GeriSeyahat Gölüyle, anıtlarıyla Türkiye’nin en iyi saklanan sırrı BEYŞEHİR
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Gölüyle, anıtlarıyla Türkiye’nin en iyi saklanan sırrı BEYŞEHİR

Gölüyle, anıtlarıyla Türkiye’nin en iyi saklanan sırrı BEYŞEHİR

Batı Akdeniz’in Göller Bölgesi’ne gittiğinizde olağanüstü dağ manzarası ve bir yolla karaya bağlanmış ikiz adalarıyla Eğirdir Gölü her zaman ön plandadır. Belki de bu nedenle çoğu kişi Eğirdir’den Konya’ya giderken geçtiği Beyşehir’de araçlarından bile inmez, Türkiye’de ayakta kalmayı başarmış en güzel camilerden birini görme şansını kaçırdığını da fark etmez.

Göller Bölgesi’ndeki en büyük göl olan Beyşehir aynı zamanda Türkiye’nin en geniş tatlı su gölü. Bu da civardaki turizme olumlu katkılar yapıyor.
Eşrefiye Camii göle kısa bir yürüme mesafesinde. Cami Selçuk Sultanlığı’nın yıkılmasından sonra ortaya çıkan beylikler döneminde Batı Anadolu’yu 1277’den 1326’ya kadar yöneten Eşrefoğlu hanedanından Eşrefiye Seyfeddin Süleyman için 1299’da inşa edilmiş. Bu kişi hakkında çok fazla bir bilgi yok. Ancak görünen o ki egosu Nemrut Dağı’nın tepesindeki ünlü mezar ve tapınağı yaptıran Commagene Kralı I. Antiochus ile kıyaslanabilecek düzeydeymiş. Öte yandan, kendisine teşekkür borçluyuz, çünkü günümüz ziyaretçileri “orman cami” olarak tanımlanan bu muhteşem yapının ne kadar güzel olabileceğini görüyor.

ÇİVİSİZ YAPILAN EN BÜYÜK CAMİ

Eşrefiye Camii, dış yüzeyinde oymacılık sanatına ait en gösterişli örneklerin sergilendiği Divriği’deki tarihi caminin tam tersi sanki. Dışarıdan baktığınızda içinde nelerin olduğuna dair çok az ipucu veriyor, ancak içeri adım attığınız anda iş değişiyor. Geniş ve aydınlık holün resimlerle bezenmiş düz tavanı ile onu destekleyen ve “orman” imajını yaratan 42 tane ahşap sütun insanı şaşırtıyor. Eşrefiye Camii, Orta Asya’daki tamamen ahşap malzemeyle ve hiç çivi kullanılmadan inşa edilmiş camilerin Anadolu’daki ender örneklerinden, Anadolu’daki en büyüğü ve üstelik orijinal. Geçmişte, caminin tam ortasındaki karlık adlı bir tepe penceresi gökyüzüne açılıyordu. Bu pencereden süzülen ışık mekanın ziyaretçileri etkileyen bir ortama dönüşmesini sağlıyordu. Ayrıca kışın yağan kar ortadaki boşluğa düşüp, nemiyle tahtaları çatlamaktan koruyordu. Fakat karlık 1960’lı yıllarda kapatıldı.
Camiyi gezerken çatı kirişlerinde, sütunlarda, sütun başlıklarında, minberde ve galerilerdeki ahşap işçiliğine dikkat edin. Türkiye’de sadece birkaç camide böylesi bir ustalığa rastlayabilirsiniz. Burada göreceğiniz geniş ahşap mahfilin ise şehri yöneten Bey’in ve müezzinin oturması için yapıldığı düşünülüyor. Camideki tek istisna ise mihrab; ahşaptan değil son derece zarif olan turkuaz, mavi ve siyah renkli Selçuk çinilerinden yapılmış.
1302 senesinde Eşrefiye Seyfeddin Süleyman öldüğünde başyapıtının yakınına gömülmek istemiş ve muhteşem çinilere sahip türbesi caminin yan tarafına yapılmış. Normalde kilitli tutuluyor ama imamdan rica ettiğinizde içeriyi görmeniz için türbeyi açıyor.

