Geri Seyahat Kelebeğin mercan bahçesinde pazar gezintisi
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Kelebeğin mercan bahçesinde  pazar gezintisi

Kelebeğin mercan bahçesinde pazar gezintisi

Rakun, threadfin ve madagaskar… Hint Okyanusu’nun üç zarif kelebek balığı…

Hindistan’ın 600 kilometre güneybatısında, Male Atolü’ndeki küçük bir adada, mercanların arasında yüzerken rastladım onlara. Tam dostluğu ilerletmiştik ki, kuyruğu ve yüzgeçleri puantiyeli köpekbalığı çıktı ortaya…


Gece boyunca gökgürültüsü, şimşekler dinmemiş, durmaksızın yağmur yağmıştı. Hint Okyanusu’nda muson mevsimiydi. Male Atolü’nün fındık kabuğu büyüklüğündeki yemyeşil adacıkları nisandan ağustosa, kuzeyden gelen kara bulutlarca sulanıyor, güneş kimi zaman gün boyunca ortadan kayboluyordu. Kuda Huraa’daki ikinci ve son sabahımdı. Öğle saatlerinde ayrılacaktım. Gün doğarken adanın çevresinde yüzerek tur atıp, çevreyi keşfetmeye kararlıydım. Bir gün önce güneyinde yarım tur yapmış, mercanlarda karşılaştığım renk zenginliğinin tadı damağımda kalmıştı. Ezan sesi gelen komşu adayı merak etmiş, pek bir şey görememiştim.

ALTIM DENİZ ÜSTÜM YAĞMUR

Mercan kayalarından yapılmış, çatısı otla kaplı kulübemden çıktığımda rüzgâr dinmişti. Kıyıdan yaklaşık 200 metre ileride, adayı çevreleyen sığlığın başladığı bölgeye vuran büyük dalgaların sesi kıyıya kadar geliyordu. Hepi topu 500 metre boyunda, 170 metre genişliğinde bir adaydı Kuda Huraa. Palmiyeler ve bölgenin en güzel çiçekli makileriyle kaplıydı. Birkaç adımda mercanların en yoğun olduğu kuzey kıyısına vardım. Gözlüğümü takıp, fotoğraf makinemin su geçirmez kılıfını kontrol ettikten sonra kendimi suya attım. Su sıcaklığı 25-26 dereceydi, saatlerce üşümeden yüzmek mümkündü.
Mermer beyazı kumluğun en derin yeri bir kol boyuydu. Kimi yerde 15 santime kadar düşüyordu derinlik. Muson mevsiminde denizde artan planktonlar, akşamki fırtına, yoğun yağış suyu hafifçe bulandırmış, görüş mesafesi 8-10 metreye düşmüştü. Oysa bir gün önce hava güneşli, deniz pırıl pırıldı. Neler neler görmüştüm. Padişah sarığı şeklindeki dev mor süngerler, üstü cilalanmış kadar parlak kaplan deniz kabukları, hayatım boyunca gördüğüm en güzel pembe tonlarında ağızlarıyla akrep deniz kabukları, dev yelpazeyi ya da gökyüzüne açılmış elleri andıran mercanlar, okyanusun en büyük istiridyeleri... Gökkuşağını kıskandıracak renkte balıklar... Fotoğraf makinemi yanıma almadığım için tüm bu manzaraları sadece hafızama kaydedebilmiştim. Bu sabah hava kapalı, su bulanık da olsa bunları bulup fotoğraflayacaktım.

BOYNUZ TEHLİKESİ

Yaklaşık 60-70 metre kadar açıldığımda, havanın belirgin şekilde karardığını hissettim. Başımı kaldırıp çevreme baktım. Kuzeybatıdan, deniz üstündeki lüks kulübelerin ardından kapkara bir bulut kümesi yaklaşıyordu. Deniz yüzeyine kadar inen duvar gibi bir su

