Son Güncelleme:
İnsana basmayan kent yok
Ankara’da yaşayanların ya da okuyan öğrencilerin her zaman söyledikleri bir cümle vardır: ‘Ankara’nın en güzel yanı İstanbul’a dönmektir’ derler.Bence Ankara’ya haksızlık ediyorlar. Dün iş için Ankara’ya gittim. Başkente, bürokrasinin ve siyasetin merkezine gittiğinizi daha uçakta anlıyorsunuz aslında. Koskoca uçakta neredeyse benden başka jean pantolon giyen yoktu. Neredeyse bütün baylar lacileri çekmiş, baktığınızda ayna yerine kullanıp saçınızı bile tarayabileceğiniz şekilde ayakkabılarını parlatmış, ellerinde bond çantaları, kollarında pahalı saatleri, yüzlerinde aceleleri varmış da bir görüşmeyi kaçırıyorlarmış tedirginliği ile bindiler uçağa. Bayanlar ise tayyörleri, tayyörlerinin içine giyip yakalarını dışarıya çıkarttıkları gömlekleri, sarıya boyatılıp, birkaç gün önce kuaförde fön çekilmiş, ama akşam saçlar bozulmasın diye özenle yatılıp, ayna karşısında birazcık fönle yeniden hava katılmış saçları, siyah yüksek topuklu ayakkabıları, aynı renkten de kol çantalarıyla bindiler uçağa. Neden bilmem, bayanların yüzünde birazcık Ankara’ya gidiyor olmanın gururu da vardı sanki.. * * * Benim kuruntumdan mıdır nedir bilmem, Ankara uçağındaki hosteslerle pilotlar daha bir kibarlar gibi geldi bana. E, ne de olsa kime servis yaptığını bilmiyorsun, şimdi ufacık bir terslenmede ‘yer hostesliğine’ ya da ‘call center’a sürülme, pardon terfi etme ihtimali var!Daha Esenboğa Havalimanı’na ayak basar basmaz, biraz asık suratlı, çoğu insanın ellerinde evrak çantalarıyla oradan oraya koşuşturduğu (Hızlı hızlı yürürken ya da taksinin içinde sürekli saatine bakan lacili amcalar dikkatimi çekti sürekli) nüfusun yüzde elliden fazlasının memur, kalan kısmının yarısının da öğrenci olduğu, ama bir o kadar da düzenli bir bürokrasi kentine geldiğinizi fark ediyorsunuz.Havalimanından Kızılay’a giderken, trafikte kurallara gösterilen özen, yayaların sürekli birbirinin sağından karşıdan karşıya geçmesi gibi kurallara uyan insanlar ve sürücüler bir İstanbullu olarak şaşırttı beni doğrusu. İşimizi halledip (Yok vallahi herhangi bir devlet dairesine evrak takibi ya da herhangi bir lacili amca görmeye gitmedik. Bizimkisi popüler kültür işi. Lacili amcaların, tayyörlü teyzelerin işi olmaz bizimle) İstanbul’a dönmek için daha vaktimiz olduğunuz fark ettiğimizde, ben hemen atladım tabii duruma ‘Bir yemek yiyelim, sonra da şu meşhur Karum alışverişi merkezine gidelim’ diye.* * * Tabii genel müdür yardımcısı olunca hiç kimse yaptığınız öneriye itiraz edemediği için(!) (Ne kadar adaletsiz bir durum değil mi?) yemek yemek üzere Arjantin Caddesi’ndeki (Ankara’nın Nispetiye Caddesi’ymiş öyle dediler) yan yana dizilmiş, birbirinden şık kafelere gittik. Hani o kadar Ankara’nın Nispetiye Caddesi’ne gittik ama, o saatte gerçek Nispetiye Caddesi’ne çıksanız, bir insanla çarpışmadan yürüyemez, herhangi bir kafede yemek yemek için dakikalarca ayakta masa bekler, oturduğunuzda da aynı masada mı, yoksa başka masalarda mı oturduğunuzu anlayamadığınız ‘masa komşularınız’la beraber yemek yersiniz. Ve bu yemek hakikaten yan masayla beraber yenir. Masalar, arasından 40 kilo ağırlığındaki bir garsonun bile geçemeyeceği şekilde yan yana konulmuştur. Herhangi özel bir şeyi bu tür ‘trendy’ (!) kafelerde konuşmanız mümkün değildir. Müessese çok tuttu, müşteri gani diye, doldurdukça doldururlar masayı dükkanın içine. Yemek mi yediniz, ruhunuz mu daraldı, anlamadan çıkarsınız oradan. Ama Ankara’da yollar sakin, kafeler huzurlu, nasıl keyifle yemek yedik, anlatamam. Ne zamandır ‘popüler bir mekanda’ bu kadar huzurlu bir yemek yememiştim.Ankara’nın Akmerkez’i dedikleri Karum’a gittiğimizde de buradaki tenhalık şaşırttı beni. O saatte Akmerkez’e gitsen hayatın kaydı demektir! * * * Ankara’da insanların suratında İstanbul’a göre daha çok ‘huzur’ gördüm sanki. Hani aynı gün içinde Ankara’ya gidip gelmeme rağmen döndüğümde kendimi yorgun değil, dinlenmiş hissettim. Hatta bir ara uçakta İstanbul’a dönerken ‘Bürokrasi şehri mehri ama tam yaşlanınca yaşanacak şehir. Nasıl huzurlu bir kent’ diye düşündüm. Ha belki çok uzun süre yaşayınca basıyordur insana, işte onu bilemem. Ama bildiğim bir şey var ki, insana basmayan bir kent yok! Niyeyse(!) Kavafis’in şiiri geldi aklıma: ‘Yeni bir ülke bulamazsın Bu şehir arkandan gelecektir Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın Aynı mahallede kocayacaksın Aynı evlerde kır düşecek saçlarına Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda Başka bir şey umma Bineceğin gemi yok, çıkacağın yol yok Ömrünü nasıl tükettiysen burada bu köşecikte Öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de...’