İçinden ampul çıkan darbuka ile Mozart çalınır mı?
Sedat Ergin
Tepecik Filarmoni’in kurulmasını tetikleyen olay 2015 yılında Hamdi Akatay’ın annesini Tepecik’teki evinde ziyaret etmeye geldiği sırada yaşanır. Akatay’ın mahallede olduğunu duyan müzisyen gençler kapıya gelip “birlikte çalalım mı abi” diye davette önerisinde bulunurlar. Bu gençlerin önemli bir özelliği, çoğunun 9 Eylül Üniversitesi’nin konservatuarında öğrencisi olmasıdır. Mahallelerinden çıkmış olan Hamdi Akatay gurur duydukları bir isimdir.”
Modern bir davet salonuna dönüştürülen eski havagazı fabrikasında sahneye çıkan roman orkestrası herkesi şaşırtan kuvvetli ve coşkulu bir Mozart icrasına giriştiğinde, dikkatim aynı zamanda darbuka çalmakta olan orkestra şefinin çalgısının içten bir lambayla aydınlatılmasına takıldı. Darbukanın deri kaplı ön cephesi ışıl ışıldı. Çalgının kuyruğundan da ampulün takılı olduğu elektrikli düzeneğin kablosu sarkıyordu. Daha önce hiç “ışıkları açık” darbuka görmemiştim.
İtiraf edeyim ki, bunun bir sahne atraksiyonu olduğuna hükmettim ve içimden “iyi numara…” dedim. Bunun bilgisizliğimden kaynaklandığını konserden sonra “Tepecik Filarmoni”-nin şefi Hamdi Akatay ile konuşurken mahcubiyet içinde idrak ettim. “O bir tekniktir, onu darbukanın derisinin genleşmesi, gerilmesi, daha iyi ses vermesi için yaparız” dedi Akatay.
Bu, Mısır’dan getirttiği özel bir darbukaydı. Anlattığına göre, darbukanın ön cephesi daha çok Mısır’da Nil nehrinde çıkan Kelebiçin isimli bir balığın derisindendi. Darbukanın gövdesi ise kırmızı topraktan yapılmıştı. “O balığın derisiyle kırmızı toprak birleşince harika bir sound çıkarır” dedi Hamdi Akatay: “Toprağın sesi de karışıyor, darbukanın sesine bir derinlik veriyor. Buna karşılık döküm darbuka daha metal ve sert seslidir. Aslında çok kullanmak istemediğimiz bir sestir ama mecbur kalıyoruz onu da kullanmaya… Onda da ceylan derisi ve keçi derisi kullanılır.”
Ve tabii ki sohbet hemen Mozart’a kaydı. Dikkatimi çekti. Hamdi Akatay ünlü besteciden söz ederken Mozart demiyor “ her seferinde “Amadeus Mozart…” diyerek, bunu büyük besteciye saygının gereği olarak gördüğünü hissettiren bir tonlamayla yapıyordu. Amadeus Mozart’ın yeri Hamdi Akatay için çok başkaydı. “Onun müziğinde derinlik, hüzün, sevinç hepsi var” dedi ve devam etti: “Genç yaşta hayatta yokluklar içinde kimseye boyun eğmeden gidişi, inandığı değerlerden taviz vermeyişi de benim için önemli. Onu çalarken tarifi mümkün olmayan bir haz alıyorum. Orkestradaki herkes aynı şeyi hissediyor.”
Şimdi kritik soruya geçiyoruz: Mozart, sadece seçkinlerin ve onların steril ortamlarının müziği olarak mı kalacaktır? Bu sorunun yanıtını İzmir’in en eski roman mahallesi olan Tepecik, Mozart’la kurduğu özel ilişkiyle vermiş bulunuyor. Burada kritik rolü oynayan Hamdi Akatay, bu mahallede dünyaya gözlerini açıp, bir roman geleneğini sürdürerek darbukacı olan babası Memduh Akatay’dan bu çalgının bütün inceliklerini daha çocukken kapmıştır.
Akatay, daha sonra İstanbul’a göç edip, burada ünlü sanatçılara eşlik ederek sanat hayatını sürdürmüştür. Tepecik Filarmoni’in kurulmasını tetikleyen olay 2015 yılında Hamdi Akatay’ın annesini Tepecik’teki evinde ziyaret etmeye geldiği sırada yaşanır. Akatay’ın mahallede olduğunu duyan müzisyen gençler kapıya gelip “birlikte çalalım mı abi” diye davette önerisinde bulunurlar. Bu gençlerin önemli bir özelliği, çoğunun 9 Eylül Üniversitesi’nin konservatuarında öğrencisi olmasıdır. Mahallelerinden çıkmış olan Hamdi Akatay gurur duydukları bir isimdir.
Bir kere İstanbul piyasasında çok ünlüdür, eşlik etmediği sanatçı kalmamıştır. Ama aynı zamanda dünyanın en iyi klasik müzik orkestralarından Berlin Filarmoni ile de çalmıştır 2008’de, klarnetçi Şükrü Kabacı ile birlikte. Avrupa’da bir çok önemli caz etkinliğinde, örneğin Montreux caz festivalinde ünlü caz sanatçılarıyla birlikte sahne alıp doğaçlama caz yapmıştır. Ayrıca, İsviçre’de yaşayan ünlü aranjör Erdal Kızılçay ile Fuat Güner ve Dağhan Baydur’un 1990’lı yılların sonunda birlikte yaptıkları “Alaturka Beatles” projesinde yer alıp İngiltere’deki konserlerinde bu üçlünün arkasındaki orkestrada çalmıştır. Üstüne, Türk müziği ritimleri üzerine bir de metot kaleme almıştır.
