İş Yerinde İstenmeyen On Kişi
İletişim becerileri dağarcığınızda, değişen ölçülerde bilgi ve bilgisizlik, ayrıca bunların her birine denk düşmek üzere kişiler arası ilişkilerde güçlü ve zayıf yanlar yer alır.
İletişim becerileri dağarcığınızda değişen ölçülerde bilgi ve bilgisizlik, ayrıca bunların her birine denk düşmek üzere kişiler arası ilişkilerde güçlü ve zayıf yanlar yer alır. Buna bağlı olarak, başkalarının tahammül edemediği aşırı duygusal ya da duygusuz kişiyle ilişkinizde hiç sorun yaşamayabilirsiniz. Ağlamaklı ve ters insanlar karşısında daha fazla güçlük çekebilirsiniz veya saldırgan insanlarla uğraşmak size en çetin iş gibi görünebilir. Pasif insanlar karşısında asabınız bozulabilir, palavracı ve övüngen insanlara çok az hoşgörü gösterebilirsiniz. Aynı şekilde siz de insanlarda asap bozukluğu yaratabilirsiniz; çünkü herkes birisi için en azından bir dönem tahammül edilmesi zor insandır. Kime tahammül edilip kime edilmeyeceği konusunda şu veya bu kişiyle anlaşabilirsiniz de, anlaşamayabilirsiniz de. Bununla birlikte uygar bir toplumdakimlerin tahammül edilmez oldukları ve başkalarınca tahammül edilemeyecek neler yaptıkları konusunda birgörüş birliği vardır. Aklı başında insanların kendilerini tehlikeye maruzkalmış ya da önü kesilmiş hissettiklerinde başvurdukları, onları istenmeyen durumlarda boğuşmaya veya kaçınmaya yönelten10 özgül davranış kalıbı belirlemiş bulunuyoruz. İşte normal insanların en berbat duruma düşüşlerini ifade eden çekilmez 10 davranış! Tank Güzel bir gündü. Gökyüzü pırıl pırıldı. Jim pencerenin dışında cıvıldaşan kuşların sesini duyabiliyordu. Büro koşturmaca ve ekip çalışması uğultusu içindeydi. Jim’in üzerinde çalıştığı proje ilerliyordu. Ansızın tanıdık ve kaçınılmaz bir gürültü duyuldu. Jim koridordan tank paleti sesi geliyor sandı. Sanki yer gerçekten sarsılmaya başlamıştı ve Jim uzakta harekete geçen radarın vınlamasını duyuyordu. Jim sesleri dinlerken, Joe Bintner, namı diğer Tank Joe köşeyi dönüpgörüş mesafesine girdi. Kolunu taret gibi kaldırmış Jim’in oturduğu yere yöneliyordu. Göz, gez ve arpacığın hedefe kilitlendiğini hissetti Jim. Hedef kendisiydi! Çaresizlik içinde zihninde teslim bayrağını kaldırdı, ama tank kendisine doğru gelmeye devam etti. Jim yüzünü işaret eden bir topa benzer parmağa donmuş bakarken, Bintner salvo halinde suçlama ve aşağılamalara başladı. “... Sen bir aptalsın, geri zekalısın, beceriksizsin, insanoğlunun ayıbısın! Herhalde genetik bir hata olmalısın. İki haftadır şu işi yapmaya çalışıyorsun, daha şimdiden üç hafta geciktin. Artık mazeretlerini dinleyecek değilim. Ayağını denk al, yoksa biliyorsun olacakları...” Jim bürodaki herkesin ya kaçıp saklandığını ya da korkudan donup kaldığını göz ucuyla görüyordu. Bintner uzaktan gelen bir gök gürültüsü gibi böğürerek emirlerini verdi. Sonra planlı saldırı başladığı gibi aniden sona erdi. Bintner yeni bir tarafa yönelirken, Jim de elinden gelen çabaların ve iyi niyetinin molozları ortasında kalakaldı. Tank dövüşken, sivri dilli, öfkeli, son sözü söyleyen, ısrarcı ve saldırgan davranış biçiminin timsalidir. Pusudan Vuran Sue bir rapor içinşimdiye