GeriSeyahat Hayalimi süsleyen dünya harikaları
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Hayalimi süsleyen dünya harikaları

Hayalimi süsleyen dünya harikaları

Kendi kendime sıklıkla sorar oldum: “Bu gezginliği ne zaman bırakacaksın?..” Yola çıkmaya başladığım ilk yıllardaki enerjim artık yok. Dile kolay tam 30 yıldan beri yollardayım. Dere, tepe, kent, kasaba, köy, dağ tepesi, çöl ortası, ormanın gölgesi, yaylanın serini derken bir ömrün yarısı geçti gitti.

Bu soruyu sorduğumda, yanıtını hemen bulamıyorum. Daha o kadar çok görülecek yer var ki!.. Kırmızı noktalarla bezeli haritamda, gitmediğim uzak coğrafyalara baka baka düşler kuruyorum sürekli. Geçenlerde “Dünya Harikalarını Keşfedin” başlıklı oylumlu bir kitap elime geçti. Burada, tüm dünyada görülmesi gereken 138 yer tanıtılıyordu. Kitabı incelerken birden başta sorduğum sorunun cevabını buldum: Kitapta tanıtılan yerlerden 15’ini seçtim. “Buraları görmeden gezginliği bırakmayacağım” diye kendi kendime söz verdim. Size bu haftaki yazımda seçtiğim 15 yer hakkında kısa bilgiler vermeye çalışacağım. Şimdi aklım fikrim bu gezileri gerçekleştirmede. Her yıl bir yere gitsem, demek ki daha 15 yıl daha yollarda olacağım. Onun için iyi bir sıralama yapıp, zorluk derecesi yüksek olanlara bu yaşlarda gitmeliyim. Daha kolayları sıranın en arkalarına koymakta yarar var. İşte hazırladığım liste. Belki siz de içinden bazılarını seçip, gezgin ruhunuzu ödüllendirirsiniz.

KONGO NEHRİ
Ağaçların ve suyun krallığı

Afrika’nın kalbinden doğup, bir yay çizerek Atlantik’e ulaşan bu nehir dünyadaki en derin akarsu. Kimi yerlerde derinliği 270 metreye ulaşıyor. En fazla su taşıyan üç nehirden biri. Kongo Nehri hep rüyalarımı süslemiştir. Kendimi nehrin üstünde bir teknede, subasar ormanların, insan ayağı basmamış cangıllarının arasında yolculuk ederken düşlerim. Ormandan kopup gelen ürkütücü sesleri duyduğumda aklıma hemen, bu nehri keşfeden Henry Morton Stanley gelir. 1874’te yola çıkan Stanley’in tüm nehri geçip, denize ulaşması tam üç yıl sürer. Yaklaşık bin kişiyle yola çıkan ekipten, üç yıl sonra geriye 114 kişi kalır. Bu nehrin üstünde yolculuk yapan “Big Pusher”a binmek en iflah olmaz tutkumdur. Kimi küçük kabinlerde, kimi açıkta yaklaşık 500 kişinin tıkış tıkış yolculuk ettiği bu gemide bulunmanın düşü bile beni heyecanlandırır. Yazar Joseph Conrad, Kongo Nehri’ndeki yolculuğu bir kitabında şöyle anlatır: “Bitki örtüsünün büyük bir kargaşayla ayaklandığı ve büyük ağaçların kral olduğu yeryüzünün başlangıcına doğru bir yolculuk gibi. Beyhude bir akarsu, büyük bir sessizlik ve nüfuz edilemez bir orman...” Bu yolculuğun çok zor olduğunu biliyorum ama gitme düşlerinden vazgeçemiyorum.

KALAHARİ ÇÖLÜ
25 bin yıldır değişmedi

Güney Afrika’nın kuzey batısındaki, kayısı renkli kumlarla kaplı bu çölün beni çağırdığını sanırım hep. Bu kumların üstünde yaşayan dünyanın en eski halklarından Bushmanlerin köyünde, bir süre bulunmanın düşüncesi bile çok heyecanlandırır beni. 25 bin yıldan beri değişmeyen bu çöl insanlarıyla ava gitmek, onlardan ok atmasını, mızrak fırlatmasını öğrenmek için neler vermezdim ki. Bu gezinin yaşamımın en unutulmaz macerası olacağından çok eminim.

