GeriSeyahat Hayalleriniz varsa engeliniz yoktur!
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Hayalleriniz varsa engeliniz yoktur!

Hayalleriniz varsa engeliniz yoktur!

Çocuktum, tek hayalim vardı. Bacağımdaki o demir parçası ve hissettirdiği acıya rağmen mıh gibi yapıştığım yatakta tek başıma hareket edebilmekti. Köln’de Dom Katedrali için; “Katedral gibi katedral” tabirini kullanmıştı arkadaşım. Bu bende daha da bir merak uyandırdı. Gidebilir miyim gezebilir miyim derken Dusseldorf-Köln programımı yapmıştım bile.

Avrupa’da en sevdiğim mevsimdir sonbahar. Pastel tonların tüm renklerini içinde barındıran, huzur veren bir tablo gibi. Düsseldorf şehir merkezinde çok keyif alamazsam da şehir merkezine yakın yerleri ayrı bir tablo güzelliğinde. Ama bu minik şehrin parkları bahçeleri ve o kocaman kulesi ne kadar güzel olursa olsun hedefim hep biraz daha uzağımdaki. Buradaki en uzağım ise Köln Dom Katedrali. Ertesi gün asıl hedefime yani Köln’e doğru yola çıktım. Düsseldorf -Köln arası arabayla sadece yarım saat. Köln girişinden itibaren Dom Katedrali tüm heybetiyle kendini gösteriyordu. Uzaktan bu kadar heybetli görünen bu yapı acaba yakından nasıldı? Kim bilir? Tek bildiğim o muhteşem yapıyı görmek için çok heyecanlı olduğum.

Hayalleriniz varsa engeliniz yoktur

Köln’e girer girmez ilk iş yemek yemek oldu. Hemen sonrasında ise vakit kaybetmeden katedrale koştum. Kahvaltımı yapmıştım, ayakkabım çok rahattı, hava güzeldi, keyfim yerindeydi. Tek isteğim hep hayalini kurduğum o katedralin önünde fotoğraf çektirmekti. Nasıl olduğunu anlayamadığım bir şekilde, dümdüz bir zeminde sabit bir vaziyette durup fotoğraf çektirirken, sanki görünmez bir güç beni eline alıp önce havaya kaldırdı ve sonra tüm gücüyle beton zemine çarptı. Çarpma sırasında tek amacım çok az bükebildiğim bacağımı korumak. Sağ elimi 90 derece açıyla ayağıma siper ettim ama nafile.

Önce ayağımın üstüne sonra kolumun üstüne hızlıca, tüm gövdemin ağırlığıyla birlikte yıkıldım. Etrafımdaki insanların başıma üşüşmesi, yaşadığım korku, insanların ambulans çağırmak için gösterdiği çaba karşısında korkum daha da arttı. Beni yerden kaldırmaya çalışan insanlara diyebildiğim tek şey; “Lütfen bana dokunmayın çünkü hem bacağım hem de kolum kırık.” Evimden, ailemden, ülkemden binlerce kilometre uzakta yalnız ve şu an yerde biçare oturuyorum. Kolumdaki ağrı, tıpkı bir zamanlar bacağımda kemiklerin düzeltilmesi için takılan, sağlı sollu vidaların çevrilmesi sırasında hissettiğim ağrıya benzer bir ağrı hissettiriyor bana. Bu öyle bir ağrıydı ki, sanırsınız ki yakın mesafe kemiklerinize kurşun sıkılıyor.

Hayalleriniz varsa engeliniz yoktur

Ahhh o da ne bacağım, bacağımı hissetmiyorum. Korkum, korkularım, çaresizliğim bin kat daha arttı. Aklım, ahh aklım bana oyunlar oynuyor. “Ne işin var, hem de tek başına, olacağı buydu işte” diyor. Sevmiyorum bu aklı. Söküp atmak, kendimden uzaklaştırmak istiyorum. Ne ben ne bedenim ne de yüreğim; en ufak bir sorunda nifak tohumları eken, sonradan öğretilmiş, kabul edilemez bilgilerle donatılan bu aklı sevmiyoruz. Tüm benliğiyle yüreğim aklımı bir kenara itiyor. Ve bedenime sesleniyor. Güç veriyor bana. Usul usul sesleniyor bedenime; İlk defa düşmüyorsun, ilk defa uzaklarda çaresiz kalmadın. Hatırla. Hatırla Barcelona’da saatlerce burnun kanadı. Hastaneye gitmek zorunda kaldın. Kanamayı durdurmak için burnundaki kılcal damarlar yakıldı. Amsterdam’da neredeyse kanala düşmek üzereydin zor bela tutunduğun demirler kurtardı.

Hayalleriniz varsa engeliniz yoktur

O demirler elini boydan baya kanatmadı mı? Roma’da yokuş aşağı inerken ayağın burkulmadı mı? Paris’te 40 derece ateşe yakalanmadın mı? Madrid’de güneş çarpmasından dolayı hastanelik olmadın mı? Yanında kimse var mıydı? Yoktu. Ayrıca biz kırık çıkık konusunda çok tecrübeli değil miyiz? Kemiklerinde en ufak bir kırık ya da çıkık ya da kas liflerinde kopma olsa anlamayacak mıyız? Kaç kere yaşadık? Kaç kere atlattık? Unuttun mu? Tüm cesaretini topla, önce ayağını sonra kolunu hareket ettir. Hadi. Olmuyor. Yapamadım. Korkudan ve ağrıdan ne ayağımı ne de kolumu oynatabildim. Ahh bu yürek ne cesur bir bilseniz. Daha da kötüsünü hatırlatıyor biçare yerde yatan bu bedene. Eğer şimdi, şu an, hemen kalkmasan hep gitmek istediğin o uzakları, uzaktan izleyeceksin tıpkı çocukken camın arkasından çok yakın ama bir o kadar uzak gelen sokakları izlediğin gibi.

