GeriSeyahat Köpekler değilmiş, ötekilermiş
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Köpekler değilmiş, ötekilermiş

Köpekler değilmiş, ötekilermiş

Artık bu kadar mı tesadüf olur! Size şimdi anlatacağıma inanmayacaksınız. Ama sizin inanıp inanmamanızın bir önemi yok, karımın inanması lazım yoksa papazı bulduk! Dün, bayramın ikinci günü sabah erken sokaklarda süründüğüm için ‘Köpekler miydi yoksa orospular mı’ diye bir giriş yazısı yaptım. Bugün…

Bugün (bu yazıyı perşembe okuyorsanız, dün) sabah yine erkenden yola düştüm. Sekizde adı lazım değil bir büyük otelde (reklam olmasın diye Pera Palas demiyorum!) bir yabancı basın mensubuyla kahvaltı randevum vardı.

 

Saat 7.20 - 7.30 olmalı. Ulus’ta her zamanki bakkaldan takım gazetemi aldım, sokaklarda bir kedi bile yok bu saatte, kırmızı ışıkta bekliyorum. Boş taksi durağındaki ‘şey’e gözüm ilişti. Kabahat gözde değil. ‘Şey’ dizinin üstüne kadar siyah çizmeli, yine siyah mini mini etekli (o an daha yukarısını göremedim) bir âfet. Kaşlarının üstüne kadar kâküllü, peruka gibi duran uzun kömür rengi saçlı bir âfet!!

 

Bir iki saniyede çekebildiğim fotoğraf bu. Fazla bakamadım: (1) Kroluk yapmayalım (2) Bir kamera şakası filansa, alık alık yakalanmayalım…

 

Ama o beni gördü. Elindeki çantayı sallayarak yanıma geldi:

 

- Ne tarafa gidiyorsunuz?
- Pardon, niye sordunuz?

Hayır dönme, travesti filan değil.

- Yarım saattir burada taksi bekliyorum, gelen geçen durup lat atıyor. Ne olur beni Levent’e filan, taksi bulabileceğim bir yere bırakın!

Amerikan filimi mubarek…

- Bırakayım da, gelen geçenlerden birinin arabasına niye binmediniz?

- Onların niyeti bozuk, ama vallahi sabahın bu saatinde uğraşamayacağım…

Bu arada arabanın sağ kapısını tutmuş ve benimle konuşmak için iyice eğilmiş durumda. Bense, şakacıların kamerası ne kadar zum yapabilir bilmiyorum ama, ne olur ne olmaz ‘derin göğüs dekoltesi’ne kaymaya çalışan gözüme hâkim olmaya çalışıyorum…

- İyi peki, gelin Levent’e bırakayım sizi!

Yanıma otururken de başımı kaldırıp ‘yeşil yandı mı’ diye ışığa bakma ayakları…


Levent’e değil, Tarlabaşı’na bıraktım. Güya evinin önüne. Allah bilir.

Kırk civarında gösteriyordu ama, eminim yaşı otuzdan fazla değildi. Makyajı da akşamdan kalmaydı. Gözlerinin artı mor, yorgundu. Zor geçmiş bir gecenin yorgunluğu değil, zor geçmiş böyle pek çok gecenin yorgunluğuydu üstündeki…

 

- Pera Palas’a kadar gidiyorum.

- O zaman n’olur beni Tarlabaşı’na bırakın!

İşten döndüğü’ belliydi. Sormadım. O da bana bir şey sormadı. Söylemedi.

 

Bir bayram günü, loş ve boş İstanbul sokaklarında, başka kimsenin takmadığı kırmızı ışıklarda, sabah sabah bir orospuyla bir gazeteci on beş yirmi dakika öylece, yan yana sustuk… Ben gözümü yoldan ayırmadım, o bir iki dakika da olsa kestirdi.

 

Kepengi inmiş yedek parçacı dükkânlarının önünde bıraktım. İnerken bir an dönüp baktı:

 

- Bu bana ne büyük bir bayram hediyesiydi, inan bilemezsin!

- Yok canım! Hadi iyi bayramlar…

- Bayramı batsın!

*

Tepebaşı’na varana kadar iki camı da açıp arabayı havalandırdım. Parfüm kokusu ancak gitti.


Pera Palas’ın yanındaki parkta arabadan inerken boz rengi bir sokak köpeği başı yere eğik, kuyruğuyla beraber kıçını da sallayarak bana sırnaştı. Otopark bekçisi sordu:

- Hayırdır abi, köpeği görünce niye öyle güldün?

- ..tir et, boşver! Anahtarı üstünde bıraktım…




Not: Bu anlattığım, gerçekten bayramın ikinci günü ve Ulus’ta … ama bir arkadaşımın başına geldi. Tam da ‘gazeteciler, orospular, köpekler…’ diye yazmışken… dayanamadım aparttım ve kendime adapta ettim. Kimseye söylemeyin!

False