Kanada’nın kültür potası Toronto
Yaz gelip de günler uzayınca Toronto’nun güzellikleri ortaya çıkıyor. Farklı kültürlerin özelliklerini koruyarak yan yana yaşadığı bu şehirdeki 18’inci yüzyıl binaları fabrikasından, evine özenle korunmuş. Müzeleri, konser salonları kültürel etkinliklerde iddialı. Çevresindeki doğal güzellikler ise görülmeye değer.
Kanada’nın en büyük şehrindesiniz, burası sadece Ontario Eyaleti’nin başkenti değil, aynı zamanda ülkenin tüm ticaretinin kalbinin attığı yer. “Yerli halk” diye bir kavrama yabancı Toronto’lular. Çünkü nüfusun yarısından fazlası göçmen. Şehirde 100’den fazla farklı kültür bir arada yaşıyor. Buna inanmak zor geliyorsa Chinatown (Çin şehri), Koreantown (Kore şehri), Greektown (Yunan şehri), Little Italy (Küçük İtalya) ve Little Portugal (Küçük Portekiz) gibi popüler semtleri görmeden karar vermeyin.
Dünyanın diğer büyük şehirleriyle kıyaslandığında Toronto çok genç kalıyor, 18’inci yüzyılın sonlarına doğru kurulmuş. Aslına bakarsanız kurulduğunda adı farklıymış. Bölgeyi satın alan İngiliz asilleri şehre Town of York (York Şehri) ismini uygun görmüş. Şimdiki adını alması için 1834’e kadar beklemesi gerekmiş. Yakın çevresindeki göllere bakanlar, bu ismin şehirde MÖ 1500’lerde yaşayan Huron Kabilesi’nin dilinde “Ağaçların suda yetiştiği yer” anlamına gelen “tkaronto” kelimesinden geldiğini düşünüyor. Birçok savaş gören şehrin tarihindeki kırılma noktalarından biri 1827’de açılan üniversite olmuş, halk bir de çalışkan belediye başkanı seçince Toronto 19’uncu yüzyılın en hızlı gelişen kentlerinden birine dönüşmüş. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyanın her yerinden göçmenler iş bulmak için şehre akın etmeye başlamış. Toronto bugün, pek çok siyaset, kültür, sanat ve spor toplantısına ev sahipliği yapıyor.
550 METRELİK KULEDEN ŞEHİR PANORAMASI
Yazıya Toronto’nun tarihiyle girdik, gezmeye de tarihi mekanlardan başlayalım. Mimariye meraklıysanız önce Distillery District’i (www.thedistillerydistrict.com) ziyaret edin. Burası Kuzey Amerika’da Viktorya çağı tarzındaki fabrika binalarını barındıran en büyük bölge. Yapıların çok iyi korunmuş olması insana “darısı başımıza” dedirtiyor. Eğer gönlünüzde yatan eski evlere bakıp onlardaki yaşanmışlıklara dair hayaller kurmaksa, şehrin Old Toronto diye anılan tarihi bölgesine gidin, Rosedale, Cabbagetown, Yorkville ya da the Annex gibi mahallelerini gezin. Hem Viktorya dönemi hem de Edward dönemine ait evlerin mimarilerindeki zarafetin tadını çıkarın.
Toronto’nun simgesi CN Kulesi, şehri kuşbakışı seyredebileceğiniz en yüksek nokta. İnşaatı 1976’da tamamlanan yapı yaklaşık 550 metre yüksekliğinde, muhteşem bir mühendislik ürünü. 2007’ye kadar dünyanın en yüksek yapısıydı. Burada alışveriş yapabilir, yorgunluğunuzu kafe ya da restoranlardan birinde atabilirsiniz. Üzerinde yürüyebileceğiniz cam zemin yüreğinizi ağzınıza getirecek. Her keyfin bir bedeli var elbette, CN Kulesi’nde fiyatların ucuz olduğunu söylemek mümkün değil (www.cntower.ca).
Kraliyet Ontario Müzesi (Royal Ontario Museum), sadece bir müze değil, aynı zamanda ülkenin en büyük araştırma enstitülerinden biri. Koleksiyonunda milyonlarca obje bulunuyor. Eğitimin yanı sıra farklı alanlarda etkinlikler düzenleniyor. Şehirde kaldığınız günlerdeki programları kontrol edin (www.rom.on.ca).
