GeriSeyahat Karadeniz'in yeniden keşfi
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Karadeniz'in yeniden keşfi

Karadeniz'in yeniden keşfi

Dünyada hızla değişen tatil anlayışı ve alternatif turizmin artması Türkiye'yi de ‘‘deniz-kum-güneş’’ dışında arayışlara itti. Ve maviyle yeşilin eşsiz koylarda buluştuğu Karadeniz yeniden keşfedildi... Turizm Bakanlığı, yeşili, yaşam biçimi, kültür ve gelenekleriyle Türkiye'nin diğer bölgelerinden farklı bir dokuya sahip olan Karadeniz'i dünyaya tanıtmak için başlattığı ‘‘Yeşil Tur’’un üçüncüsünü gerçekleştirdi. Tur'a 14 ülkeden 24 gazeteci ve turizmci katıldı.

Dünyada hızla değişen tatil anlayışı ve alternatif turizm türlerine ilginin artması Türkiye'yi de ‘‘deniz-kum-güneş’’ dışında arayışlara itti. Ve maviyle yeşilin eşsiz koylarda buluştuğu, enerjik, sıcakkanlı ve esprili insanların yaşadığı Karadeniz yeniden keşfedildi.

Turizm Bakanlığı, yeşili, yaşam biçimi, kültür ve gelenekleriyle Türkiye'nin diğer bölgelerine göre farklı bir dokuya sahip olan Karadeniz'i dünyaya tanıtmak için başlattığı ‘‘Yeşil Tur’’un üçüncüsünü gerçekleştirdi. 2-11 Eylül tarihleri arasında yapılan Yeşil Tur 97'ye 14 ülkeden 24 gazeteci ve turizmci katıldı.

Yeşil Tur, Karadeniz'in en büyük limanı, sanayi ve ticaret merkezi Samsun'dan başladı. Samsun'da ‘‘Amazon’’ adı verilen savaşçı kadınların yaşadığına inanılıyor. Yunan mitolojisine göre amazonlar, at üstünde savaşan, ok ve yayı rahat kullanmak için göğüslerinden birini kesen bir kadın topluluğu...

Yüzlerce çeşit ağaç türünün bulunduğu yemyeşil Kunduz Ormanları, Yeşil Tur konuklarının Karadeniz'e ‘‘merhaba’’ dediği ilk duraktı. Samsun'a yaklaşık dört saat uzaklıktaki Kunduz Ormanları'ndan sonra en zengin Atatürk giysileri kolleksiyona sahip Samsun Atatürk Müzesi ziyaret edildi.

SİNOP'UN DOĞALLIĞI

Samsun'un ardından ikinci durak, yöre halkının ‘‘Keşfedilmemiş Cennet’’ diye tanımladığı Sinop'tu.

‘‘Gölge etme başka ihsan istemem’’.

Şarkılara bile dize olmuş bu ünlü sözüyle tanıdığımız filozof Diyojen, İ.Ö. 413'te Sinop'ta doğmuş. Her türlü gösterişten uzak, yaz kış fıçı içinde yaşayan Diyojen, en büyük erdemin doğaya uygun yaşamak olduğunu, böylece insanda tutku, ölçüsüzlük ve kendini beğenmişlikten eser kalmayacağını savunmuş. Sinop, ağırlıklı olarak bu felsefeyi benimseyen insanların yaşadığı bir kent. Turizmciler ve kentin yöneticileri, Sinop insanını şöyle anlatıyorlar:

‘‘İnsanlar çok sıcaktır. Geleni Sinoplu yapmaya çalışırlar. Genç kızlar sokaklarda sabahlara kadar korkusuzca gezer, balıkçı kahvelerinde oturup çay-kahve içerler. Kimse de rahatsız etmez. Polisiye olay hiç yok gibi. Sinop'ta herkes birbirini tanır. Sanayisi gelişmediği için başka illerden göç olayı da yok.’’

Karadeniz'in en kuzey ucunda bir yarımada üzerinde kurulu olan Sinop, iki büyük doğal limana sahip.

Akliman, üç tarafı ormanlarla bir tarafı denizle çevrili, yemyeşil düzlüklerden oluşan bir piknik alanı. Rengarenk çiçekleriyle ünlü Hamsaroz Koyu'nda tekne turları yapılıyor. Sinop'un Karadeniz'e 175 kilometre uzunluğunda kıyısı bulunuyor. Kıyı şeridinin çoğunluğu yer yer sarp kayalıklar, ormanlar, çakıllı ve kumlu doğal plajlardan oluşuyor. Boztepe Burnu'ndan bakınca gemi şeklinde görünen Sinop Kalesi'nde tavşan kanı bir bardak çay yudumlarken eski Sinop evlerini ve yeşil-mavi koyları seyretmenin tadına doyulmuyor.

Balıkçı kahveleri, Yalı kahvesi, eski Sinop evleri, Tersana Hamamı ve Sinop Müzesi de görülmeye değer...

RUMLAR'IN NOSTALJİSİ

Turizmciler, Sinop'a en çok Rum turist geldiğini söylüyor. Mübadele ile birlikte evlerini barklarını terkedip giden ve özlemlerini ‘‘Ah Sinop vah Sinop, ayvalık meyvelik’’ sözleriyle dile getiren Rumların torunları, ellerinde adreslerle mahallelere dağılıp dedelerinin yaşadıkları evleri arıyorlar. Geçen yıl 78 bin turistin ziyaret ettiği Sinop'ta 7'den 77'ye herkes turizmi konuşuyor. Otellerin yanısıra üçer odalı 200 tane de pansiyon bulunuyor Sinop'ta.