kadar hiç böylesine çalışmamaıştı. Büyük gün gelmişti. Raporu profesyonelce ve süsleyerek sunarsa, terfi kazanma şansı olabilirdi. Sunuşa başladığında bütün gözler üzerindeydi. Bütün rakamların yerli yerine oturduğunu biliyor, zaferin kapının ardında olduğunu hissediyordu. Tam sonuca geçerken yaprak hışırtısı gibi bir kıpırtı oldu ve odada kenara doğru hafifçe bir hareket gözüne çarptı. O anda silah sesini duydu: “Bak” diyordu üsteleyici, alaycı bir ses, “düşüncen bana bir kitapta okuduklarımı hatırlattı. On birinci bölümdü galiba!” Önce tek başına, şeytani bir kahkaha odayı doldurdu, ardından bunu birbiri ardı sıra kıkırdamalar izledi. Sue’nun aklı karıştı, konsantrasyonu bozuldu, anlatacağı şeyi unuttu. Müdahalenin kaynağını bulmak için bakınırken, “Nasıl yani?” diye beceriksizce lafı geveledi. Suratında pis sırıtışıyla Pusudan Vuran, ikinci atışını yapmaya yeltendi hemen. “Belki de on üçüncü bölümdü? Hah ha! Bana bakmayın. Lütfen devam edin. Sizin bu konuyu ne kadar az bildiğinizi anlamaya başlıyorum.” Pusudan Vuranın özelliği saygısız yorumlarla, iğneleyici ve küçümseyici sözlerle ya da iyi zamanlanmış bir kuşku belirtisiyle sizi aptal yerine koymasıdır. El Bombası Çalışmak için çok güzel bir gündü. Ralph önündeki rakamları bir kez daha kontrol edereken, pencereden içeriye tatlı bir meltem esiyordu. O anda Bob sert bir yüz ifadesiyle ve sıkılı yumruklarla odaya girdi. Ralph bir şeylerin ters gittiğini hissetti, ancak Bob’un yüzündeki ketumifadeyi görünce kendi işine bakmayı tercih etti. Bob onun yanından geçerken masanın üzerinde duran kağıtları eliyle süpürdü. Kağıtlar meltemde salınan güz yaprakları gibi yere düştü. Ralph bir şey söylemeyeniyetli değildi, ama “Bob, dikkat etsene” sözleri istemeden ağzından kaçtı. Bob bir anda durup döndü, gözleri fal taşı gibi açılmıştı, yüz kasları oynuyordu; tüyleri diken diken ve kolları titrer halde gürledi: Neden şu %#@*& şeyleri nereye koyduğuna bakmıyorsun, #@!&?*!!@!*&!? ki orada olduklarını bileceğim? Hem burada ne işim var? Yaptıklarımı kim umursuyor! Bu &^!@ dünya böyle zaten! Kimsenin &% değil...” Bob’un sesini yükseltmesiyle birlikte, hafifçe esmekte olan meltem sanki şiddetli rüzgara döndü; fikir kırıntılarının bir suçalamalar sağnağı ve duygusal şarapnel halinde ortalığı kamçı gibi dövmeye başaladığı bir rüzgar. Hiç bitmeyecek gibi geliyordu; sonunda Bob’un kızgınlığı yatışmaya başladı. Bağırmayı kesti, çevresinde kendisini seyredenlere baktı ve tek kelime etmeksizin arkasından kapıyı çarparak fırtına gibi çıkıp gitti. Rüzgarından kağıtlar havada uçuşuyordu. Kısa bir sükunet döneminden sonra el bombası, o anki durumla hiç ilgisi olmayan konularda atıp tutarak hedef gözetmeksizin patlar. Çokbilmiş “Buyrun. Burası XYZ Teknik Destek Bölümü. Ben Frank. Size yardımcı olabilir miyim?” diye telefona cevap verdi Frank. Müşteri derdini anlatmaya başladı. “Ben Thadeus Davis, şirketin yönetim enformansyon sistemi müdürüyüm ve bugüne kadar yüzlerce disk sürücüsüyle çalıştım.” Karşılaştığı sorunu anlatarak sözünü “Ürününüz kesinlikle hatalı” diye bağladı. “Bay Davis, ürünü çok iyi tanıyorum. Tarif ettiğiniz arıza bana