Hem tarihe doyalım hem kebaba
Yeni yıl tatilinde Uludağ’da kayak yapmak, özellikle de lezzetli yemekleri keşfetmek âdettendir. Bu hafta Bursa’yı iki bölümde anlatacağım. Birinci bölümdeki cümleler, bu kenti en iyi anlatan Ahmet Hamdi Tanpınar’a ait. Bir düz yazıdan daha çok bir aşk şiiri sanki... Ardındansa lezzet keşiflerine bakacağız.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ‘Beş Şehir’ adlı kitabındaki ‘Bursa’da Zaman’, kent üstüne yazılmış bir destan adeta. Onun için ben Bursa’yı pek yazamam. Ustanın cümleleri altında ezilip kalırım. Örneğin anlatmaya niyetlenseydim, şu cümleyle başlayamazdım: “Fetihten 1453 senesine kadar geçen 130 sene, sade, baştanbaşa ve iliklerine kadar bir Türk şehri olmasına yetmemiş, aynı zamanda onun manevi çehresini gelecek zaman için hiç değişmeyecek şekilde tespit etmiştir...”
Bursa’da tarih, damgasını derin ve kuvvetle basmıştır, onu da en güzel Ahmet Hamdi Tanpınar yazmıştır.
Veya şu cümleyi kurabilir miydim? “Bursa’ya birkaç defa gittim ve her defasında kendimi daha ilk adımda bir efsaneye çok benzeyen bu tarihin içinde buldum. Zaman mefhumunu adeta kaybettim ve daima, bu şehre ilk defa giren ve onu yeni baştan bir Türk şehri olarak kuran dedelerimizin yaşayışlarındaki halis tarafa hayran oldum...”
Yazarın anlattığı yılların üstünden onca yıl geçmişti ama zaman Bursa’da hâlâ durabiliyordu!.. Tanpınar, duran zamanın önündeki engelleri yıkıp atmış sel gibi Bursa’nın dört bir yanını kasıpkavuracağından korkmuş ve şöyle demişti: “Bu şehre tarih damgasını o kadar derin ve kuvvetle basmıştır. O her yerde kendi ritmi, kendi hususi zevkiyle vardır, her adımda önünüze çıkar. Kâh bir türbe, bir cami, bir han, bir mezar taşı, burada eski bir çınar, ötede çeşme olur ve geçmiş zamanı hayal ettiren manzara ve isimle, üstünde sallanan ve bütün çizgilerine bir hasret sindiren geçmiş zamanlardan kalma aydınlığıyla sizi yakalar. Sohbetinize ve işinizin arasına girer, hülyalarınıza istikamet verir...”
YAŞLI ÇINARLAR DİMDİK KARŞILAR SİZİ
Sokaklarda yürürken, ne demek istediğini daha iyi anlayacağınızı sanıyorum. Bu yürüyüşte tarih durmadan karşınıza çıkacak: Yeşil Türbe, karşısındaki tepede Emir Sultan Türbesi, Muradiye Medresesi, Nilüfer Hatun, Somuncu Baba Türbesi... Tanpınar, asırlık çınarların gölgelediği bu yolları arşınlayıp, tılsımlı görüntüler için şunları yazmıştı: “Bu adları bir kere öğrendiniz mi artık unutamazsınız. Tenha saatlerinize küçük ve munis rüyalar gibi sokulurlar, sizi kendileriyle ülfete, esrarlı mahfazlarını zorlamaya, gizledikleri sırları tanımaya ve tatmaya mecbur ederler. İster istemez sayarsınız: Gümüşlü, Muradiye, Yeşil, Nilüfer Hatun, Geyikli Baba, Emir Sultan, Konuralp... Hepsinin mazi dediğimiz o uzak masal ülkesinden toplanmış hususi renkleri, çok hususi aydınlıkları ve geçmiş zamana ait bütün duygularda olduğu gibi çok hasretli lezzetleri vardı...”
Emir Sultan Türbesi
Duran zamanın başlangıcında yapılmış evler de sizi bir masalın içine sürükler. Dar sokakların arasında, tozlanmış birer süs taşı gibi, yorgun argın yok olacakları günü beklemeleri sizi hüzünlendirecek. Hepsi harap ve her şeye küskünmüş gibi görünecek gözünüze. Ama yaşlı çınarlar hâlâ dimdik ayakta karşılayacak sizi.