Sinop'un tepeler arasına sıkışmış ve çay havzası üzerinde kurulmuş şirin ilçesi Ayancık'ta da bitki örtüsünün gürlüğü dikkati çekiyor. Orman literatüründeki tüm ağaç türlerinin bulunduğu Ayancık'ta kirlenmemiş doğal plajlar, suların aşındırarak ilginç şekiller verdiği kayalıklar var. Yaz ile kış arasındaki sıcaklık farkının da az olduğu söyleniyor. Deniz ve orman manzaralı otellerden deniz birkaç dakika uzaklıkta... Yüzlerce yıllık geleneklere bağlı olarak dokunan keten kumaşlar da insanı hayran bırakıyor.

BÜTÜNÜYLE KORUNAN TEK KENT

Gezinin önemli duraklarından biri de sahip olduğu mirası korumadaki başarısı nedeniyle 1994 yılında UNESCO tarafından Dünya Miras Listesi'ne alınan Safranbolu'ydu. Türkiye'de bütünüyle korunan tek kent olması nedeniyle ‘‘Korumanın Başkenti’’ ve ‘‘Müze Kent’’ diye anılan Safranbolu, Yeşil Tur konuklarının en çok etkilendikleri kent oldu. Yabancı konukların çoğu eski Safranbolu evlerinde geçirdikleri geceyi, beş yıldızlı otellere tercih edeceklerini söyledi. Osmanlı İmparatorluğu'nun en güçlü dönemlerinde elde edilen ekonomik zenginliğin bir ürünü olan kent, geleneksel Türk toplum yaşamının tüm özelliklerini yansıtıyor. İlçede 1008'i koruma altında bulunan çok sayıda kültürel eser bulunuyor.

Ahşabın ustalıkla kullanıldığı Safranbolu evlerinin tavan işlemeleri, dantel perdeleri ve sedir düzeni, konukları en az dış görünüm kadar cezbetti.

ÇEŞM-İ CİHAN BU MU OLA?

Fatih Sultan Mehmet'in Bakacak Tepesi'nden ovaya şöyle bir göz atarak ‘‘Lala lala, Çeşm-i Cihan bu mu ola?’’ dediği şirin belde Amasra... Yeşil Tur konuklarının sahilinde çay molası verdikleri Amasra, Türkiye'de ‘‘turizmin başladığı yer’’ olarak tanınıyor.

Amasra'da 1940'lı yıllarda ev pansiyonculuğu ve çadırlı kampçılık gelişmiş. 1950-1965 döneminde Türkiye'nin en çok turist çeken yeri olmuş. Ancak sonradan Akdeniz ve Ege'ye yenik düşmüş... Amasralı turizmciler, az rastlanır doğa güzelliği, ılık yaz mevsimi, plajları ve koyları ile yeniden keşfedilmeyi bekleyen Amasra'yı ‘‘uyuyan prenses’’e benzetiyor. Yarımadanın üzerine kurulu şehrin iki koyu ve iki adası var. Adalardan birine kayıklarla diğerine ise roma döneminden kalma tek gözlü bir kemerle ulaşılıyor.

Yedi göl, yedi kardeş

Sazlıgöl, Nazlıgöl, Büyükgöl, Küçükgöl, İncegöl, Deringöl ve Seringöl... Kayan kütlelerin vadilerin önünü kapatması sonucu oluşan, yüzeysel ve yeraltı akışları ile birbirine bağlı yedi göl. Yedigöller 238 değişik bitki türüne sahip bir milli park. Otobüslerle uzun ve çetin bir tırmanıştan sonra çok hoş bir sürpriz oldu konuklar için. Minik şelaleler, ağaç dalları arasından süzülerek suyla buluşan güneş ışınları, sessizliğin sesi, göz dolduran ve insanı sarıp sarmalayan yeşil... Yedigöller, Yeşil Tur'un adına yakışır bir durak oldu konuklar için.

Yeşil Tur'un son günü Batı Karadeniz'de ayakta kalan tek antik kent olan Konuralp gezildi. Antik adı ‘‘Prusa ad Hypium’’ olan Roma tiyatrosu ve müzede bulunan Roma ve Bizans eserleri de ilgi çekti. Türkiye'de turizm hareketlerinin ilk başladığı yerlerden biri olan Akçakoca ile konuklar Karadeniz'e veda etti.

Baston mu, sanat eseri mi?

Yeşil Tur konukları için keyifli bir duraktı bastonlarıyla ünlü Devrek... Birer sanat eseri gibiydi işlemeli, kartal başlı, yılan başlı bastonlar.

‘‘Dostlarınıza baston vermek, onlara uzun ömür dilemenin en güzel yoludur’’ diyor Devrekliler... Devrek'te bastona sadece yaşlı insanların dayanak olarak kullandığı bir araç değil, aynı zamanda giysileri tamamlayan bir aksesuar gözüyle bakılıyor. Devrek bastonları ince, zarif ve esnek olması için kızılcık ve gürgen dallarından yapılıyor. ‘‘Bir gün elinize mutlak bir baston alacaksınız. İşte o zaman neden elinizde dünyada nadir olan bir devrek bastonu olmasın’’ sesine kulak veren konuklar birer baston satın aldılar.

False