mekanik bir arıza gibi gelmedi; aksine bir yazılım uyuşmazlığı gibi görünüyor. Yüklediğiniz ekleri söyleyebilir misiniz?” “Yazılım uyuşmazlığı değil.” “Efendim, ben de bunu saptamaya çalışıyorum. Yazılım uyuşmazlığı olmadığına nasıl emin oluyorsunuz?” “Beni dinlemiyor musun? Yazılım uyuşmazlığı yok. Ürününüz hatalı!” Frank başka bir soru sormayı denedi. “Hiç temel algılama fonksiyonunu yoklamayı denediniz mi? Ne cevap verdiğini hatırlıyor musunuz? Davis hatırlamadı ve sabırsızca ürünün bozuk olduğunu tekrarladı. Frank bir kere daha denedi. “Efendim, sürücüyü başka bir bilgisayarda denediniz mi?” Davis öfkelendi. “Sorunun bilgisayarda olmadığını biliyorum, zaten bilgisayara başka her sürücüyü talkabiliriz. Amirini bağla bana bakayım!” Çokbilmiş nadiren kendi görüşünden kuşku duyar, düzeltme ve karşı çıkma çabalarına çok az hoşgörü gösterir. Eğer bir şeyler kötü giderse, aynı otoriterlikle sizi suçlayacak birisiyle konuşacaktır! Bilir Geçinen Dena işlerin böyle olmasını planlamamıştı. Yatırım komitesinde araştırmanın çoğunu kendisi yapmış, canla başla çalışmıştı. Neler yapmaya muktedir olduğunu sonunda göstereceğine inanıyordu. Leo’nun burnunu işine sokabileceği ihtimalini hiç aklına getirmemişti. Bir kabusun gerçekleşmesi gibi, Leo toplantıya hakim oluyordu. Gelir kaynaklarının kullanılışı üzerine tamamen zırva yorumlar yapıyordu. Ne yaptığının farkında olan başka kimse de yoktu! Anlattıklarının inandırıcılığıyla grubun bütün dikkatini üzerine toplamıştı. Leo bir kere konuşmaya başladı mı, kimse onu durduramazdı. “Leo” dedi yalvaran bir sesle Dena. “Bu kaynaklar...geçmişteki rakamlara baktığında...” diye eldeki enformasyonu ortaya koyarak mücadele etmeye çalıştı, iş işten geçmedenbu gidişatı nasıl durduracağını bilemeyen bir tavırla. “Bununla ya da başka bir şeyle ilgili bir sorun mu var, hadi sor!” dedi Leo hiç sektirmeden ve büyülenmiş dinleyicilerine hemen döndü. “Neye ihtiyacımız olduğunu çok iyi biliyorum. Benim için doğru yatırımı seçmek çocuk oyuncağı. Tabii, iş bile değil! Aslında bunu keyifle yapıyorum. Allah vergisi bir kabiliyet. Sonra bu kaynakları yıllardır izliyorum. Ezbere bilirim! Bana güvenin!” Ezbere bilirmiş. Söz konusu kaynaklar hakkında hiçbir şey bilmediği Dena için açık seçik ortadaydı; ama onu nasıl durduracağını bilmediğinden de aynışekilde emindi. Etrafına bakınıp insanların birer birer Leo’nun kendinden emin ve çoşkulu halinin etkisine kapıldığını görünce kalbi sıkıştı. Araştırmayı Dena’nın yaptığını, Leo’nun ise ne dediğini bilmediğini nereden bileceklerdi? Bilir Geçinen her zaman herkesi kandıramaz; sadece dikkat çekmek için insanların bir kısmını yeteri kadar bir süre kandırabilir, bir de yeterince insanı her zaman kandırabilir. Peki Efendimci Alice hayatta karşılaşabileceğiniz en iyi insandı. O kadar iyiydi ki kimseye hayır demeyi beceremiyordu. Demiyordu da zaten. Onun yerine herkese ve her şeye evet diyor, bundan herkesin mutlu olacağını içtenlikle düşünüyordu. “Bana bir iyilik yapar mısın?” diye sorardı Tom. “Tabii!” derdi Alice. “Şunu benim için götürür müsün?” diye rica ederdi Mark. “Dert değil!” diye cevap verirdi Alice. “Ne