Kelebeğin mercan bahçesinde  pazar gezintisi

kütlesiydi. Adadaki uzun palmiyeler sağa sola sallanıyordu. Fırtına çıkmadıktan sonra sorun yoktu...
Mercanların arasına girdiğimde çoktan kara bulutları unutmuştum. Rengeyiği boynuzlarını andıran, kahverengi kadifemsi dokuyla kaplı mercanlar kimi yerde suyun bir karış altına kadar yükseliyordu. Derin nefes alıp, vücudumu deniz yatağı gibi şişirmem, çok küçük hareketlerle yüzmem gerekiyordu üstlerinden geçerken. Neyse ki aralarda küçük havuzcuklar, dar koridorlar vardı duraklayıp gözlem yapmak için.
Kırmızı mercan yok denecek kadar azdı. Bu nedenle olsa gerek yolculuk arkadaşım “Geçen yıl Şarm El Şeyh’te yüzmüştüm. Kızıldeniz’in mercanları çok daha güzel” demişti. Oysa sütlü kahverengi tondaki mercanlar da çok güzeldi. Marmara Denizi’nin geçmişte tablo güzelliğindeki kahverengi yosun çeşitliliğini hatırlattı bana.
Her mercan öbeğinde farklı bir balık kolonisi yaşıyordu. Bazı türler, özellikle bazı mercanları seçmişti yaşam alanı olarak. Örneğin zebrayı andıran Hint sancak balıkları bodur, mor mercanlara iple bağlanmış gibiydi. Asla uzaklaşmıyorlar, tehlike belirince dalların arasında kayboluveriyorlardı. İşleri güçleri gün boyunca meraklı bakışlarla çevreyi seyretmekti. Hepsi birlikte aynı yöne bakıyor, su balesi yaparmış gibi simetriyi gözeterek hareket ediyorlardı.
İlk cerrah balığına rastladığımda hayretten donakaldım. Nefis bir mavisi vardı. Öylesine meraklıydı ki fotoğrafını çekmekte pek zorlanmadım. Denizin bir başka meraklısı Picasso balığıydı. Uzaklardan koşup geliyor, etrafımda birkaç tur atıp aynı hızla kayboluyorlardı. Gövdesinin neredeyse ortasına gelen gözleriyle yüzen karikatür, renkleriyle ressam tuvaliydi Picasso.
Üstüme düşen su damlacıkları kırbaç sertliğine ulaşınca başımı sudan kaldırıp çevreme baktım. Öylesine yoğun yağıyordu ki, iki metre ötemi göremiyordum. Fakat deniz çok sakindi. Yine de karayla göz temasını kaybetmek rahatsız ediciydi. Başımı tekrar suya gömüp durumu unutmaya çalıştım.
Beni korkutan iki canlı vardı. Boyu 3-4 metreyi bulan yılanbalığı şeklindeki müren ve Zanzibar’da çok sık rastladığım aslan balığı. Müren çok meraklı bir balıktı, ısırmasa bile burun buruna gelmek hiç iyi olmayacaktı. Diğeri ise dünyanın en zehirli deniz canlısı. Üstelik tuhaf bir dayılanma huyu vardı. Mercanların arasında fark etmeden yakınına sokulabilir, korkutabilir, zor durumda kalabilirdim. Derin suda sorun değildi, fakat sığ suda samimiyet insanı ürpertiyordu.

ÇEVREMDE TURLARKEN ARKADAŞI DA GELDİ

Rengârenk cümbüş içinde beni en çok kelebek balıkları etkiledi. Dans edercesine zarif yüzüyor, çevrelerindeki diğer türlere saldırgan davranmıyorlardı. Farklı türleri içinde bir yarışma yapılsa hangisine oyumu vereceğimi bilemedim. Siyah piramit, biriyantinlenmiş kırmızı saçları andıran Colard, üstünde kocaman bir göz deseni olan kavuniçi Bennett, gri-sarı puantiyelisi, kahverengi siyahlı rakunu, karikatür gibi uzun burunlusu, berberbalığı versiyonu... Sanırım en sevdiğim sonuncusuydu. Mercanların arasındaki nazlı yüzüşünü saatlerce seyredebilirdim. Uzunburunlu olanı ise rastladığım en gerçeküstü balıklardan biriydi...
Bir gün önce iki dev istiridye yavrusuna rastlamıştım. Hafifçe açık ağızları ilk bakışta morlu, yeşilli ipek fularları andırıyordu. Sanki rüzgârla sahilden sürüklenmişti. Fotoğraf çekmek için uzun süre bu iki istiridyeyi aradım. Kerterizlerim işe yaramadı. Fakat hiç beklemediğim anda yaklaşık bir metre çapında, ölmüş, içi boşalmış bir kabuğa rastladım. Birkaç fotoğraf çektikten sonra bulunduğu yerden çıkarıp, daha fotojenik bir bölgeye taşıdım. Dala çıka birkaç fotoğraf çekmiştim ki, kabuğun arkasında bir karartı belirdi. Makineyi çekip çıplak gözle baktığımda yaklaşık 1.5 metrelik bir köpekbalığıyla karşı karşıya geldim.

