Hayatın anlamını aramıyorum sadece macera yaşamak istiyorum
Şefik Bağdadioğlu (29), Kanada’nın Vancouver kentinde yaşıyor. Ülkenin en büyük enerji dağıtım şirketinde danışman. İşinden bir yıl izin aldı, Amerika Kıtası’nı kuzeyden güneye geçeceği 20 bin kilometrelik yolculuğuna geçen ay Alaska’dan başladı. İsveçli arkadaşı Nick Leffler ile 10 ülke görecek. Yolculuğun ilk ciddi sınavı Kanada’nın Yukon Eyaleti’ndeki uçsuz bucaksız Kuane Milli Parkı’ydı. Bu etabı atlatır atlatmaz gönderdiği ilk mektubunda “kötü geçen günlerde, burada ne işim var, diye düşünüyorum. İyi geçen günlerde de bu yolculuğa çıkmakta gecikmeme hayıflanıyorum“ diyor.
Telefonu kapattığımda annemin sözlerini düşünüp gülümsedim: “Oğlum, yapacak böyle garip şeyleri devamlı olarak nasıl buluyorsun? Peki, işin, evin, araban, arkadaşların ne olacak? Hem Alaska’da çok ayı vardır...” Gerçi Alaska’dan başlayıp Güney Amerika’da sona erecek bisiklet turumda, ayılardan daha çok dikkat etmem gereken onlarca şey olacaktı, ama yine de anneyle tartışılmazdı.
Mart başındaki o telefon konuşmasının üstünden yaklaşık beş ay geçti. Ve ben dört ay boyunca işime devam ederken, bir yandan da İsveçli yol arkadaşımla bir sene sürecek, 10’dan fazla ülkeden geçeceğim, yaklaşık 20 bin kilometre kat edeceğim bisiklet turunun planlamasını yaptım.
Genelde insanları bu tür seyahatlere iten klişeler vardır: Hayatın anlamını bulmak, orta yaş krizi, mezuniyet... Böyle bir romantik gerekçem yok. Benimki biraz merak, biraz macera duygusu, biraz da kişisel mücadele isteği. Görmek, duymak, hissetmek ve yaşamak. Günlük hayatta kolayca kaybolan hisler... Ama en önemlisi başka kültürleri, insanları tanıma tutkusu. Belki de ofiste oturup, toplantılara katılmak yerine yağmur çamur demeden pedal çevirmek eğlenceli geldi...
Peki, böyle bir seyahate nasıl hazırlanılır? Yurtiçindeki 15 günlük tatilin planlaması bile, bir yıllık serüven için insanın gözünü korkutmaya yeterli. Aslında önemli olan başlangıç tarihini belirlemek, gerisi çorap söküğü gibi geliyor.
DELİ MİSİN, DEDİLER
Önce işimden istifa etmek istedim. Başka şirkete geçeceğimi düşündüler. Kalmak için arzularımı sordular. “Mobil ofis” dedim gülerek, sonra seyahat planımı açıkladım. Arkadaşlarımın, ailemin tepkileri daha ilginçti. Kimi “Neden, deli misin” diye sordu. Kimi imrendi: “Keşke ben de yapabilsem!” Üçüncü gruptakiler soğukkanlıydı: “Ne kadar süreyle?”
Aslında evi boşaltıp böyle bir seyahate çıkınca, düzenli giderlerden kurtulunca, günlük yaşam maliyeti de düşüyor. Şu ana kadar en büyük masrafım bisikletimdi. Çadır, kamp malzemesi, gıda derken 35 kilo yük taşıyacaktık. Hızlı, hafif değil, çelik gibi sağlam bisiklet gerekiyordu. “Talula” ismini koyduğum bisikletimi parça parça alıp birleştirdim, ön ve arkasına ikişer çanta bağladım. Uçakla seyahate başlayacağımız Alaska’nın Anchorage şehrine vardım.
Alaska, zamanının parası ile Rusya’dan sadece 7 milyon dolara alınmış ve Amerika’ya en son katılan eyaletlerden biri. Devamlı büyüyen doğal kaynaklar ve petrole yaslanan ekonomisinden dolayı Alaska’da iş bulmak diğer eyaletlere göre biraz daha kolay. Bu nedenle Amerika’da tutunamayanların mekanı...
Şu anda dört haftadır yoldayız... Başladığımız yere kuş uçumu 2 bin kilometre uzaktayız.
Yolculuğun ilk ayında yerleşim yerlerinden uzakta, Alaska’da pedal çevirdik. Kanada’da Yukon Eyaleti ve oradaki uçsuz bucaksız Kuane Doğal Parkı’nda benzer koşulları yaşadık. Alaska’nın güneydoğusundaki “tava sapı” denilen yerinden Kanada’da gitmek istediğimiz yere direkt yol olmadığı için yolculuğun bir kısmını feribotla yapmak zorunda kaldık.
