İstiridyename
Her şeyiyle dişilik çağrıştıran ve mahrem kabuğu açıldığında erotika salgılayan istiridye Avrupa batısında yer alan ve bir nebze damak tadı olan hemen tüm şehirlerde yenir de, işte adı çıkmış, bilhassa Paris'te yenir.
GEÇENDE yolum Paris'e düştü ve battı balık yan gider, hoş refakatçimle beraber kendimize muhteşem bir istiridye ziyafeti çektik.
Daha doğrusu, istakoz hariç işte pavuryası, kerevidesi, böceği, yengeci falan, bilimum kabuklu deniz mahsulatını içeren devasa tepsiden ısmarladık.
Ancak, alimallah ben tümünün icabına baktığım gibi, bilhassa ‘‘kokiyaj’’ familyasına giren dişi ürünü silip süpürdüm. Löpür löpür istiridye götürdüm.
Kibarca karides ayıklayan ve şaraptan uslu yudumlar alan hoş kadının bana garip bakışlar fırlattığını farkettiğimde de, tecavüzkar oburluğumdan utandım.
Ama yine de, son istiridyenin üstüne bir damla limon sıkıp, sonra çatalla eti kabuğa bağlayan kası kesip, daha sonra da aynı kabuğu ağzıma sevkederek tuzlu su dahil bütün muhteviyatı şehvetle gümbürdetmekten kendimi alamadım.
Anladınız, yukarıdaki ‘‘ziyafet’’ kelimesini nazik konuşmak için kullanmış oldum, aslında mübarek sofraya kıtlıktan çıkmış bir görmemiş gibi saldırdım.
* * *
BİZİM yemek kültürümüzde istiridye hemen hiç yoktur. Bu da normaldir.
Çünkü, Evliya Çelebi Hasköy açığında istiridyeye dalan ‘‘gavur taifenin’’ böylelikle geceleri karılarını memnun etmekte zorlanmadığını ‘‘Seyahatname’’ye zikretse de; 19. yüzyıl sonuna doğru şehrimizde yayınlanmış ‘‘Fenni Tabahat’’ kitabı tandır pişimi bir istiridye tarif etse de; ve, bu su mahsulü halen dahi arada sırada Beyoğlu Balık Pazarı tablalarına düşse de, söz konusu ‘‘kokiyaj’’ İskenderun Körfezi'nden Cebelitarık kayalığına ve Sinop önünden Cerba fenerine uzanan geniş anlamdaki bizim denizlerimizde yetişmez.
Daha doğrusu tek tük yetişir de, pek tadı tuzu olmaz. Şuh lezzet bırakmaz.
Zira, istiridye için hem engin med - cezirler, hem de serin sular gerekir.
Zaten bu son faktör öylesine önemlidir ki, Frenkler Latince takvimden yola çıkarak içinde ‘‘r’’ harfi olmayan aylarda kabuklu ürün yenmemesini önerirler.
Yani, git - gelin azamet püskürdüğü ve en leziz molüskün semirdiği Okyanus kıyılarında, Brötanya sahillerinde ya da Zelanda kumsallarında dahi akıntılar ısındığından mayısta, haziranda, temmuzda ve ağustosta istiridye taam edilmez.
Mutlaka buz üzerinde sunulan ve tercihen yosunla süslenen enfes mahlukata saldırmak için Eylül nihayetlerindeki ilk serinliği beklemek gerekir.
Tıpkı benim ve hoş refakatçimin yaptığı gibi...
* * *
EFENDİM, her şeyiyle dişilik çağrıştıran ve mahrem kabuğu açıldığında erotika salgılayan istiridye Avrupa batısında yer alan ve bir nebze damak tadı olan hemen tüm şehirlerde yenir de, işte adı çıkmış, bilhassa Paris'te yenir.
Bu şehvetli eylemin ifası için denizin rahmini kaldırıma taşmış tezgahda teşhir eden ve tabelaya ‘‘brasserie’’ ibaresini düşen lokantalara gidilir.
Bunlar arasında da, Montparnasse Bulvarı üzerinde sıralanan ve ‘‘Select’’, ‘‘Rotonde’’, ‘‘Dome’’ ve ‘‘Coupole’’ adlarını taşıyan dört mekan pek ünlüdür.
Hele hele sonuncusu, Jean Cocteau'dan Ernest Hemingway'e, Jean Paul Sartre'dan Arthur Miller'a fi tarihinde Paris'e yolu düşmüş veya kent yerlisi bilimum ‘‘intelligentsia’’yı ağırlamış olduğundan, resmen ‘‘kurum’’ addedilir.
* * *
‘‘KURUMLUĞU’’ batsın, ben ve hoş refakatçim istiridyelerimizi ağız tadıyla yemek için tabii ki oraya uğramadık. Zaten on küsur senedir adım atmıyorum.
Çünkü bu ‘‘La Coupole’’ artık maskara bir fabrikaya dönüştü. Dolar zengini hangi Amerikalı veya mark sarhoşu Alaman varsa, Fransa başkentindeki ilk akşam yemeği için buraya üşüşüyor. Turizm şirketleri dolmuş seferi yapıyor.
Rezervasyon zaten yok, dangıl dungul konuşan bir alay andavallı dipteki bar önüne yığılıp bekle ki masa boşalsın diye bekleşiyor. Ölme eşeğim ölme!
N'apim, ben de bu kadar saloz arasına ve bu şişeler karşısına dikildiğimde belki bir, muhtemelen iki, büyük ihtimalle de üç İskoç aperatifi üfürüyordum.
Ne yalan söyleyeyim, boynuma peçete bağlayabildiğimde ise artık istiridye istemeyecek kadar mayhoşlaşmış oluyordum. Kaldı ki, küstah garson beni Teksas conisiyle mi karıştırıyor nedir, daha şimdi ısmarladığım şarabın ‘‘millesime’’ yılını unutarak getirdiği kötü bağ bozumu senesine fit olacağımı sanıyordu.
Dolayısıyla, kubbesi çöksün, biz ‘‘La Coupole’’ye şöyle bir bakmadık bile.
* * *
ÖYLE ünlü münlü değil ama epey denediğim için biliyorum, yine Montparnasse Bulvarı üzerinde ve tam Raspail Bulvarı'nın köşesinde deniz mahsulatı son derece taze ve şarap mahseni gayet ehven beşinci bir yer var, oraya yerleştik.
Mevsim sonu bir ılık ve şehir ışıkları bir büyülü, ekabir terasa kurulduk.
Yan masada çekilebilir Paris züppeliği, şef garsonda katlanılabilir şarap ukalalığı, bizde konuşulabilir İstanbul dedikoduculuğu ve gelsin istiridyeler.
Sonrası anlattığım gibi. Tuzlu terayağ sürülmüş tıknazlığında kepek ekmeği dilimi; iyi soğutulmuş akıcılığında kekremsi sıvı yudumu ve mutlaka midemizde, daha doğrusu terbiyeli ve hoş refakatçimden ziyade benim denizobur midemde son nefesini verecek olan mukaddes ve aşifte istiridye.
Battı balık yan gider ve eylül nihayetlerinde, Paris istiridyeyle bayram.