Gökdelenlerin gölgesinde kış tatili CHICAGO
Arkadaşlarımız Nil ve Cem, İstanbul’dan ziyarete geldi. Biz üç aylığına buradayız, buralı olmuşuz ya...
Fatih Türkmenoğlu
Bu şehre “Amerika’nın en iyi saklanan sırrı” diyorlar... Haksız da sayılmazlar hani; bir şehir bu kadar çok şeyi barındırsın, bu denli her yerden kolaylıkla ulaşılsın, çok güzel binalara ve uçsuz bucaksız parklara ev sahipliği yapsın, ama nüfusu üç milyonu aşmasın, hayat pahalılığı sorunu yaşanmasın. Evet, burası gerçekten de “America’s best kept secret”. Sadece ona inanana açılan, gerçek albenisiyle büyülediğini asla bırakmayan bir “secret”. Ya da şarkının dediği gibi: “Chicago, my kindda town!”
Arkadaşlarımız Nil ve Cem, İstanbul’dan ziyarete geldi. Biz üç aylığına buradayız, buralı olmuşuz ya... Artık misafirler, gezmeler, araba almalar falan; demeyin keyfimize!
Çin Mahallesi’nde yemek yiyip, detoks baharatları alırken, öylesine, ayaküstü konuşmaya daldık. Mevzu, evlilik olayı. Beş yıldır birlikteler ama işten güçten bir türlü nikah masasına ulaşamıyorlar.
“Ne bileyim, burada evlenseydiniz keşke” dedi eşim İdil. Birden ampuller yandı. Günlerden pazardı. Hep beraber hummalı bir hazırlığa tutuştuk. Türkiye’den zaten bir kısmı hazırda tutulan belgeler iki saatte taranıp yollandı. Bereket bir ay önce sağlık kontrolleri yaptırmış, nüfus cüzdanlarını da yanlarına almışlar. Gelinlik niyetine şık bir tayyör Nil’e, Cem’e de “yıkılıyor” tadında bir damatlık... Her şeyin bir dolara satıldığı mağazadan gelin çiçeği, otomobilin arkasına “Şimdi Evlendik” yazısı...
Pazar öğleden sonrası 5’ten, Salı 3’e kadar süren nefes nefese bir koşuşturma. Sonunda bütün konsolosluğun hazır bulunduğu enfes bir tören... Demleme çay onların ikamı. Bir sürü iyi dilek, bir sürü kucaklaşma, mutluluk gözyaşı... Benden son bir anı: Chicago’nun en güzel yerinde çekilmiş bir gelin-damat fotoğrafı!
İSMİNİ KOKULU SEBZELERDEN ALMIŞ
Chicago, ABD’nin üçüncü büyük şehri. Nüfusu 3 milyon civarında. Dünyanın ilk “gökdeleni” buraya inşa edilmiş. “Rüzgarlı Şehir” lakabını, sanıldığı gibi keskin rüzgarından değil, politikacılarının yarattığı yırtıcı lobi rüzgarıyla kazanmış.
Şehrin adı, yerlilerin “kokulu soğan” anlamında ama nehir boyunca taşınan kokulu sebzeler için kullandığı “Şikokua” kelimesinden kalmış. Chicago, yerlilerden sonra ilk kez Fransız misyonerlerin dikkatini çekmiş. Cizvit papazlar, 1696’da, sıkı gelecek gördükleri bölgede “Koruyucu Melekler Tapınağı”nı inşa etmiş. 1848’de demiryolu ulaşınca hızla büyümüş, 1857’de New York’tan sonra ABD’nin ikinci büyük şehriymiş.
Burayı sevmemenin imkanı yok. Soğuğa bile alışıyor insan... Yangın ve depremlerle birkaç kez yerle bir olan şehir her seferinde yeni bir siluetle çıkmış ortaya. Burada insan savaşmayı, hayata tutunmayı, kendini yeniden inşa etmeyi öğreniyor. Ünlü mimar Frank Lloyd Wright gibi, belki başka bir zamanda, başka bir yerde olsa fikirlerini hayata geçiremeyecek dehalar sahne alıyor. Gökdelenler yükseliyor, otobanlar yapılıyor. Parklarla, müzelerle, heykellerle makyajı yapılıyor...
Chicago, insana ne olursa olsun tutunmayı ve ileri bakmayı öğretiyor.
Aynen kendisi gibi...
FİLMLERDEKİ CHICAGO
Şehir, sayısız filme set olmuş: Blues Brothers, Paranın Rengi, Endless Love, Kaçak, Flatliners, Evde Tek Başına, When Harry Met Sally, Richie Rich, Three to Tango, Arabulucu, En İyi Arkadaşım Evleniyor, Mission Impossible, Message in a Bottle, Zaman Yolcusunun Karısı ilk akla gelenler. Gökdelenleri ve çarpıcı mimamari dokusuyla, nehir ve gölle, yapımcılar hikayelerini tamamlamak için Chicago’nun yardımına sayısız kez başvurmuşlar.