AYILARA KARŞI ÖNLEM ALDIK
Alaska ve Yukon’un en hoşuma giden, aynı zamanda en ürküten yönü uçsuz bucaksız olmaları. Bazen 120-130 kilometre boyunca yanınızdan geçen otomobiller dışında hiç kimseyi görmüyorsunuz. Bazen araç sayısı günde 4-5 taneye kadar düşebiliyor. Bu yüzden yanımızda en az 3-4 günlük yiyeceğin bulunması çok önemliydi. Etrafta yeterince nehir, pınar olduğu için su problemimiz hemen hemen hiç olmadı. Bazı günler 32 derece güneş altında bazı günler ise aralıksız 8 saat yağmurda pedal çevirdik. Bazen doğada, bazen yol kenarında, bazen bir restoranın veya benzin istasyonunun arkasında kamp yaptık.
Bir de ayılar var tabii ki. Yemek yediğimiz yerde kamp yapmamaya ve çadırın 50 metre yakınına, diş macunu dahil koku çıkartabilecek hiçbir şey koymamaya dikkat ettik; ki bunlar aldığımız en basit önlemlerdi.
Hayatın kendisi gibi, bu tür seyahatlerde de her türlü sürprize hazırlıklı olmalı. Olanı kabullenip, yola devam etmeli. Mesela, seyahatin ilk haftasında, Alaska’da, seneler önce menüsküs ameliyatı olduğum dizim zorlanmaya başladı. Başta önemsemedim. Bir saat içinde pedal çeviremeyecek hale geldim. Şanslıydık. Yakınlarda dinlenecek bir kasaba vardı. Dışında kamp kurup bir gün dizimi dinlendirdik, yağmurdan ıslanan eşyaları kuruttuk. Kasabanın doktoru, en az 4 gün dinlenmem gerektiğini söyledi. Tavsiyesini dinledik, yine de beklemek yerine otostop çekmeye karar verdik. Fakat 100 kilo yük ve iki bisiklet hangi araca sığıbilirdi ki? Bu tenha otoyoldan o araç geçer miydi? Cevap gecikmedi: Bir karavan. İçinde de barınaktan alınmış saldırgan, beş dakikada bir ayaklanan bir köpek!
SAN FRANCİSCO YOLUNDAYIM
Bu seyahate rutinlerden kaçabilmek için çıkmıştım. İşin ilginç yanı gezide kendi rutinlerimi yarattım. Mesela haftasında çadırım evim oldu. Hatta öyle bir hale geldi ki, çadıra girdiğimde nerede olduğumun hiç önemi kalmadı. Bir hafta sonra eşyalarımı hızla yerleştirebiliyordum. İnsan her yerde ve durumda kendine bir düzen yaratıyor, bu manevi rahatlık getiriyor.
Yolculuk günlerinde program aynı: Sabah saat 8.00’de kalk; hava yağmurluysa, eşyaları toplayıp sonra kahvaltı yap (yağmursuzsa tam tersi), saat 9.00’da yola çık, 2-3 saat pedal çevir, bir saat öğle yemeği molası ver, 2-3 saat yine bisiklet, biraz ara ve halen enerjin varsa belki 1-2 saat daha bisiklet ve yeniden kamp. Her 3-4 günde bir gün mola. Bisiklete binemediğimiz yerlerde feribot... Burada bir parantez açmak gerekiyor: Eminim ki aklına koyan herkes günde 100 kilometre pedal çevirebilir. Önemli olan ertesi sabah hasarsız kalkıp, yine aynısını yapabilmek...
Prince Rupert’tan sonraki rotamız, Kanada’nın batı kıyısındaki Haida Gwai ve Vancouver Adaları aracılığı ile Seattle ve daha sonra Los Angeles. Siz bu satırları okuduğunuzda ben tahminen San Francisco’ya doğru yola çıkmış olacağım... Bundan sonraki maceralar da diğer yazıların konusu olacak...
İNTERNETTEN İZLEYEBİLİRSİNİZ
Şefik Bağdadioğlu ve Nick Leffler gezi güncelerini internetteki bloglarında ve Facebook sayfalarında yayımlıyor. İngilizce web sayfalarından yolculuklarını takip edebilir, iletişim kurabilirsiniz. (www.cyclingamericas.com veya www.facebook.com/cyclingamericas)
EN ZORU İLK GÜNDÜ
Fiziksel, düşünsel açıdan en zor günümüz ilkiydi. Rüzgara karşı yaklaşık 100 kilometre pedal çevirdik. Bazen rüzgar o kadar şiddetleniyordu ki, pedal çevirdiğim halde ilerlediğimden emin olamıyordum. Anchorage dışına çıkan, sekiz şeritli otoyolda otomobil ve kamyonların arasındaydık. Bu gibi günlerde, kendimi akşam çadırı kurup uyumayı düşünmekle sakinleştirdim. Yine de favori sorum aynıydı: “Ne işim var benim burada?”
En eğlenceli günümüze gelince: Yukon Eyaleti’ndeki Haines Junction’dan Alaska’daki Haines’e yaklaşık 40 kilometre yokuş aşağı, dağların arasından süzüldük. 1100 metreden, deniz seviyesine indik, Amerika sınırına geldik. Bu gibi günlerde favori sorum farklıydı: “Neden bu yolculuğa çıkmakta geciktim?”