHİTİ
Bir kentin tarihini ve kültürünü öğrenmek için mutlaka müzelerini gezmek gerekir. Bunların başında tabii ki Arkeoloji Müzesi geliyor. Ulu Cami’nin bitişiğinde yer alan müze binası, 1314 yılında Germiyan beylerinden Umur bin Savcı tarafından yaptırıldığı için Savcı Medresesi olarak da bilinir. Kesme taştan yapılmış yapı, 1965’ten beri Arkeoloji Müzesi olarak hizmet veriyor. Geç miyosen fosillerinin yanı sıra palelolitik, kalkolitik, eski Tunç Çağı, Hitit, Frig, Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait çeşitli buluntular sergilenmekte. Müzenin nadide eserlerinden biri Amazon’lar Lahiti. Lahit, Çavdarhisar- Aizanoi’de yapılan kazılarda bulunmuştur.
Çini Müzesi de mutlaka görülmesi gereken bir yer. Germiyan beyi Yakup Çelebi tarafından 1411 yılında yaptırılan külliyenin bir bölümü, 1999’da Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Çini Müzesi olarak hizmete açıldı. İçinde 1766 yılında imzalanan dünyanın ilk toplu sözleşmesinin metnini de görebilirsiniz.
DOĞA YÜRÜYÜŞÜ İÇİN
Kütahya’da Eğrigöz Dağı, Murat Dağı, Yeşildağ, Akdağ, Simav Dağı, Yellice Dağı, Türkmen Dağı, Şaphane Dağı ile Fryg Vadisi, Çamlıca, Gölcük Yaylası ve Domaniç ormanları gibi pek çok yerde doğa yürüyüşü yapmak mümkün.
Kentin dışında ilk görmeniz gereken yer Aizanoi antik kenti olmalı. Çavdarhisar ilçesi sınırları içinde yer alan kent, Efes ile çağdaş. tarihi M.Ö 3 bin yıllarına kadar gidiyor.
İsmini su perisi Erato ile efsanevi kral Arkas’ın birleşmesinden ortaya çıkan Azan isimli mitoloji kahramanından almış.
Kentin bir çok yapısı hâla ayakta. Büyük çoğunluğu Roma dönemine ait. Kentin en görkemli yapısı ise Zeus Tapınağı. Tapınak, Anadolu’da günümüze kadar en iyi korunmuş tapınaklardan biri. Önündeki Tanrıça figürü de olağanüstü bir eser.
Kütahya’ya gidip de Frig vadisini gezmemek, orada en az bir gün geçirmemek olmaz. Aslında Vadi Afyon- Kütahya ve Eskişehir sınırları içinde yer alıyor. Bir zamanlar bölgenin egemen gücü olan Frigyalıların yoğun olarak yaşadığı vadi, Kapadokya’nın küçük bir örneği. Tüflerin oyulmasıyla yapılan barınak ve kaleler, yüzlere yıl çeşitli uygarlıkları saklamış içinde. Vadiyi dolaşırken her bir noktada farklı Frig yerleşimini, kabartmalarını, mezarlarını görmek olası. Vadi daha sonraki yıllarda erken dönem Hıristiyanlarına ev sahipliği yapmış.
YAPMADAN DÖNMEYİN
· Antik Roma kenti Aizanoi’yi ve Frigya Vadilerindeki peribacalarını, kaya mezarlarını, şapelleri görmeden
· Germiyan Sokağı’ndaki 150 yıllık Türk konaklarını, Lajos Kossuth’un misafir edildiği evi ve müzeleri gezmeden
· Kurtuluş Savaşı’na tanıklık eden Zafertepe’yi, Dumlupınar Şehitliği’ni ziyaret etmeden, vatan için can verenlerin yaşadıklarını hissetmeden
* Kale içindeki Döner Gazino’da yöresel yemeklerden yemeden
· Termal sularında şifa bulmadan, pınarlarından içmeden
· Dünyaca ünlü çini ve porselenlerinden almadan...