VICTORIA ŞELALERİ
Onbinlerce kuyrukluyıldız bir arada

Afrika haritasına ne zaman baksam gözüm Zambiya ve Zimbabve sınırlarının birleştiği noktaya takılır kalır. Orada gökyüzüne doğru bir bulut yükseldiğini görür gibi olurum. Yerliler bu buluta “Mosi-oa-Tunya” yani “Gümbürdeyen Duman” adını takmıştır. Gerçekten de 500 metre yüksekten dökülen Victoria Şelalesi, öfkeyle savrulan bir buhar bulutu gibi gökyüzüne yükselir. Bu buluta değen güneş ışınları yüzlerce pırıltılı gökkuşağı oluşturur. Dolunayda ise gökyüzü gümüş bir perde ile kaplanır. Bu şelaleyi keşfeden İskoçyalı David Livingstone onu onbinlerce kuyruklu yıldıza benzetmiş ve “Afrika’da gördüğüm en muhteşem manzara” demiştir. Buranın bir masal diyarına benzediğini tahmin edebiliyorum. Buraya ulaşmak için Zambezi Nehri’nde yolculuk yapmam gerekiyor. Bu yolculuğun tüm olanaklarımı zorlayacağımı biliyorum.

VİRUNGA DAĞLARI
Vahşi doğanın şarkısını söylüyor

Bir yanda Ruanda, diğer yanda Uganda, öte yanda Kongo. Uçsuz bucaksız yeşillik düzlükler ve bu düzlüklerin ortasından yükselen ve zirveleri bulutları değen sıradağlar. Gözümü her kapatışta bu manzaranın içine düşüveriyorum. Neler gelmiyor ki gözümün önüne: Her an püskürmeye hazır sekiz volkan, bunların arasında Afrika’nın en güzel gölü Kivu. Çevrede zengin bir bitki örtüsü, 180’den fazla kuş türü ve 60’ın üstünde memeli hayvan. Leoparlar, misk kedileri, sırtlanlar, bufalolar, fil sürüleri. Virunga dağlarının eteklerindeki ormanlarda dolaşan dağ gorillerinin homurtusunu duyar gibi oluyorum. İnsanların henüz ulaşamadığı bu dünya parçasında, kısa süreliğine de olsa bir macera yaşama düşünü sıklıkla kurarım.

DEVLERİN GEÇİDİ
Esrarengiz sütunlar

İrlanda sahillerinde, on binlerce çok kenarlı sütun... Coğrafyacılar, bu garip oluşuma “Giant’s Causeway” yani “Devlerin Geçidi” adını takmış. Efsaneye göre bu sütunları, Staffa Adası’ndaki sevgilisine yürüyerek gidebilmek için, İrlanda halk efsanelerinin büyük kahramanı Finn MacCool adlı bir dev çakmış. Sislerle kaplı bir sahildeki bu oluşum, bilgisayarla oluşturulmuş bir grafiği andırıyor. Devlerin geçidi, sanki sanki başka bir dünyanın parçası. İşte bu ilginç coğrafya da görülmesi gereken yerler listemin en üst sırasında yer alıyor.

MOHER UÇURUMLARI
En ürpertici okyanus manzarası

İrlanda’nın County Clare sahilleri boyunca uzanan uzanan ürkütücü duvarlar... 200 metre aşağıda okyanusun birbiri üstüne binen beyaz köpüklü dev dalgaları... Hayaletlerin uğultusunu andıran rüzgarın sesi... Buranın düşlerimde yer almasının nedenlerinden biri de Dublinli yazar James Plunkett’in yazdıklarıdır: “Puslu bir havada akli dengesi bozulmuş bir tanrının kabusuna benzerler. Güzel havalarda ve özellikle günbatımında ise tamamen mitolojiye ve yer altına aittirler...” Cadıların, perilerin cirit attığı bu vahşi uçurumların kenarına oturup, uçsuz bucaksız Atlantik’i seyretmenin insanda ne gibi duygular uyandıracağını merak ediyorum. Bu sorunun cevabını bulmak için Moher Uçurumları’na gitmeliyim.