olur, şu telefona cevbap vereceğimi hatırlat” diye yalvarırdı Ellen. “Memnuniyetle!” derdi Alice. “Çıkmadan bitirirsin, değil mi?” derdi patron. “Baş üstüne!” olurdu Alice’nin cevabı hemen; ama ne Ellen’a telefonu hatırlatır, ne Tom’a yardım eder, ne Mark’ın paketini götürür, ne patronunun istediği işi bitirirdi. Gerçi evet dediği şeyleri yapmamasına her zaman mazeretler ve açıklamalar bulmasına buluyordu, ama onu hayrete düşürecek şekilde yeterli olmuyordu bu. Sözler tutulmadıkça insanlar düş kırıklığına uğruyor ve düş kırıklığınauğramış insanlar tavır alıyorlardı. Mark, Tom, Ellen ve patron, hepsi de kendilerince Alice’e tavır alıyorlardı. Her biri sorununu belirtiyor ve çözümler öneriyordu. Alice de ne olursa olsun çatışmalardan kaçmak istediği için önerileri kabul ediyordu. Dışarıdan yine cana yakın görünse de, Alice artık içten içe sessiz bir düşmanlıkla çalkalanıyor, içinden bu iğrenç insanlar için hiçbir şey yapmak gelmiyordu. Peki Efendimci, insanları mutlu etme ve çatışmalardan kaçınma uğruna, uzun boylu düşünmeden her şeye “evet” deyiverir. En son isteklere karşılık verir, daha önceki sözlerini unutur, kendisine ayıracak hiç zamanı olmadığı için de sözlerini tutmamaya devam eder. Sonunda da küser. İkircikli Marv artık Sue’nun karar vermesini gerektiren bir durum için son güne girmenin telaşı içindeydi. Sue karar anının geldiğini bilmesine rağmen, garip bir biçimde ortalıkta yoktu. Bütün koridorları ve merdiven boşluklarını kolaçan eden Marv sonunda onu yakaladı. Sue “Konuşacak zamanım yok, Marv, kusura bakma” dedi. Kaçmaya çalıştı, ama Marv da onunla birlikte yürüyerek konunun üstüne gitti. “Hawaii’deki toplantıya kimin gönderileceğine karar verdin mi?” diye sordu Marv ivecen bir tavırla. “Yani, ...hala düşünüyorum” diye tereddütle cevap verdi Sue. “Hala düşünüyor musun?” Marv işi hızlandırmakl zorundaydı; bu arada Sue hızla uzaklaşıyordu. “Sue, toplantı üç hafta sonra. Sana birisini seçmeni altı ay önce söyledim. Yılın en önemli olayı bu, bizde her yıl en iyi satış temsilcimizi gönderiyoruz.” “Yani... biliyorum, ama... galiba karar vereceğim...” Marvnefes nefese yetişmeye çelışırken, “Galiba mı? Ne zaman?” dedi. Sue durdu. “Bilmiyorum. En kısa zamanda” diye cevap verdi. Bir an boş gözlerle yere baktı ve birden dönerek geldikleri yöne doğru seğirtti. Marv nefes nefese ve şaşkınlıkla peşinden bakarak orada kalakaldı. Bu kararın çok geç olana kadar geciktirileceğinden artık hiç kuşkusu yoktu. İkircikli bir karar anında daha iyi bir seçeneğin ortaya çıkabileceği düşüncesiyle kararını hep erteler. Ne yazık ki, çoğu kararlarda artık çok geç olan bir noktaya gelinir. Yok Bir Şeyci Nat’ın söyleyecek bir şeyi olsa da, Sally’nin bundan haberi olamazdı. Nat oturmuş öylece bakıyordu. En hafif deyimle tavrı sinir bozucuydu. Evlilikleri uzadıkça daha az konuşur olmuştu. Bu günlerde Sally’ye bütün konuşmaları kendisi yapıyormuş gibi geliyordu. Daha kötü sorunlar da olabilirdi tabii. En azından Nat küstah değildi, insanlarla asla kırıcı konuşmazdı. Ama neredeyse hiç konuşmuyordu. Bir parça dedikodu yapsa sessizlik aşılacaktı. Sally bir deneme yapmaya karar