GeriSeyahat Her daim sürprizlerle dolu bir kent
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Her daim sürprizlerle dolu bir kent

Her daim sürprizlerle dolu bir kent

Çanakkale en güzel denizlere açılan penceredir benim için; tatilin başladığı noktadır. Ege’ye gidiyorsam yolumu güzelleştiren birçok durağın olduğu, ilginç keşifler yaptığım bölge yine yanıltmadı beni ve ruhumu okşadı. Gelibolu’dan Lapseki’ye geçerken tatil heyecanı deniz keyfiyle başladı, salça yapımıyla sürdü...

Lapseki’ye yaklaşmaya başladığınızda sol tarafta uzaktan göreceğiniz plajlar Çardak beldesi sınırları içindeki Kum Adası adlı yerde. Lapseki’ye yaklaşık 6 kilometre uzaklıkta. Her zamanki gibi çok az bir uykuyla yola çıktığım için Kum Adası’nda biraz soluklanmak, denize girmek ve hatta mümkünse uyumak için mola veriyorum. Hava biraz rüzgârlı... Eskiden kamp yapılabiliyordu burada ama artık yasak. Çanakkale Köprüsü’ne karşı plaja yayılıyoruz. Deniz, kum. Hep mi öyle bilmiyorum ama suyu da buz gibi. Bize ilaç gibi geliyor. Uyku ve yorgunluğu üzerimizden alıp götürüyor soğuk deniz suyu. Yolda uğramayı istediğim ikinci durak Troya Antik Kenti. Daha önce birkaç kez kapısına kadar gidip, çeşitli sebeplerle girip gezemediğim antik kent ve müzesini gezmek için kararlıyım bu defa. Erken kapandığı için önce müzesine uğruyoruz. Kapısından kolayca Müze Kart alabilirsiniz. 4-5 katlı müze gez gez bitmiyor. Altın taçlar ve takılar, lahitler, heykeller... Müthiş...

Her daim sürprizlerle dolu bir kent

Troya Antik Kenti’nin girişi

Troya Antik Kenti müzeye çok uzak değil. Buranın en büyük özelliği pek çok medeniyete ev sahipliği yapmış olması ve katman katman bunu görebilmeniz. Çıkışta antik kentin çok yakınındaki Tevfikiye Köyü’ne uğramanızı öneriyorum. Köyün içinde duvarlara yapılmış resimler çok hoşunuza gidecek. Köy meydanı da görülesi yerlerden. Troya Savaşı’nın kahramanlarının büstlerinin olduğu meydanda, savaşın geçtiği toprakların üzerinde günbatımını izlemek oldukça etkileyici. Oradan çıkıp hemen iki adım ötedeki Çıplak Köy’ü de gezmenizi öneriyorum.
Her daim sürprizlerle dolu bir kent

Troya ve müzesi en çok görmek istediğim yerlerdendi. Köyde ay ışığında uyumak da rotanın bonusu oldu.

Tevfikiye Köyü’ndeki gibi resimler süslüyor duvarları. Köy küçük olduğu için çabucak geziliyor. Çok tatlı insanlar yaşıyor her iki köyde de. Kapının önünde oturan teyzelerle güzel sohbetler edip güzel yemekler tadıyoruz. Müze, antik kent ve köylerin ardından sıradaki hedefimize doğru yola koyuluyorum: Kemerdere Su Kemeri. Çanakkale’nin güzel köylerinden geçerek kıvrıla kıvrıla hedefimize doğru ilerliyoruz. Navigasyonun bizi soktuğu yol Kemerdere Köyü’nde bitiyor. Kapılarının önünde oturanlara kemerin yerini soruyoruz. Tarife göre kalan yolu yürümemiz gerekiyor. Toprak yokuşu inen patika biraz kaygan. Çok da uzun olmayan bir yürüyüş sonrası kemer görünüyor. İndiğimizde orada bulunanlarla tanışıp sohbet ederken kurdukları sofraya da ortak oluyoruz. Bu arada hava da kararmak üzere ve uyumak için yer bulmamız gerekiyor. Kemerdere Su Kemeri’nin göletine kamp kurulabiliyormuş ama arabadaki kamp eşyamızı yokuştan indirmek öyle zor geliyor ki vazgeçiyoruz.
Her daim sürprizlerle dolu bir kent

Köye çıktığımızda bize birkaç alternatif sundular ama aralarından içimize sinen olmayınca yol sorduğumuz ailenin kapısının önünde doğal ürünler tezgahında uyumaya karar veriyoruz. Burası bir Türkmen köyü. 8 hane kalmış yaşayan. Her zamanki gibi talih bizden yana, öyle bir zamanda gitmişiz ki ertesi gün bayram olarak kutladıkları özel bir gün. Yakın bir köyde herkes toplanır, bayramlaşır, çocuklara fıstık dağıtırlarmış. Köy hem bu yüzden hem de ‘kışlık hazırlama dönemi’ olduğu için daha hareketli. Köyde akşam güzel sohbetler eşliğinde salça yapılırken biz de yardım ediyoruz. O kadar yorulunca sabah uyanıp bayramlaşmayı göremiyorum. Bir gün öncenin uykusuzluğu, yol yorgunluğu ve temiz havayla buluşunca bebekler gibi uyuyorum ve sabah erken uyanamıyorum. Ev sahibimiz patlıcanlı börekler yapmış bize sabah sabah. Bahçelerinden topladığım biber ve domatesler de ekleniyor kahvaltıya. Tanrı misafirliğinde zirveye çıkıyorum yine. Kahvaltı sonrası yine akşamdan başladığımız salça yapımına devam ediyoruz.

Odun ateşleri yanıyor, salçalar sıkılıyor. Ardından biz de yeniden toprak yollardan inip su kemerine gidiyoruz. Kemer restore edilmiş ve yepyeni duruyor. İsterseniz üstünde yürüyebiliyorsunuz. En güzel manzara aşağıdan. Kemere gelen su diğer köyler tarafından kullanıldığı için, çok az akıyor. Önündeki gölette o kadar çok balık ve kaplumbağa var ki insan şaşırıyor. Suya ne atsanız piranha gibi saldırıyorlar. ‘Suya girsem kaplumbağa ısırır mı’ diye çekinerek giriyorum ve yaklaşan olmuyor. Başta yüzmeye niyetli değilim ama kemerin üstündeki bulutlar yağmurlarını bırakıveriyor üzerimize. Bir güneş bir yağmur derken çok enfes anlar yaşanıyor. Plansız, gidebildiğim kadar giderek yine çok güzel anılar biriktiriyorum. Bir Türkmen köyünün doğal ürünler tezgâhında, ay ışığında uyuyup, salça yapıp patlıcanlı börekler yedik ve çok güzel sohbetler ettik. İşte, yolda en çok sevdiğim şey!

False