İNARİ GÖLÜ
Boydan boya kanoyla

Finlandiya’nın Lapland Bölgesi binlerce gölüyle beni hep cezbetmiştir. Lapland şarkılarının kahramanı İnari Gölü ise büyülü dinginliği ile rüyalarımın hep baş köşesinde yer alır. Üstünde 3 bin adayı barındıran bu gölün üstünde bir kanoyla dolaşmak arzusunu gerçekleştirebileceğim günleri sabırsızlıkla bekleyeceğim.

KAMÇATKA YARIMADASI
Dünyanın ucuna gitmiş gibi

Bence burası Rusya’nın, belki de dünyanın tartışmasız en ilgi çekici bölgelerinden biridir. Öylesine ıssız ve yalnızdır ki, bir kilometre kareye ancak bir kişi düşer. En büyük vahşi somonlar bu yarımadanın kıyılarında dolaşır. Dünyanın en yüksek aktif yanardağı olan Klyuchevskaya da buradadır. Avrasya’nın en büyük boz ayıları, ren geyikleri, mavi tilkileri, gümüş tilkileri, samurlar, vizonlar, siyah başlı dağ sıçanları buradaki düzlüklerde dolaşır. Dünyanın bu hazin, vahşi, ıssız, romantik, mistik, keşfedilmemiş topraklarına gitmek fikri bende bir tutku haline geldi.

SİBİRYA TUNDRALARI
Buzların sanat galerisi

Yazar ve hayvan bilimci Lee Durel’in yazdığı notları okuyunca tundralar da düşlerimin süsü haline geldi. Durel bu ıssız toprakları şöyle anlatıyordu: “Orada papatya benzeri donuk çiçekler, mor-mavi renkli parıldayan minyatürler var. Her yer hem pembe çiçeklerle hem de zümrüt yeşili yosun tabakasında yetişen mantarlar gibi ayak bileği hizasında biten bodur söğüt ormanlarıyla kaplı...” Sibirya Tundraları’nın dünyanın bittiği yerde olduğunu biliyorum. İşte bunun için oraya gitmek istiyorum.

TİEN SHAN DAĞLARI
Cennetin kıyısında

Dağlar nedense beni hep kendilerine çekmiştir. En yüksek dağları (tırmanmasam da) görmek bana sonsuz keyif verir. Tien Shan (veya Tanrı) Dağları da karlı zirveleri, çiçekli yamaçları, derin kanyonları, aceleci ırmakları ile beni hep baştan çıkarmıştır. Bu dağlar beyaz, sarı, mavi, mor menekşeler, güller, laleler, vahşi çiçekler, meyve ağaçlarıyla insanı büyüler. Çinliler onun için bu yüce dağlara Cennet Dağları adını takmışlardır. Günün birinde Orta Asya’nın bu muhteşem dağlarının eteklerinde dolaşmayı, yalnızlığında kaybolmayı planlıyorum.

YANGTZE BOĞAZI
O teknede ben de olsam

Öyle görüntüler vardır ki, insanın beynine adeta kazınır. Zaman zaman o görüntü gözlerinizin önüne gelir ve sizi tutsak alır. Çin’in kalbinde akan Yangtze Nehri’nin, üç sivri dağın arasından akıp gitmesi unutamayacağım bir görüntüdür. Dağlar birbiri üstüne yaslanmıştır. Nehrin üstü ve dağın etekleri bir sis perdesi ile kaplıdır. Bir yelkenli sessizce sisin altından yol alır. Uzaklardan şelalelerin homurtusu duyulur. İşte o yelkenlinin yolcusu olabilmek düşlerimin baş köşesini süsler. Oraya gidip, dağlardaki esrarengiz delikleri, savaşçıların saklandığı mağaraları, yeşil bambuların, rengarenk çuha çiçeklerinin süslediği yamaçları, tahıl ekili taraçaları seyrederek yapacağım yolculuk için sabırsızlanıyorum.