/images/100/0x0/55eb56faf018fbb8f8baefc8

BEZZARLAR HANI’NDAKİ ZARİF TAŞ İŞÇİLİĞİ

Modern Beyşehir, kalabalık bir ana cadde ile adeta tarihinden koparılmış. Buna rağmen, Beyşehir sayısız tarihi esere ev sahipliği yapan bir ilçe. Bunlardan biri de bedesten ya da diğer adıyla Bezzarlar Hanı. Taş işçiliğinin en zarif örneklerinden olan yapı, Anadolu’daki en yaşlı bedestenlerden. Yapıldıktan sonra görkemi ve işçiliği ile Osmanlı mimarisini de etkisi altına almayı başarmış. Eşrefiye Camii civarında orta çağdan kalma birbirinden ilginç yapılar görmeniz mümkün. Aralarında çok kubbeli Dokumacılar Hanı ve tarihi 13’üncü yüzyıl ortalarına kadar uzanan çifte hamamın kalıntıları en çok ilgi çekenlerden.
Gölün en güzel manzarası akşamın ilk saatlerinde, burada yaşayanlar güneşin batışını seyretmek üzere çıktıkları Dedegöl Dağı yürüyüşlerini bu saatlerde tamamlayıp geri dönüyor. Kıyıda durun ve ufka doğru bakın, birçok adacığın suyun üzerinde adeta “yüzdüğünü” farkedeceksiniz. Bu adalardan bazıları yağmurun fazla yağdığı yıllarda ortadan yok oluyor, bu nedenle de kaç ada olduğu konusunda uzlaşma sağlanamıyor. Adalardan bazıları bir zamanlar Bizanslı keşişlere de ev sahipliği yaparmış.

BÖLGENİN SÜRPRİZLERİ

* Kubadabad Sarayı: Eğer kendi aracınızla geldiyseniz gölün çevresinde, özellikle de Beyşehir ve Kızıldağ ulusal parklarının yanından geçen ve nispeten daha sakin olan batı sahillerinde bir tur atın. Kubadabad’daki yazlık sarayın kalıntılarını incelemek için zaman ayırıp durduğunuza değecek, burası büyük Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubad için yaptırılmış ancak sultan inşaatın tamamlandığını görecek kadar yaşamamış. Günümüze ulaşmayı başarmış tek Selçuklu sarayı I. Alâeddin Keykubad (1192-1237) tarafından Beyşehir Gölü’nün kenarına yaptırılmış. Selçuklu Sultanının sarayın yapımına nezaret ettiği, hatta krokisinin bir kısmını bile çizdiği söyleniyor. İlk kez 1950’li yılların başında araştırılan ve daha sonra üzerinde sistemli çalışmalar yapılan saray külliyesinde bir zamanlar aralarında tersane, hamam ve caminin de olduğu 16 kadar bina varmış. Günümüze ise büyük saray ve küçük saray en iyi durumda ulaşmış. Sarayın çinileri Selçuklu sanatı açısından önemli. Ünlü tarihçi İbn-i Bibi çinileri şöyle tanımlamış: “Duvarlarının güzelliği kıskançlıktan gökkuşağının rengini solduran firuze ve lacivert renkteki döşemeleri...” Çiniler gerek renkleri, gerekse sekiz köşeli yıldız ve haç biçimindeki desenleriyle birer sanat şaheseri. Hayvan ve bitki desenleri, insan figürleri kullanılmış. Her birinin ayrı anlamı var. Burada ele geçen eserleri Konya Karatay Müzesi’nde görebilirsiniz.
Kalıntılar Gölyaka köyünün kuzeyinde tam göl kıyısında. Günümüzde Konya’daki Karatay Müzesi’nde sergilenen çinilere bakarak buranın bir zamanlar son derece görkemli şekilde dekore edildiğini söylemek mümkün. Ne yazık ki, sadece etrafa bakarak buranın geçmişini gözünüzde canlandırmak isterseniz, önce etraftaki molozları hayalinizden çıkartmak zorundasınız. Sakinliğin iyi tarafı bu çaba sırasında rahatsız edilmemeniz.