Hayalleriniz varsa engeliniz yoktur

Umutsuzca ama bir o kadar büyük bir istekle, bu esaretten kurtulmak için bir daha kalkmayı denedim. Sanki bacağımı oynatır gibi oldum. Sanki çok ağrı yokmuş gibi. Sanki kolumu da oynatırım gibi geldi. Bir daha denedim. Kolum, kolum hiç iyi değil. İyi olmadığını hissediyorum. Sol kolumun elini yumruk yapıp yere iyice yapıştırıyorum. Gövdemi kımıldatırken destek olsun diye. Zor bela bacağımı peşimden sürüklüyorum ve daha rahat bir yere oturuyorum. Şu tepemdeki insanlar sürekli ambulans çağıralım diyor. Ben ısrarla hayır diyorum. Ambulans demek yenilgiyi kabul etmek demek. Ben hala yenildiğimi düşünmüyorum. Bir hal çaresini bulacağız diyor yüreğim. Ona inanıyorum. İnanmak istiyorum.

Hayalleriniz varsa engeliniz yoktur

Beni yere savuran, biçare bırakan o görünmez güç bu sefer ayağa kalkmama vesile oluyor. Bir an, içimden gitmek istediğim uzakları hayal ederken, öbür taraftan böyle çaresizce yerde kalmayı kendime yediremiyorum. Var gücümle, sonuç ne olursa olsun ayağa kalktım. Hafifçe ayağıma ağırlığımı verdim, bir taraftan da acıyan kolumun parmaklarını hızlıca oynattım. Acaba diyorum. Hani aksi bir durum varsa bileyim. Biraz bekledikten sonra ayağıma daha fazla ağırlık veriyorum ve minicik bir adım atıyorum. İşte o adım atışım tekrar koşmama vesile oluyor. Evet ayağım çook ağrıyor. Kolumdaki ağrı dayanılmaz. Vücudumun içindeki tüm kan, sanki dirseğimle omzum arasına toplanmış da bulunduğu yerde balon gibi şişiyor. Görünür de bir şey olmazsa da  (iki gün sonra kolum ve bacağım mosmor oldu) ağrım çok şiddetli. Ona rağmen, her şeye rağmen kendimi Dusseldorf’taki otelime atabiliyorum.

Hayalleriniz varsa engeliniz yoktur

Annemi arıyorum ve içinde bulunduğum durumu anlatıp biraz moral beklerkeeeen, annemin o kararlı ve güçlü ses tonuyla karşılaşıyorum. “Ahh Yükselciğim biz senle 20 yılda neler yaşadık. Bizim için rutin, iyileşmen gerektiği için yapılan ameliyatları saymazsak eğer sen, ben yani biz neler atlattık. Değil dümdüz sokakta, evin içinde gözümün önünde düşüp ayağını kırdığını unutma. İlkokul da daha ameliyattan yeni çıkmıştın ısrarla tek başıma merdivenden ineceğim diye tutturup gözümün önünde yuvarlandığını, tam bunu atlattık derken Çemberlitaş’tan eve döndüğünde yokuştan inmeye çalışırken düşüp kalçanı incittiğini ve birkaç ayda bunun için yattığını unutma.

Hayalleriniz varsa engeliniz yoktur

Valla Kanyonunda iki Alman dağcı sayesinde yaşadığını ve hala bacağında bunun izlerini taşıdığını unutma. Şimdi hemen telefonu kapatıyorsun önce karnını doyur. Sonra ılık bir duş al ve uyu. Kendini de beni de uykusuz bırakma. Sabah ola hayrola. Ama sakın tatilini yarıda kesip eve dönme. İşte o zaman sen gerçekten düşersin ve bir daha da kalkamazsın. Bugünler için gösterdiğimiz onca çabayı da çöpe atmış olacaksın” diyor. (Dediklerini aynen uyguluyorum.) Acımasızca geldi değil mi? Asla. O güçlü olduğu için bu kadar güçlü bir karakter yetiştirebildi. O kararlı olduğu için hayallerinin peşinden, her türlü riske rağmen, kararla gidebilen beni yetiştirebildi. O vazgeçmediği için ben vazgeçmemeyi öğrendim. O var bende varım.

Hayalleriniz varsa engeliniz yoktur

Bana sürekli; "Tek başına nasıl seyahat edebiliyorsun?" "Korkmuyor musun?" "Ya düşüp bir yerini kırarsan" "Senin için X yere gitmek riskli değil mi?" "Yanına birini alsan ya da ne bileyim bir turla gitsen daha iyi olmaz mı?" gibi sorularınıza bu yazı bir nebze cevap vermiş olacak. Hayal edin. Hayalleriniz varsa engeliniz yoktur.

False