ULURU KAYASI
Aborijinler’in kutsal mekanı

İnsan bir çölün ortasındaki koca bir kayayı görmek için neden yanıp tutuşur ki!.. Ama bu öyle bildik kayalardan değil. Avustralya’nın tam ortasında, kubbemsi, kızıl kütle Aborijinler için kutsal bir mekan, ulusal bir semboldür. Yaklaşık 500 milyon yaşındaki bu kütle şafak sökerken turuncu, sabahın ilk ışıklarıyla kahverengi, öğle saatlerinde kehribar rengi, akşam gün batımında ise kor gibi yanan kızıl bir renge bürünür. Bu dağdaki her çukur, her çatlak, her uçurum, her mağara kıtanın sahibi olan Aborijinler için kutsal bir önem taşıyor. Çok uzak diyarlardaki bu muhteşem kütle de görülmesi gerekenler listemde yer alıyor.

MİLFORD SOUND
Ardıç kuşu böyle buyurdu

Şafak vakti yüksekçe bir yerde oturup, suyun kenarından başlayarak dimdik yükselen dağların sislerle kaplı zirvelerini, boncuk mavisi çarşaf gibi denizi seyredip, insan ayağı basmamış ormanının uyanışını dinlemek istemez misiniz? Bunun için Yeni Zelanda’nın fiyort bölgesine gitmeniz gerekiyor. Bu görüntüler aslında pek yabancınız değil. Yüzüklerin Efendisi filminden hatırlamanız gerekiyor. Bu topraklar gerçekten de başka bir dünyayı andırıyor. Milford Sound’a yerliler “Yalnız Ardıç Kuşu” diyorlar. Çünkü ölüm tanrıçasının öfkesinden kaçan kuş, bu fiyorda sığınmış. Dik dağlar yemyeşil yağmur ormanlarıyla kaplı. Ayrıca dünyanın en yüksek şelaleri de bu dağın zirvelerinden denize dökülüyor. Anlayacağınız, gözlerden uzakta, el değmemiş bir doğa harikası. Bu uzak coğrafyada bir süreliğine kaybolmak en hoşuma giden düşlerimin arasında.

BORA BORA ADALARI
Okyanusun ortasında, doğayla başbaşa

Büyük Okyanus’un orta yerindeki bu adalara, kimi Pasifiğin İncisi, kimi yer yüzündeki cennet, kimi rüyalar adası der. Bu tanımlamaların hepsi de doğrudur. Fransız Polinezyası’nın tam kalbinde yer alan bu adalar gurubu beyaz renkli kumsalları, palmiye ormanları, tepeleri süsleyen amber çiçekleri ile büyüleyici bir güzelliğe sahiptir. Gün batımında kızaran okyanusu seyretmek, gece mercan resiflerine çarpan suyun çıkardığı fısıltıları dinlemek insanı başka boyutlara taşır. Okyanusun ortasında, dünyadan uzaktaki bu adalarda bir macera yaşamak uzun yıllardan beri düşlerimi süslüyor.

Tüm Türkiye’nin Lezzet Durakları

Özellikle bu aylarda tanıdık tanımadık bir çok kişiden gelen telefonda sıklıkla şu soru soruluyor: “Şu kentteyim, nerede ne yiyeyim?” CNN’de bu sorudan yola çıkarak yaptığım program beşinci yılına dayandı. Bu süre içinde bir çok lezzet durağını gezdim, beğendiklerimi sizlerle paylaştım. Bu lezzet duraklarını, televizyondaki programın yanı sıra her yıl çıkan aynı adlı rehber kitapla da size tanıtmaya çalıştım. Geçen hafta kitapçılara dağıtılan “Lezzet Durakları - 2011”de tam 309 mekan yer alıyor. Sanıyorum bu kitap, gezilerinizde, nerede ne yiyeceğiniz konusunda size rehber olacaktır. Kitabımı Türkiye’nin bütün büyük kitapçılarında bulabilirsiniz.

False