Gölüyle, anıtlarıyla Türkiye’nin en iyi saklanan sırrı BEYŞEHİR

* Eflatun Pınarı: Ünlü filozof Eflatun’la bir ilgisi yok çünkü tarihi ondan yaklaşık 1000 yıl önceye, yani MÖ 1300’lü yıllara dayanıyor. Ancak nedense halk “Eflatun Pınarı” adını takmış. Geç Hitit döneminden kalma höyüğün içinde anıt bulunuyor. Pınara doğru bakan devasa, görkemli anıt 7 metrelik eni ve 4 metrelik boyuyla tek başına bile görenleri büyülemeye yetiyor. Anadolu’daki pek çok saklı kalmış hazine gibi sabırla daha derinlemesine araştırılacağı günleri bekliyor.
* Fasıllar Kaya Anıtı, Lukyanus Abide ve Kitabesi: Fasıllar Köyü’ndeki 70 tonluk tek parça bazalt anıtta bir tanrı, iki aslan ve ikinci derecede bir tanrı betimlenmiş. Figürlerinin Eflatun Pınarı ve Alacahöyük’tekilere benzemesinden dolayı, anıtın Hitit Kraliçesi 4’üncü Tuthalia dönemine yani MÖ 13’üncü yüzyıla ait olduğu düşünülüyor. Fasıllar Köyü’ne geldiğinizde görmeniz gereken bir anıt daha var: Lukyanus Anıtı 10 metre yüksekliğinde bir kayanın üzerine yapılmış bir at kabartması. Kitabesinden anlaşıldığı kadarıyla anıt Lukyanus adındaki gencin ölümü üzerine ailesince yaptırılmış. Kitabede ayrıca Lukyanus’un adını yaşatmak için düzenlenen güreş müsabakasının kuralları da yazılı. Kesin tarihi bilinmemekle birlikte anıt bir Roma dönemi eseri. Kayaya oyulmuş atın tam karşısındaki eyvanın da mezar yeri olduğu tahmin ediliyor.
* Erbaba Höyüğü: Neolitik Çağ’dan kalma ya da daha açık ifadeyle yaklaşık 7500 yıllık, dört kültür katı olan bir höyük burası. Bol miktarda el aleti, çeşitli büyüklükte kaplar, topraktan yapılmış heykelcikler ele geçmiş kazılarda. Höyükte bulunan hayvan kemikleri, buğday, arpa ve mercimek kalıntıları o dönemde insanların hem hayvancılık hem de tarımla uğraştığının kanıtı.
* Beyşehir Köprüsü : 1900’lü yılların hemen başında Anadolu Osmanlı demiryolu ortaklığı için yaptırılmış. İlçenin simgesi olarak kabul ediliyor. Günümüzde de trafiğe açık ama bu yoğunluğa yeterli gelmediğinden hemen yanında bir yeni köprü yapılmış. Estetik ve zarafet açısından eskiyle yeniyi kıyaslama olanağı tanıyor. Önceden uyaralım; sonuçtan hiç de memnun kalmayacaksınız.
* Kör İni / Yenidoğan: Kör İni (Çamlık) Mağarası 9 kilometrelik uzunluğuyla insana bir yeraltı dehlizi hissi veriyor. Bir diğer etkileyici doğa anıtı Yenidoğan dehlizi. Beyşehirliler dünyanın en büyük yeraltı ırmağının kendi gölleri ve Manavgat Şelalesi arasında aktığını söyledi. Bu kadarla sınırlı olduğunu sanmayın sakın Beyşehir’de 40’tan fazla mağara bulunuyor. Göl, ilçe yüzölçümünün dörtte birini kaplıyor. Milli park ise su sporları, olağanüstü güzellikleri, kuşları, Selçuklulardan günümüze kalan mirasıyla gelenleri şaşkına çeviriyor.
* Anamas Ormanları: El değmemiş güzelliği, aniden önünüze çıkıveren sevimli hayvanları, akarsularıyla yeşilin ve mavinin her tonunu bir arada göreceksiniz. Çadır kurmak mümkün.
* Akburun Köyü Küp Mezar Anıtları : Anadolu’da tarihi neolitik döneme dayanan bu mezar türünün örneklerine rastladık Beyşehir’de. Geç Hitit dönemine ait bu anıtlar ne yazık ki doğanın tahribatına karşı korumasız terk edilmiş.

False