Yağmurlu, serin bir günde Emir Sultan Türbesi’nin önünde, aklınıza ‘Erguvan Bayramı’nı düşürüverir. Bu türbede toplanan halk, her bahar bu çiçeğin bayramını kutlarmış. Tanpınar, bu bayramı öyle güzel anlatır ki: “Bizim iklimde gülden sonra bayramı yapılacak bir çiçek varsa, o da erguvandır. O şehirlerimizin ufkunda her bahar bir Diyonizos rüyası gibi sarhoş ve renkli doğar. Dünyanın tekrar değiştiğini, tabiatın ağır uykusundan uyandığını haber vermek ister gibi zengin, cümbüşlü israfıyla her tarafı donatır, bahar şarkısını söyler... Erguvan ağacı benim için ezeli ve ebedi arzunun, daima yenileşen hayat aşkının bir timsalidir...”
Bursa ile yeşil bir zamanlar hiç ayrılmayan ikiliydi. Hep kucak kucağa, el ele, göz göze. Ya şimdi? Evler, fabrikalar, çeşitli işlevi yüklenmiş binalar o güzelim ovayı, Uludağ’ın eteklerini bir kanserli hücre gibi yiyip bitirmişti. Tanpınar bu konuda şanslıydı, şimdiki zamanı iyi ki görmemişti. Görseydi Bursa’nın yeşiline şu övgüleri düzer miydi hiç: “Türkçede ş ve l harfleri daima en güzel terkipler yapar. Yeşil dediğimiz zaman adeta çimen tazeliğini, bir paket üzerinde ezilmiş bir renk gibi, günün ve saatin bir tarafında bir bahar müjdesiyle toplanmış buluruz. Bu kelimenin ilk cedlerle beraber Orta Asya yaylalarının baharından geldiği o kadar belli ki... Bursa’da yeşilin manası çok başkadır; o ebediyetin rahmani yüzü, bir mükafata çok benzeyen bir sükûnun fani bir saate sinmiş manasıdır. Yeşil Türbe, Yeşil Cami der demez, ölüm muhayyilemizdeki çehresini değiştirir...”
Bursa’nın tadına varabilmek için, önce Tanpınar’ın ‘Bursa’da Zaman’ını okumak, sonra sokak sokak gezmek gerekir.
ÖZ HAKİKİ İSKENDER İÇİN BURSA'YA
Bursa mutfağı, Balkan göçlerinden çok etkilenmiş, onun için et ön planda. Akla elbette ilk gelen, iskender kebabı. Botanik Bahçesi’ndeki İskender Efendi Konağı ve Eski Garaj Kapısı semtindeki Uludağ Kebapçısı bu kebabın en lezzetli sunulduğu yerlerden. Kayhan köftesinden bahsetmezsek de olmaz. İlk kez Kayhan Çarşısı’nda yapıldığı için bu adı alan kebapta döner yerine köfte kullanılıyor. Bunun için bir diğer adı ‘Fakir İskenderi.’ Kayhan Çarşısı’ndaki Kebapçı İdris’te tadabilir, üstüne bir de haşhaşlı tatlıyı deneyebilirsiniz.
Gelelim Belediye Caddesi’ndeki Çiçek Izgara’ya... Hijyen kurallarına hastalık derecesinde uyan bu mekânda ızgaranın üstüne konan her türlü et leziz. Erzurum’dan gelen özel fasulyeyle yapılan piyaz da cabası.
İvazpaşa Çarşısı’nın girişindeki Üç Köfte, köfteler soğumasın diye üçer üçer servis edildiği için bu ismi almış. Ardında 80 yıllık bir geçmiş olan bu yerde köfteler, dana kaburgasından elde edilen etler ve kuzu kıyması karışımıyla yapılıyor.
Kozahan girişindeki Bursa Kebapçısı’nı da unutmayalım. Damağına düşkün Bursalılar, iskender kebabı burada yemeyi tercih ediyor. Eğer Bursa’da başka lezzetlerin peşine düşmek isterseniz, Heykel Meydanı’ndaki Lalezar Lokantası’nı öneriyorum. Kuzu tandır ve talaş kebabı insanın aklını başından alıyor. Tuzpazarı’ndaki Abidin Usta da bir başka esnaf lokantası. Kuzu ayağından yapılan paça, kestaneli güveç ve süt helvasının lezzeti dillere destan...
Odunluk Mahallesi’ndeki Tavacı Recep Usta’da tava, kaburga dolması, hindi dolması, gerdan haşlama, mumbar ve lüle kebabı, Merinos Parkı içindeki Hayat Lokantası’ndaysa süt helvasını aman yemeden dönmeyin.