İstanbul Yazıları
Hıdiv Kasrı’nda akşam
MAYIS akşam. Gül mevsimi. Saat, sekizbuçuğa doğru koşuyor.
Karşı yakada, solda Emirgan Korusu; sağda, bülbülleriyle ünlü -yani, bir zamanlar ünlü- İstinye Koyu ve koyda, tarihe demir atmış yatan Savarona Yatı.
Hıdiv Kasrı'nın ön bahçesinde, denize bakan üst sette, büyük kestane ağacıyla gösterişli çınarların altında oturup korunun bülbüllerini dinliyorum. Onca gürültüye, beton yoğunlaşmasına ve insan kalabalığına karşın, gene de varlığını sürdüren - sürdürmekte direnen- bülbüller. Çubuklu'nun son kuşları!
Karşımızda dumanlar içindeki akşam güneşi, Rumeli yakasından yükselen sonradan görme gökdelenleri kapatarak, ivedisiz bir alışkanlıkla batmaya hazırlanıyor. Böyle bir sahne, bir bakıma, sanki ‘‘batı Düşü’’nün günbatımını çağrıştırmakta. Çok ilerilerdeyse, kuzey-kuzeybatı yönünde, ama ayrık yerleşim düzenindeki villaların tam üstünde, neredeyse ufku bir baştan bir başa olanca görkemi içinde kapatacak dev bir fıstık çam yükselmekte.
Sonunda, Kasr'ın bahçesinin lambaları da yandı. Dökme demirden ayaklı, handiyse XIX. yüzyılı anımsatan, kumlu camlarla kaplı lambalar. Süzdüğü aydınlık, mum ışığından birazcık daha güçlü; hepsi o kadar! Şu anda güneş, bütün bütüne görünmez oldu. Karşı yakanın derinliklerine, Emirgan'dan çok İstinye Vadisi'nin çukuruna batmış durumda. Yalnız arkasında, o da bölgeyle sınırlı, dağçileği renginde bir örtü yayıp bıraktı, denebilir. Bir ara denizden geçen tarife dışı bir Şehir Hatları vapurunun pencere camları, güneşin tutuşturduğu son ateşle parladı ve söndü. Besbelli, Beykoz'a yanaşacak bu alımlı, ak göğüslü tekne. Solda, Köprü'nün uzak ayağı. Sonra, akşamı kuşatan bir uyarı sesi; Çubuklu'dan yükselip tepeye dek ulaşan akşam ezanı!
Ön bahçe içinde- gül bahçesinde- yer alan budanmış güller, birdenbire, tek ve belirli bir kaynağın buyruğuna uymuşcasına çiçeğe duruvermiş. Oysa, kaç zamandır, gidip gelip, ‘‘Ne zaman açacaklar?’’ diye, yakından izliyordum. Gene de, sihirli dönüşümü yakalayamadım. O büyülü, kutsanmış anı!
Bahçede al güller ağırlıkta. Pembe, sarı ve beyaz daha az. Bununla birlikte kasım sonunda, gül bahçesinde tek bir beyaz gül, dimdik gövdesiyle koşullara, mevsimlere ve zamana meydan okuyordu. O, bir taneydi; ve sonuna dek hep bir tane kaldı.
(...)
Hıdiv Kasrı, yüzyıl başından kalma bir anı, bir saygı anıtı. Yemyeşil, canlı bir kadifeye oturtulmuş, mat gümüşten ovularak parlatılan tek taş bir yüzük. Bir ‘‘art nouveau’’ örneği.
(...)
O gün Hıdiv Kasrı'nda toprağın, bülbüllerin ve akşamın sesini dinledim, dikkatle...