İki çöle meydan okuyor
Lut ve Büyük Tuz Çölü’nün kesiştiği noktadaki Yezd, İpek Yolu nedeniyle tarih boyunca önemli bir yerleşim olmuş.
Tek tanrılı dinlerin öncüsü Zerdüştlüğün merkezi. Sessizlik Kuleleri, sulama sistemi, bacalarıyla dikkat çekiyor. Okurumuz Mevlut Maşalacı gitti, fotoğrafladı ve izlenimlerini yazdı.
Tahran Garı’ndan Bender Abbas (Hürmüz Boğazı) treniyle Yezd’e ulaşmamız 8.5 saat sürdü. Keyifli bir yolculuk yapmış, hiç sıkılmamıştık. Üstelik yemek servisi de yapılmıştı. Mönüde pilavüstü cüce (Tavuk) ve ayran vardı. Yolumuz tamamen çölden geçse de arada nar, fıstık bahçeleri ve kavun karpuz tarlaları gözümüze çarpıyordu. İlginç olan trenin iki saatte bir durup 15 dakika namaz molası vermesiydi.
DOĞAL KLİMA
Yezd, çölün tam ortasında. Evlerin rengi kum sarısı. İpek Yolu nedeniyle tarih boyunca önemini korumuş. Eski, az katlı, çoğu kerpiç binaların dikkati çeken özelliği çatılarındaki toprak kuleler. Bad-Gir adlı kulelerin dört yanında hava boşluğu bırakılmış. Yaz sıcağında kuleye giren rüzgâr aşağıdaki suya çarpıp binaya serinlik yayıyor. 33 metrelik en yüksek kule Zend’li Kerim Han’ın 1750’de yaptırdığı Devlet Abad Bağı’nda. Doğal klimanın suyu qanat sistemiyle 45 kilometre uzaklıktan, yeraltından getiriliyor. Tüm binaların altından geçiyor, ihtiyacı olan kullanıyor. Yezd’liler su sistemi konusunda tüm İran’ın aranan ustaları.
Yezd, Zerdüşt’lerin kutsal merkezi. 2600 yıllık bu dinin mensupları 423 bin kişinin yaşadığı şehirde nüfusları yüzde 10’a düşse de varlıklarını sürdürüyor. Yezd çöl koşullarında hayatta kalmanın yanı sıra, farklılıklara saygı konusunda da eşsiz.
ATEŞİ SÖNMÜYOR
450 yıldır sönmeyen ateşiyle ünlü Zerdüşt tapınağı (Ateşgede), kent merkezinde. Girişte bizi Zerdüştlerin sembolü Kuşadam (Fravahar) karşıladı. Sol elindeki yüzük sadakatin, sağ eli saygının simgesi. Yezd’e son kutsal ateş 1940’ta Ardakan’daki orijinal yerinden getirilmiş. Yüzü maskeli rahipler kayısı ve badem ağacından odunlarla ateşi besliyor. Bu ritüeli fotoğraflamak serbest. Ancak ateşi insan nefesinden koruyan cam paravandan fotoğraf çekmek zor. Müzedeki tablolarda Zerdüşt’ün büyük boy temsili bir portresi dikkat çekiyor. Duvarlarda Zerdüştlerin kutsal kitabı Avesta’dan bazı ayetler yer alıyor.
Şehri hakkıyla keşfetmek için ara sokaklarında kaybolmak gerek. Topraktan evler, birbirini dik kesmeyen sokaklar, tünel görevi yapan kemerler arasına girdiğinizde kolayca kayboluyorsunuz. Çünkü tabela yok.
RİTÜEL TARİH OLDU
Sessizlik Kuleleri (Dakhme), Zerdüştlerin yeryüzünü terk ettikleri son durak. Mezarlık, gömü kültürünün toprağı kirlettiğine inanıyorlar. Ölüleri vahşi hayvanlara bırakıyorlar. Bir zamanlar cesedin başında rahip beklermiş. Vahşi kuşlar önce sağ gözü yediğinde aileye “ruhu huzura kavuştu” müjdesini verirmiş. Kalan kemikler yakılıp gömülürmüş. 1960’larda ceset bırakmak yasaklandı. Artık Yezidiler de mezarlıklara gömü yapıyor. Kulelere kısa bir yokuşla ulaşılıyor. Yolda iki İranlı genç ve Kazak arkadaşları Fariza’yla tanıştık. Cesetlerin bırakıldığı çukura girip bana konu mankeni oldular. İran’da Fars dili doktorası yapan Fariza, neredeyse İstanbul Türkçesi konuşuyordu. Kulelerden sonra sıra şehir keşfine geldi.