verdi. “Nat, başkan sence başarılı mı?” Nat pek duymuş gibi görünmüyordu. Omzunu silkip gazetesini okumayı sürdürdü. “Ne, yani, beğeniyor musun?” Nat’in gözlerini Sally’in gözlerine çevirişi, neredeyse algılanamayacak gibiydi. Gözlerine bakmak sanki boş bir odaya bakmak gibiydi. Başka yerlerde gibiydi. Ağzından çıkan bütün sözler “Hiç... bilmem...” oldu. Sonra aynı donuk ifadeyle önüne baktı ve okumaya devam etti. Sally işin peşini bırakacak gibi değildi. Ne de olsa evlenmelerinden bu yana 17 yıl geçmişti. Aralarında sanki metreler değil, kilometrelervardı; gerekli köprüyü kurmak ona düşen bir sorumluluktu. Onun için yeniden denedi. “Nat, sanki hiç konuşmuyoruz. Beni sevdiğini artık hiç söylemiyorsun. Beni, hala seviyor musun?” Nat aynı bakışı yöneltti, sonra yüzünü pencereye doğru çevirdi. Gazeteyi indirdi ve “Bir şey yok. On yedi yıl önce seni sevdiğimi söyledim. Değişiklik olursa söylerim” dedi. Hepsi bu kadar. Sonra gazetesini kaldırdı ve Sally’nin umutları boşlukta uçup giderken elindekini okumaya devam etti. Ne sözlü karşılık, ne sözsüz karşılık. Hiçbir şey yok. Yok Bir Şeyciden başka ne beklenir ki?... Olmazcı Jack seminerdeki sunumunun dörtte üçünü bitirmişti ki arkalarda oturan kadın elini kaldırdı. “Buyrun, efendim. Arkada oturan. Sorunuz mu vardı?” Kadın, kısık gözlerle baktı ve “Beş para etmez” deyiverdi. Jack, neden bahsettiğini tam olarak anlamadan “Hiç denediniz mi?” diye sordu. “İşe yaramadıktan sonra ne deneyeyim?” Nedense, kadın için durum çok barizdi. “İşe yaramadığını nereden biliyorsunuz?” diye yeniden sordu Jack. “Çok açık.” “Kimin için açık?” dedi Jack, sinirlerinin boşalmasını engelleyemeyerek. “Üzerine düşünebilecek her akıllı insan için.” Kadının kararlılığı çarpıcıydı. “Benim için açık değil!” dedi Jack, üstünlük sağladığına inanarak. “Eh, ne yapalım siz anlayamıyorsanız?” dedi kadın zafer kazanmış bir edayla. Moral için hızla gelen bir mermiden daha öldürücü, umudu bastıracak kadar güçlü, tek bir heceyle koca fikirleri bozguna uğratmaya hazır. İşte size Olmazcı. Yumuşak mizaç kisvesine bürünmüş bu kişi beyhudelik, çaresizlik ve umutsuzluk uğruna hiç bitmeyen bir kavgayı sürdürür. Sızlanmacı Joann tam yeniden konsantre oluyordu ki Cynthia yine sızlanmaya başladı. Daha öğle bile olmamıştı, Cynthia yüz on ikinci defa araya giriyordu. İşin daha kötüsü, Cynthia’nın sesi hızar makinesi gibi hiç kesilmiyordu. “Bir buçuk yıldır para biriktirerek satın aldığım yeni mangalımı eve getirdiğimi söyledim mi? Çok ağırdı, arabadan çıkarırken çok zorluk çektim. Kocamyardım etmek istedi, ama biliyorsun beli sakat; başına iş açılır diye kabul etmedim. Koli de kocamandı. Bu kadarla kalsa iyi, kollarına büyük gelen bir koliyi taşımak çok zor. Ama uğraştım. Derken birkaç yerimi morarttıktan sonragidip bahçe arabasını aldım...” “Cynthia” dedi Joann yalvaran bir sesle, “arabadan çıkaramıyorsan bekleseydin, dükkandan birisiyle gönderselerdi.” “Ama kimseden yardım isteyemezdim. Hem zaten iki kişi bir kişiden daha kolay taşıyamazdı ki. Bak, kutuyu açarken üzerindeki zımba elimi kesti. Başkası açsaydı benim yüzümden onların elleri kesilecekti. Ayrıca indirimin daha