Müthiş sevindim. Harika bir fotoğraf çekmiştim. Sahilde hiçbir uyarı levhası olmadığına göre, bu balıklar tehlikeli değildi. Yüzgeci beyaz puantiyeli köpek balığı çevremdeki ikinci turunu tamamladığında düşüncem değişmişti. “İkincisi de çıkarsa işim zor” diye düşündüm. O anda uzaklarda ikincisi belirdi. Sırtımın boydan boya ürperdiğini hissettim. Sahilden en az 100 metre açıktaydım, sığ suda hızlı kaçamazdım, denizden çıkana kadar iskeletim kalabilirdi. Geri geri kaçmaya başladığımda bacağıma kramp girdi. “Bu iş burada biter” deyip en kötü ihtimali kabullenince sakinleştim. Paniğimi gören beyaz puantiyeliler kaçmış, yine mercanlarla baş başa kalmıştım. Oysa denize girmeden bölgedeki köpekbalıkları hakkında bilgilensem, bu paniği yaşamayacaktım... Bir gün önce ansızın çıkan vatoz sürüsü içinde kalmış, bu kadar korkmamıştım.

YÜZEN KESME ŞEKER

Kıyıya yaklaştığımda yine şeytan dürttü ve bu kez sarı kutu balığının peşine düştüm. Kesme şeker büyüklüğünde, müthiş sevimli ve çok mahcuptu. Her deklanşöre basışta zıplayarak bir mercanın arkasına saklanıyordu. Dalıp çıkmamı zurna, kelebek, sarı puantiyeli oryantal tatlıdudak ve diğer cümle balıklar meraklı gözlerle izliyordu.
Puantiye paniği geçmiş, fakat gözlem turunun da tadı kaçmıştı. Sahile çıkıp, beton kadar sert mermer beyazı kuma oturdum. Üstümden kara bulutlar geçiyor, büyük dalgalar sığlığın sonundaki kum bariyerlerini dövüyordu. Kasımla mart arasındaki dönemde gelmiş olsam çok daha berrak bir denizle karşılaşacaktım. Ansızın patlayan rüzgârlar, çılgınca boşalan yağmurlar olmayacaktı. Buna karşın deniz bu kadar zengin, manzaralar bu kadar değişken olmayacaktı. Geceleri dalgayla kıyıya vurdukça fosforlu yeşil ışıklar saçan, kumsala yıldız serpilmiş izlenimi yaratan yakamozları göremeyecektim...
(Bu gezi THY, Setur ve Four Seasons’ın sponsorluğuyla yapılmıştır)

Hızla yok oluyor

Zanzibar’da horon tepermiş gibi yanyana yürüyen kavun büyüklüğünde deniz kestaneleri görmüştüm. Male Atolü’nde yoktu. Aslan balıkları, ahtapotlar da. Küresel ısınma Hint Okyanusu’ndaki mercanları çamaşır suyuna konmuş gibi beyazlatıyor, öldürüyor, deniz canlılarında tür sayısını da azaltıyordu. Sadece 1998’de mercanların yüzde 80’i ölmüştü. Sebep, El Nino’nun da etkisiyle denizsuyunun 2 derece birden ısınmasıydı. Kıyılar beyazlamış mercan kırığı doluydu. Üstünde gecelediğim ada, mermer beyazı kumsal hep mercanlardan oluşmuştu. Bilimadamlarına göre, bu adacıklar gelecek yüzyılı göremeyecek, tamamen sular altında kalacaktı. Hindistan’ın güneyinde, okyanustaki bir yanardağın tepesine konuşlanan Maldivler’den, 26 cennet atolden geriye iz kalmayacaktı...

False