YEMEK ÇOK UCUZ
Oteller çoğunlukla eski kervansaraylarda. Havuzlu avluların çevresine dizilmiş odalar.
Şiilerin sembollerinden 10 metre yüksekliğindeki Nakhl Palmiyesi, Aracı Emir Çakmak kompleksinin bahçesinde. Aşure gününde Nakhl’ın bir yüzü aynalarla, diğeri siyah kumaşla kaplanıyor. Siyahın üstüne olabildiğince çok hançer, kılıç asılıyor. Aynaların (Türbelerde de çok yoğun) İmam Hüseyin’in şehit edilmiş bedenini aydınlattığına, kılıçların ise yaralanmasını sembolize ettiğine inanılıyor.
Yezd mutfağı tüm İran’daki gibi kebap ağırlıklı, restoranlar çok ucuz. Benzinin litresi bizim paramızla 30 kuruş. Ticari araçlar doğalgaza teşvik edilmiş. ABD ambargosu nedeniyle kredi kartları kullanılamıyor. Kuveyt ve benzeri ülkeler sayesinde dolaylı yollar bulmuşlar.
TÜRK OLMAK AYRICALIK
İran’da Türk olmak ayrıcalık. Çok hoş davranışlarla karşılaştım. Kardeş gibi evlere davet edildim. Üstelik davet edenlerin çoğu kadındı. İran’da yaklaşık 30-35 milyon Türk kökenli var. Çoğu Azeri. Karşılaşınca sohbet hemen başlıyordu. Tahran’dan doğuya gittikçe insan tipleri de değişiyordu. Afgan, Özbek ve Türkmenler göze çarpıyordu. Ülkelerinden gelip seyyar tezgâhlarda para kazanmaya çalışıyorlardı. Yoksulluk yüzlerinden tebessümü silememiş. Sokak başlarında, aralarında toplanmış sohbet ediyorlar. Ekmek, çay paylaşıyorlar. Arada müşteri kolluyorlar.
Labut çevirip şiir dinliyorlar
İranlıların geleneksel sporunu Sahib-i Zaman Zurhanesi’nde izledik. 7-8 sporcu daire oluşturup ağır labutlar çeviriyor. Bir yandan tef çalıp şiir ve ilahiler okuyorlar. Bu ağır idmanın sonunda bazen güreş de yapılıyor. İran’ın güreşte söz sahibi olmasının sebebi büyük ihtimalle zurhaneler.
Çöpçatan cami
Cuma Mescidi (Cami Mescidi) 1365’te yapılmış. Caminin yerinde önceden Zerdüşt tapınağının olduğu bilinmekte. Minarelerin yüksekliği 48 metre. İran’ın en yüksek minareleri yani. Zarif bir mimariye sahipler, mavi çini ve olağanüstü motiflerle kaplı. Bu mavi, Yezd’in kehribar rengine kontrast oluşturuyor.
Caminin eyvanına (Üç yandan kapalı, biri açık, tonoz örtülü mimari alan) uzun, geniş bahçeyle ulaşılıyor. Eyvanın mozaik, fayans kaplı kubbesi türünün en güzellerinden. Mihrap da aynı malzemelerle kaplı.
Cuma Mescidi’nde cumaları çöpçatanlık yapılıyor. Bekâr hanımlar çarşaflarına asma kilit takıp anahtarını minareden atıyor. Anahtarı kapan erkek kilidi açıp kadına tatlı ısmarlıyor. Bu tanışmanın bir uğuru olduğuna inanılır ve büyük oranda evlilikle sonuçlanır.
12 İmam Türbesi, 12’nci yüzyılda yapılmış. 12 İmam için temsili cenaze törenleri burada yayılmış. Yanı başında İskender Hapishanesi bulunuyor. Büyük İskender savaş esirlerini 10 metre çapındaki çukurda ölüme terk edermiş.