Kamboçya'ya başka bir gözle bakmak
Kimileri için kanlı, hüzünlü bir geçmişin adresi olan Kamboçya, benim için hep esrarengiz ve çekici bir destinasyon oldu. Kamboçya’nın kanlı tarihi bugüne dek çok yazıldı çizildi. İşte tam da o nedenle Kamboçya’nın yürek sızlatan yanlarını değil, sevecen, renkli, eğlenceli, insancıl yanını görmek için yola çıktım. İşte Kamboçya gezi rehberi...
Kendime hazırladığım rotada, önce kendimi Kamboçya’nın mistik tarihinde büyüleyici bir serüvene çıkardım. Sonra dümenimi Tonle Sap Gölü’ne çevirdim. Akşamları batan güneşin adeta bir alev topu gibi eriyerek suları altın sarısına boyamasını izledim. Bu devasa gölün hayat verdiği yüzey köylerde, fakirliğin içinde ama bir o kadar da hayatından mutlu insanların zorlu yaşamına tanık oldum. Son durağım ise alabildiğine uzanan bembeyaz kumların billur sular ile buluştuğu, geceleri sularında planktonların ışıldadığı iki farklı Kamboçya adası oldu.
Tapınaklar şehri: Siem Reap
Angkor tapınaklarında mistik bir tarihi yolculuk
Kamboçya’ya gitmek için bir sebep vermek gerekirse, tek bir sebep yeterli aslında: Angkor tapınakları. Bir zamanlar Londra, 50 bin kişilik bir şehir iken, 1 milyonluk nüfusu ile Güneydoğu Asya’nın en önemli antik şehirlerinden biri olan Angkor, görkemli bir tapınaklar şehri. Şehrin dört bir yanına dağılmış yüzlerce tapınak, bugün Kamboçya’nın Siem Reap şehrinde yer alıyor.
Angkor 9. yüzyıldan 15.yüzyıla kadar evleriyle, saraylarıyla, devlet binalarıyla dünyanın en ihtişamlı şehirlerinden biri olsa da, bugün Kamboçya’nın sahip olduğu o büyük gücün ve ihtişamın bir kanıtı olarak geriye sadece taş tapınaklar kalmış. Nedeni ise hayli ilginç. O dönemde taş ve tuğladan yapılan binaların yalnızca Tanrılara mahsus olduğuna inanıldığından, fanilerin bulunduğu binalar da fani malzemelerden yapıldığı için, günümüze gelmeye ömürleri yetmemiş. Oysa tanrıların evleri tanrılara yakışır şekilde hâlâ doğaya ve zamana direnmeye devam ediyor.
UNESCO Dünya Kültür Mirasları Listesi’nde yer alan Angkor’da unutulmaz bir gezi için yapılacaklar listesinde başı çekenler ise şunlar:
Angkor Wat’ta gün doğumunu izlemek,
Bayon tapınağının kulelerinden size huzur içinde gülen 216 surata karşı gülümsemek,
Tomb Raider filminin çekildiği Ta Prohm tapınağında zamana karşı yarışta doğanın her zaman bir adım önde olduğuna tanıklık etmek,
Phnom Bakheng tapınağında Angkor Wat üzerinde batan güneşi seyretmek.
Tonle Sap: Kamboçya’nın Fakir ama Mutlu İnsanlarının Gölü
Tonle Sap, Kamboçya’nın yüzen köylerine ev sahipliği yapıyor. Uzun direkler üzerine inşa edilmiş bu evlerde, köy sakinleri basit ama bir o kadar da sıradışı hayatlar yaşıyor. Muson zamanı, gölün suları yükseldiğinde evler suyun üzerinde yüzüyor gibi göründüğünden, bu yerleşim alanları yüzen köy olarak biliniyor. Sular çekildiğinde ise göl kıyısında normal bir köy halini alan bu yerleşimlerde, çocuklar kaygısızca sokaklarda oynuyor ve her şeye rağmen mutlulukları gözlerinden okunuyor.
Koh Rong ve Koh Rong Samloem Adaları
Kamboçya yemyeşil ormanların kızıl topraklarla buluştuğu, vahşi bir doğaya sahip bir ülke gibi bilinse de, aslında nefes kesici güzellikte ve hâlâ bakirliğini koruyabilmiş adalara da sahip. Bugüne kadar komşusu Tayland’ın sahilleri kadar adından söz ettirememiş ama en az onlar kadar eşsiz bir deneyim sunan bu adalar artık nihayet hak ettikleri değere yavaş yavaş kavuşmaya başlamış.
Asya’nın Olympos’u Koh Rong: Salaş, konforsuz bir cennet
Kamboçya’da gündüzleri bembeyaz kumların ve billur suların tadını çıkarıp, gece sabahlara kadar eğlenmek isteyen sırt çantalıların adresi Koh Rong Adası. Asya’nın Olympos’u denecek kadar salaş, bakir ve doğa ile iç içe. 2000’lere kadar yalnızca birkaç yerel ailenin yaşadığı bu adanın en ilginç özelliği ise Türk nüfusu ve işletmecilerin fazlalığı. Hatta adanın bugün bir turizm cenneti haline gelmesinde Türklerin rolü büyük.
Ada, bizim Asya’daki ikinci memleket diye tabir edilebilecek kadar yoğun bir Türk nüfusuna sahip. Hal böyle olunca da, masmavi bir cenneti andıran bu adada güne kahvaltıda menemen ve poğaça ile başlamak bir rüya değil, gerçek.