ne kadar süreceğini bilemezdim. Muhakkak almak istiyordum. Kocam da benim kadar istiyordu, bekleseydim çok üzülürdü. Benim kadar hevesliydi, bir an önce denemek istiyordu. Neyse, zaten çalışmadı, ben de geri götürmek zorunda kaldım, ama kutuya koyamayacak kadar ağırdı...” Cynthia’nın sesi bilinç altını matkap gibi oyarken, “Nesi var bunun?” diye düşündü Joann, “sürekli sızlanıp duruyor!” Sızlanmacılar haksızlığa uğradıkları dünyada kendilerini çaresiz ve ezik hissederler. Ölçütleri mükemmelliktir, hiç kimse ve hiçbir şey bu düzeye ulaşamaz. Ancak bedbahtlık eşlikten keyif alır, bu nedenle sorunlarını size yansıtırlar. Çözümler önerince de kötü arkadaş olursunuz, sızlanmaları artar. İşte bunlar çoğu kimsenin birlikte çalışmaya, konuşmaya, iş yapmaya tahammül edemediği zor insanlardır. Hımbıllık şuranıza kadar geldiyse, zorbalıktan bunaldıysanız, insan doğası karşısında düş kırıklığına uğradıysanız, kaybetmekten usandıysanız umutsuzluğa kapılmayın. Tahammül edilmesi güç insanlarla uğraşırken her zaman önünüzde bir seçenek vardır. Aslında bunlar dört seçenektir: · Durup hiçbir şey yapmamak. Beraberinde sıkıntı çekmeyi ve elinden bir şey gelmeyecek birine yakınmayı da getirir. Hiçbir şey yapmamak tehlikelidir, çünkü tahammül edemediğiniz insanlar karşısında hüsranlar üst üste birikir ve durum zamanla daha da kötüleşir. Elinden hiçbir şey gelmeyenlere şikayette bulunmak, sonuç alıcı tedbire başvurmayı ertelerken moral bozukluğuna ve verimliliğin azalmasına yol açar. · Çekip gitmek. Bazen en iyi seçenek kalkıp gitmektir. Her durum çözülemez; bazılarını da çözmeye değmez. O kişiyle uğraşmak artık anlamsız hale geldiğinde, yapılacak en anlamlı şey oradan uzaklaşmaktır. Eğer durum kötüye gidiyorsa, söylediğiniz her şeyişleri daha da bozuyorsa ve kontrolü kaybediyorsanız, ihtiyatlı olmanın cesaretten daha iyi olduğunu hatırlayıp oradan uzaklaşın. Eleanor Roosevelt’in dediği gibi, “siz fırsat vermedikçe kimsenin kurbanı olmazsınız.” Bununla birlikte, kalkıp gitmeden önce diğer iki seçeneği de gözden geçirmenizde fayda olabilir. · Tahammül edilmesi zor insanlara karşı tavrınızı değiştirmek. Tahammül edilmesi zor insan huyunu devam ettirse de, siz onu farklı görmeyi, farklı işitmeyi ve farklı hissetmeyi öğrenebilirsiniz. Sizi problemli insanlara tepki göstermekten alıkoyacak değişikliklerdir bunlar. Eğer dördüncü seçeneğe başvuracak iradeye ve esnekliğe ulaşmayı umuyorsanız, tavır değişikliği kesinlikle gereklidir. · Davranışınızı değiştirmek. Tahammül edilmesi zor insanlara yaklaşımınızı değiştirdiğinizde, onlar da sizinle ilişkilerinde yeni yaklaşımları öğrenmek zorunda kalır. Nasıl bazı insanlar sizdekiiyi özellikleri, bazı insanlar da kötü özellikleri öne çıkarıyorsa, başkaları karşısında siz de aynı yolda gidebilirsiniz. En sorunlu davranış biçimleriyle başa çıkmayı sağlayacak etkili ve öğrenilebilir stratejiler vardır. Nelerin gerekli olduğunu ve nasıl yapıldığınıbir kez öğrendiğinizde, istenmeyen bir durumla başa çıkabilir ve bunu zahmete değer bir sonuca doğru yöneltebilirsiniz. Dr. Rick BRINKMAN, Dr. Rick KIRSCHNER, Zor İnsanlarla Başetme Yolları, Boyner Yayınları