GANSTER TURUNA KATILIN MM’DE ALIŞVERİŞ YAPIN
- Şehir içinde ve havaalanından ulaşım çok kolay. Halkın “L” ismini verdiği trenler otoyolların üzerinden geçiyor. Haftalık toplu taşıma kartı alırsanız, çok rahat edersiniz. * Mutlaka günlük mimari turlara katılmanızı öneririm. Her binanın hikayesi var. Bir de “Gangsterler Turu” düzenliyorlar. Chicago filminden etkilendiyseniz, Al Capone ve arkadaşlarının hikayeleri çok çarpıcı. * Çin Mahallesi, İtalyan Mahallesi ve Yunan Mahallesi mutlaka gezilmeli. İtalyan lokantaları bütün şehre yayıldığından, mahalle küçük kalmış. Çin Mahallesi’ndeki lokantalar birbirinden lezzetli. * Field Museum, Chicago Sanat Enstitüsü, Tarih Müzesi, Çağdaş Sanat Müzesi, Bilim ve Endüstri Müzesi inanılmaz zenginlikte. * Adler Planaterium’da sürekli değişen sergiler var. Ay, astronotlar, resimler; nefes kesici. * Shedd Aquarium, şovlarıyla da çok ilginç. Biz kızımla penguenleri çok sevdik. * Çocuklar için iki çocuk müzesi, bir Legoland var. Büyükler daha çok eğleniyor. * Lincoln Park’taki büyük hayvanat bahçesine giriş ücretsiz. * Şehrin en güzel ve eski mahallerinden Oak Park’ta mimar Frank Lloyd Wright’ın Evi ve Stüdyosu, rehberli turlarla geziliyor. Mimariye ilgi duymuyorsanız Wright’ta tanıştıktan sonra fikriniz değişecek. * John Hancock Merkezi’nde, 94. Kattaki Gözlemevi’nde, yıldızların arasında yürüyüş yapabilirsiniz. * Parklar her mevsimde çok güzel. Millenium Park’ı sanat galerisi gibi gezeceksiniz. Morton Arboretum’da da Sibirya Haskilerinin çektiği kızaklarla kaymak mümkün. Chicago Botanic Garden’da da çok eğlenceli bir tren çalışıyor. * Müzikal, konser, bale, opera seviyorsanız bu şehir tam size göre. Ayrıca şehirde 10’dan fazla emprovize tiyatro topluluğu bulunuyor. Birini tam dört kez izledim, her seferinde müzikler, replikler değişti, hayret ettim. Mike Myers bu tiyatrodan yetişme... * En meşhur caz kulüpleri “Jazz Showcase” ve “Andy’s.” Pazar öğleden sonra matine düzenleniyor. * Drake Hotel, o kadar şık ve güzel ki, en azından bir çay içmeye gidilmeli. Kızımla gidip 100 dolar ödeyince biraz sarsıldık, ama değer! * Alışveriş hiç dert değil. Artık Türkiye’de de tanınan Tj Maxx, Marshall’s gibi markalar şehir merkezinde. Ayrıca Saks Fifth, Macy’s, Bloomingdales gibi çok katlı mağazalar; Louis Vuitton, Tiffany, Zegna, Burberry gibi butikler de “Magnificient Mile” üzerinde toplanmış.
DOMATESİ BOL, HAMURU KALIN PİZZASI MEŞHUR
- Filmlerdeki gibi bir Amerikan yemeği istiyorsanız size bir adres: Ed Debevick’s, garsonlarının bara çıkıp dans ettiği, juke-box’lı, devasa sosis ve üç kişiyi doyuracak hamburgerleriyle bir klasik. * “Chicago” deyince, akla ilk gelen pizza! Buraya has “deep dish pizza” var. Çok malzemeli, çok kalın. Orta boyu üç kişiye fazla geliyor. En iyi yapan yerlerden biri Giordano’s. Şehirde kırk ayrı şubesi var. Ayrıca salatalar, çorbalar, makarnalar da hiç fena değil. * En iyi spagettiyi, bence “The Rosebud”da yiyeceksiniz. Diri, yeşilimsi zeytinyağıyla parlamış, bol domatesli bir linguini... Yazarken ağzım sulandı! * Rakılı, mezeli çilingir sofrasının adresi Greek Town’daki Parthenon. Yemekler leziz, fiyatlar İstanbul’dan ucuz. * Çin yemeği için “Joy Yee’s Noodles”, on numara. Birkaç şubesi var. Biz Çin Mahallesi’ndeki “Mayflower”ı tercih ediyoruz. Beş kişi patlayana kadar cevizli karidesler, ballı tavuklar, sebzeli makarnalar,etli pilavlar yiyoruz; hesap 75 dolar. * Chicago, “cheesecake”in vatanı. “Cheesecake Factory”, hem çok çeşitli cheesecake hem de 200 ayrı yemek ve salata servis ediyor. Acayip lezzetli.
DONMADAN GEZMEK İSTİYORSANIZ
Bazı günler o kadar soğuk oluyor ki, sanki adım atmak mümkün değil... Uzmanlar, “kat kat” giyinmeyi öneriyor. Hem soğuğu kesmek açısından, hem de iç mekanlarda hemen uygun giyime kavuşmak için. Bir de soğuğun çok hissedildiği eller, kafa ve kulaklar, ayrıca örtülmeliymiş. Su geçirmeyen ve kaymayan kalın tabanlı bir çift bot da, Chicago gezisinde şart. Sokağa çıkmak, bazen savaşa gitmek gibi hazırlık gerektiriyor, ama telef olmamak için sağlam teçhizatla donanmış olmak çok önemli.