Mahallenin kahvesine gidilir. Konservatuar öğrencisi olan gençler Mozart’ın 25. Senfonisi’ni önce eserin ruhuna ve notasına uygun bir şekilde kusursuz icra ederler. Hayranlık içinde onları dinler Akatay ve ardından kendi deyimiyle “tası tarağı toplayıp” İzmir’e döner, gençlerle “İlle de Mozart olsun” projesini uygulamaya koyar. Bu, her türlü müzikal cinliğe kapılarını açan, Mozart’a roman usülü dokunuş içeren bir proje olacaktır.
Provalar mahallenin kahvesi gibi halka açık yerlerde yapılır. Her seferinde mahallelinin ilgisi ve katılımı biraz daha artar. Bir anlamda Wolfgang Amadeus Mozart Tepecik’teki romanların fahri hemşerisi olur. Akatay, “Bizim mahallenin 100 yıllık tarihinde hep arabesk ya da Türk müziği dinlenirken umuma açık yerlerde prova yaptığımız için birden klasik batı müziğine de ilgi oldu. Mesela garson gelip 25. Senfoniyi ya da mahallenin midyecisi gelip 40. senfoniyi istiyordu provalar sırasında” diye konuşuyor.
Akatay dışında dört keman, bir viola, bir çello, üç kişilik bir vurmalı çalgılar grubu, kanun, klarnet, bas gitar ve org olmak üzere 13 müzisyenden oluşan orkestra uzun bir provalardan sonra sahnelerde boy göstermeye başlar. İzmir’de Adnan Saygun Konser Salonu’ndan İstanbul’daki avangart müzik mekanı Babylon’a kadar pek çok yerde sahne alır. Orkestranın şöhreti daha da yayılacağa benzer önümüzdeki dönemde.
Örneğin, haziran ayının ikinci yarısında Moskova’da çalacak Tepecik Filarmoni. Böylelikle ilk kez yurtdışına çıkmış olacaklar. Akatay, “Bu çocuklar bataklıkta yetişen güller. Doğuyu da Batıyı aynı şekilde hissedebiliyorlar. Bizim müzikteki potansiyelimiz de burada” diyerek Türkiye’nin potansiyelini bu sentezde görüyor: “Dünyada tüm müzik türleri çözüldü. Tek bakir olan bizim coğrafyamızdaki komalı müzik ve ritm zenginliği.”
Tepecik Filarmoni şöyle bir konsept izliyor Mozart’ı çalarken. Eserin icrası önce besteye sadık bir şekilde başlıyor. Biraz sonra darbukanın başını çektiği vurmalı çalgıların enerjik bir şekilde devreye girmesiyle kuvvetli bir ritim dokusu fonu kaplıyor. Derken eserin içine yavaş yavaş roman nağmeleri, fantezi müziğe özgü süslemeler serpiştiriliyor. Bu şekilde Mozart’ın melodisi ilerlemekle birlikte biraz başkalaşmaya da sahne oluyor. Derken parçanın bitiminde birden sürpriz bir şekilde aynı armonik dizi içinde kalınarak klasik Türk musikisinden ya da fantezi müziğinden bir esere sert bir geçiş yapılıyor.
Örneğin, Mozart’ın 25. Senfonisi, giriş bölümü büyük ölçüde tamamlandıktan sonra yerini bestekar Haydar Tatlıyay’ın “Nihavent Üvertürü”ne bırakıyor. Keza 40’ıncı senfoni Orhan Gencebay’ın “Nihavent Üvertürü”yle sonlanıyor. Mozart’ın 35. Senfonisi, bu konsept içinde Ceyhun Çelikten’in “Roman Caz” bestesiyle eşleşiyor. Aslında bir dönem klasik müzikte de uygulanan, Mozart’ın da bazı piyano konçertolarında yer verdiği, melodinin gelişimi içinde sanatçıya o melodiyi yorumlaması için açılan doğaçlama kadans bölümlerinin roman tarzı yeni bir versiyonu diyelim bu muzipliklere…
Sonuçta Batı’da Mozart’la yola çıkılıyor, sonra Doğu’da başka limanlara varılıyor. “Bizim yapmak istediğimiz, Mozart’ı, batı müziğini doğudan etnik müziklerle entegre etmek. Herkesin çaldığı gibi çalmak bizi farklı yapmıyor ki. Bizim yaptığımız o müziğin içine bizim nağmeleri yerleştirmek. Projenin en önemli özelliği bu…” diye konuşuyor Hamdi Akatay.
Sohbetimiz sırasında “Bu çaldığınızı Mozart duysa ‘benim müziğime böyle ne yapıyorsunuz’ diye size kızmaz mıydı” diye soracak oluyorum… Akatay, kendinden emin bir şekilde, hatta iddiayla şu yanıtı veriyor: “Hiçbir şey demezdi, aksine çok hoşuna giderdi. Çünkü klasik müziğin her seferinde aynı şekilde icra edilip durmasından o da sıkılır, değişik biri şeyler yapmak isterdi. Ben eminim Amadeus Mozart yaşasaydı Tepecik Filarmoni’yi çok severdi. Hatta gelip bizi yönetirdi…” O zaman biz de “İlla da Mozart olsun” diyoruz…