CASA LOMA’NIN AHŞAP, CAM İŞÇİLİĞİ NEFES KESİYOR
Ontario Sanat Galerisi’nin toplam 45 bin metrekarelik salonlarında 80 bin obje sergileniyor. Zengin koleksiyonunun yanı sıra binasının özgün ve ilginç mimarisiyle de dikkat çekiyor. 1900’lü yılların başında kurulan müze yıllar geçtikçe gelişmiş ve bugünkü yapısına kavuşmuş. Sanatseverler Rönesans, Avrupa sanatı, Afrika ve Okyanusya kültürüne ait eserler ile Frida, Picasso gibi dünyaya mal olmuş ressamların eserlerini bir arada görebilme şansını yakalıyor. (www.ago.net)
Casa Loma, 19’uncu yüzyılın ikinci yarısında inşa edilmiş bir ortaçağ şatosunu andırıyor. Geçen yüzyılın ilk yarısında turizme açılmış. Ahşap ve cam işçiliği nefes kesen türden. Sadece bina değil ilginç olan, bitki motifli İtalyan vitraylarının gözleri kamaştırdığı kubbesi, serası da bir harika. “Gizli Bahçe” diye anılan bölümü görmeden dönmeyin. Bunun için ejderhanın üzerindeki zili çalmanız gerekli. (www.casaloma.org)
EN LÜKS BÖLGESİ WYCHWOOD PARKI
Spadina Müzesi (Spadina Historic House and Gardens), 1866’da inşa edilen 50 odalı bir köşk. Sonraki yıllarda yapılan eklemelerle hem genişlemiş hem de Viktorya ve Edward tarzlarını bir araya getirmiş. Bugün kentin simgelerinden biri ve müzeye dönüştürülmüş. Harika bir peyzajın uygulandığı bahçeleri ise gerçek dünyayla ilişkisini kısa süreliğine de olsa kesmek isteyenler için ideal.
Wychwood Parkı, şehrin en önemli tarihi yerlerinden. Zaten bu yüzden de 1985’de “Ontario Mirasını Koruma” listesine alınmış. Milyon dolarlık evleriyle şehrin en lüks ve en zengin bölgesi.
Kanada’nın en büyük hayvanat bahçesi Toronto’da. 500 türden 5 binden fazla hayvanla ülkenin en kalabalık hayvanat bahçesi. Buralara kadar gelip de görmeden dönmek olmaz. Rouge Nehri’nin kıyısında yaklaşık üç kilometrekarelik alana 1974’te kurulmuş. Yedi bölgeye ayrılmış. Indo – Malaya, Afrika, Amerika, Kanada, Avustralya gibi bölümlerdeki hayvanlardan bazılarını kendi doğal ortamlarında ve açık alanlarda görebilirsiniz. Bazıları kapalı mekanlarda yaşıyor (www.torontozoo.com).
GÖRMEDEN DÖNMEYİN
* Kenti gezerken farklı kültürleri kısa sürede, yakın mesafeler içinde tanıma şansına sahipsiniz, bunu değerlendirin. Yunan, Çin, Kore, İtalyan mahallelerine uğrayın, mimarilerini, alışveriş mekanlarını görün, yemeklerini tadın.
* Toronto bir klasik müzik ve opera kenti. Toronto Senfoni Orkestrası’nın konser programına bir göz atın. 90 yaşındaki orkestranın yorumları dillere destan. 1982’den beri konser verdiği, cam kubbesiyle sıra dışı güzelliğe sahip Roy Thompson Hall (www.roythomsonhall.com) ise başlı başına bir sanat eseri.
* Toronto Adaları’na tekneyle ulaşılıyor. Hepsi araç trafiğine kapalı. En büyüğü Merkez Ada. En çok bilinen diğer ikisi Algonquin ve Olympic. Doğa etkinliklerinden, maviden ve yeşilden hoşlananlara tavsiye edilir.
* Kuzey Kutup Dairesi’nin yaklaşık 2500 kilometre yakınındaki bu şehirde buz pateni adeta milli spor. Daha önce denediyseniz sorun yok, gerekli malzemeleri kiralayıp buzun üstünde kuğu misali kayabilirsiniz. Hiç denemediyseniz Harbourfront Centre’ın turistler için özel programlarında kendinizi deneyimli öğretmenlere teslim edebilirsiniz. (www.harbourfrontcentre.com)
DAKİKADA 340 BİN METREKÜP SU DÖKÜLÜYOR
Niagara Şelalesi, kente 1,5 saatlik otomobil yolculuğu uzaklıkta. Kanada sınırında. Kuzey Amerika’nın en büyük şelalesi aslında üç şelaleden oluşuyor: Atnalı (Horseshoe), Amerikan ve Duvak (Bridal Veil)... Dakikada toplam 340 bin metreküp suyun aktığı şelale 10 bin yaşında. Taşlara çarpıp geri gelen sular nedeniyle oluşan akıntı buraya “dünyanın tek ters akan şelalesi” unvanını da kazandırmış. İki taraf arasına kurulan ve üzerinde sıkça oluşan gökkuşağının adını taşıyan Rainbow Köprüsü aslında ABD-Kanada sınırı görevini de üstlenmiş. Neler yapılmaz ki burada? Kimilerine ürkütücü gelen suyun sesini ve manzaranın güzelliğini belleğinize nakşedin, tekne turlarına katılın. Şelaleyi saran parkı gezin, bitki ve hayvan çeşitliliğinin tadını çıkarın, fotoğraf çekin. Tropik bitkilere ve rengarenk kelebeklere ev sahipliği yapan serasına mutlaka uğrayın.