Gökkuşağı Santa Teresa’da yere inmiş
Rio de Janeiro’nun Santa Teresa tepesi geçen yüzyılın başında lüks villaları ve tramvayıyla ünlü bir sayfiye semtiydi.
Sonra rengârenk evleri, sokaklarıyla özel bir gecekondu semtine dönüştü. Bugün favella olmakla birlikte aynı zamanda bir sanat merkezi. Piyanist İdil Biret, konser turnesi sırasında şehre gitmiş, Santa Teresa’yı da görmüştü. İzlenimlerini ve müzikçi gözüyle renklerin yarattığı çağrışımları yazdı.
Çocukluğumdan beri göremediğimiz renkleri, duyamadığımız sesleri merak ederim. 12-13 yaşlarındayken Paris’teki hocam, H. P. Lovecraft’ın “Gökten Düşen Renkler” isimli kitabını hediye etmişti. Kitabın ilk hikâyesi gökten düşen, o ana kadar yeryüzünde hiç kimsenin görmediği bir rengi konu alır. Bu kısa hikaye beni çok etkilemişti. Müzikte renkler, değişik tınılar şeklinde hem besteciler hem de icracılar tarafından çok araştırılır. Örneğin Fransız empresyonist müziğini çalarken veya dinlerken aynı dönemin ressamlarının kullandıkları resim tekniğini, renk kimyasını düşünmeden edemeyiz.
RESİTALDEKİ IŞIKLAR
Messiaen ve Skriyabin gibi bazı besteciler sinestezi ismiyle anılan, belirli sesleri renk olarak görebilme yeteneğine sahipmiş. Rus besteci Skriyabin’in ilk kez 1910’da icra edilen “Prometheus” senfonik şiirinde ışık ve renk veren özel bir klavye, partisyon sentezi sağlanması öngörülmüştür. Ben bu yapıtın ışıklı klavyeyle yapılan bir icrasını Brüksel’de izlemiştim. Ne yazık ki renkli klavyeyi çalan kişi seslerin hızlı geçişine ayak uyduramadığından pek ikna edici bir deneyim olmamıştı. Başımdan geçen ilginç bir olayı nakletmek istiyorum: Svaziland’da bir resital veriyordum. İkinci yarıda Skriyabin’in eserlerini programlamıştım: 6’ncı Sonat’ı çalmaya başlar başlamaz sahnede ışıklar renk değiştirmeye başladı ve konser bitinceye kadar bu şekilde devam etti. Skriyabin’in düşüncelerini bu derece yakından bilen bu ışıkçı ile karşılaşmak şaşırtıcı olduğu kadar ilham vericiydi.
NE İFADE EDİYOR
Rio’da dolaşırken 1800’lerde Afrika kökenlilerin şehre getirdiği ritimlerin, kokuların ve zevklerin burayı ne derece etkilediğini düşünmüştüm. Rio, büyük gelir uçurumuna rağmen en zenginle en fakirin plajlarda yan yana geldiği ilginç bir şehir. Birlikte yüzüyor, spor ya da piknik yapıyorlar...
Kentin bir başka ilginç özelliği renkleri. Santa Teresa semtine tramvayla çıkmıştık. Yol boyunca tepelere tırmanan rengârenk boyanmış, mozaikle süslenmiş merdivenler gördükçe bu yolu tercih etmediğime üzülmüştüm. İnişte bu renkli yollardan geçtik, fotoğraf çektik.
Latin Amerika’da semtler fakirleştikçe, daha fazla, daha neşeli renkler kullanıyorlar. Favela (gecekondu) semtleri bunun en güzel örneği.
Favelalar dağ, tepe eteklerinden başlıyor, yüksek noktalara kadar çıkıyor. Tapusuz, konforsuz evlerde oturmak şu anda çok revaçta. Zira en güzel manzaraya bunlar sahip. Renk cümbüşü, her taraftan duyulan müzikler ve nefis manzara...
Yoksulların bu büyük lüksü satın alınamayan bir güzellik. Benzer renk kullanımını Kolombiya’da (Cartagena), Arjantin’de, Dominik’te de gördüm... Belki de evler için seçtikleri parlak renklerle kendilerini ispat etme çabasındalar...