Gezginler ikiye ayrılır: Antarktika’ya ayak basanlar ve basmayanlar
‘Dünyanın her yerini gezmiş, görmüş insan’ diye bilinirim. Büyük ölçüde doğru! Ama ne yazık ki Antarktika’ya ayak basmamıştım. Gezegenin en soğuk, en rüzgârlı ve en kuru yeri ‘Beyaz Kıta’da, vahşi ve bakir bir ortamda, penguenlerle, balinalarla, foklarla geçen 10 günlük bir macera... Hem Antarktika karasına ayak bastık hem de ‘Güney Kutup Dairesi’ni geçtik. Adımımızı atar atmaz aklımız başımızdan gitti.
Antarktika’ya gitmek için önce Arjantin’in başkenti Buenos Aires’e, oradan da güneydeki Ushuaia kentine uçup gemimize bindik. Adını Charles Darwin’in doğayı ve yerel halkı gözlemlediği ünlü yolculuğuna çıktığı aynı adlı gemiden alan Beagle Kanalı’nda seyrederken albatros ve dev petrel kuşları bize eşlik etti. Ushuaia’ya Antarktika kıtasından en yakın yer, 900 km. uzaklıktaki Güney Shetland Adaları. Bu adalara varmak için yüzyıllardır gemicilerin korkulu rüyası olan ‘Drake Geçidi’nin geçilmesi gerekiyor. Adını, Macellan’dan sonra ikinci kez dünya çevresinde dolaştığı kabul edilen ünlü İngiliz gemici ve kâşif Sir Francis Drake’ten alan geçit, değişik hava şartlarına göre hızla değişen kuvvetli akıntıları, fırtınaları ve inanılmaz güçlü dalgalarıyla meşhur.
Sekiz tür penguen yaşıyor
Yolculuk kötü havalarda üç gün kadar sürüyor. Böyle havalarda 8-10 metreyi bulan dalgalar nedeniyle yolcuların çoğu kamaralarından çıkamaz, kusmaktan yatamaz ve uyuyamazmış. Biz en kötü durumlara hazırdık. Doktor izniyle alınan ilaçlar, bileklikler, peksimetler dahil gerekli tüm malzemeyle donatılmış durumdaydık. Ama o da ne? Yolculuğun en çalkantılı ve zorlu geçmesini beklediğimiz Drake Geçidi, sakin bir göl gibi... Yüzlerimiz güldü. Herkes yemeğini yedi, içkisini içti. Doğa bizden yanaydı, giderken de dönerken de Drake Geçidi sütlimandı ve hava neredeyse her gün masmaviydi.
Geçidi arkada bıraktıktan sonra karşımıza çıkan buzdağları, Antarktika Yarımadası’na geldiğimizi söylüyordu. Zaten sağımızda solumuzda balinalar da kuyruk göstermeye başlamıştı. Yarımadaya 120 km. uzaklıktaki Güney Shetland Takımadaları karşımızdaydı. İlkin zodyak botlarla at nalı biçimli Deception Adası’nın Bailey Head adlı koyuna çıktık. Benzersiz, muhteşem bir ortam... Kıyıda yatan foklar, aralarında yürüyen penguenler... Daha önce dünyanın birçok yerinde penguen görmüştüm ama bu adada dağ taş penguen kolonileriyle kaplıydı. Gemideki seminerlerde bize Antarktika’da sekiz ana tür penguen olduğu anlatılmıştı. Bu adadakiler, çizgili çeneli ya da sakallı penguenlerdi. Onları rahatsız etmeden aralarında yürüdük. Herkesin aklı başından gitti, fotoğraf için sıraya girildi.
Doğa için sıkı önlemler
Gemideki yoğun seminerlerde yapılmaması gerekenler bize ezberletilmişti. Canlılara hiçbir şekilde zarar vermeyecek, 3-5 metreden fazla yaklaşmayacak, onları ürkütmeyecektik. Kazara penguen bize doğru yürürse onu bekleyip ani hareketlerden kaçınacaktık. Gezginlerin karadaki ya da denizdeki hayvanlara bir şey vermesi yasaktı. Karaya çıkarken gemiden bir şey taşıyamazdık, karadan da gemiye bir şey getiremezdik. Gemideki ikinci günümüzde karaya çıkarken kullanacağımız pantolonların, gömleklerin cepleri böcek gibi herhangi bir canlı olabilir diye kontrol edilmişti. Gemi tüm yolcularına sarı bir parka hediye etti ve gezi sırasında kullanmak üzere birer çizme verdi. Karaya çıkacaksak gemiden inerken ve gemiye binerken çizmeleri kimyasal bir sıvıdan geçiriyorduk.
En güneydeki postane
Deception’ın ardından Cuverville Adası’nın etrafında zodyaklarla gezi yaptık ve adaya çıktığımızda bu kez ‘gentoo’ penguenleriyle tanıştık. Daha sonra İngilizlerin 1944 yılında bir bina kondurdukları Port Lockroy’a ayak bastık. Bina 1996 yılında restore edilmiş ve hem bir müzeye hem de bir postaneye dönüştürülmüş: Dünyanın en güneyindeki postane... Dileyenler pasaportlarına oranın damgasını da vurdurdu. Daha sonra hastalanan bir yolcuyu ufak uçakla Puerto Williams’taki hastaneye göndermek için King George Adası’na döndük. Gemideki doktor dışında Antarktika’da ilkyardım yapabilecek bir hastane yok. Bu sayede orayı da gördük. 1961’de yürürlüğe giren ve Türkiye’nin 1996’da imzaladığı Antarktika Anlaşması’na göre, adada faaliyet gösteren 20 dolayında bilim merkezi hakkında bilgilendirildik.
Doğanın gücünü hissetmek
Daha sonra yeniden güneye inmeye başladık. Bu arada normal turist güzergâhlarında bulunmayan yerlere de uğradık. Bunlardan biri Spert Adası ve çevresiydi. Kendimizi dağ buzlarının ve buzdağlarının çevrelediği bir ortamda, harika kaya oluşumları içinde bulduk. Nefeslerimiz tutuldu. O gün D’Hainaut Adası gezisi sonrasında Cierva Koyu’nda geç saatte güneşi batırdık. Dünyanın birçok yerinde, akıl almaz ortamlarda günbatımı izlemişimdir. Ama Antarktika’daki bambaşkaydı. Kimseler yok, siz ve o güçlü doğa... Doğanın gücü büyülerken korkutuyor da... Çünkü her şeye hâkim olan o. Gemideki en ileri teknolojiye sahip cihazlar bile onun ne yapacağını kestiremiyor. Günbatımı sessizliğinde bir yandan da insanlığın kutup maceralarını düşünüyorum. Bilinmeyeni keşif isteği, korkuya karşı duruş, kendini aşma yolunda çekilen çileler, zorluklar, kahramanlıklar ve trajediler... Nihayet Antarktika Yarımadası’nın ‘Portal Noktası’na, yani kapısına ulaştık. Çok heyecanlıyız çünkü kıtaya ayak basacağız. Kimimiz özel Antarktika bayrağıyla fotoğraf çekiyor, kimimiz muhteşem doğal manzara içinde kendini kaybediyor...
En güneyde suya dalış
Enterprise Adası’nın bir koyunda, 1915 yılında batmış balina avcılarına ait bir tekneye bakıyor ve gemi seminerlerinde bizlere aktarılan fokçuların, balinacıların vahşi yaşama verdiği zararları anımsıyoruz. Sonunda 66 derece 33 dakika 39 saniye enleminden geçtiği varsayılan Güney Kutup Dairesi’ne vardık ve geçtik. Geçişimiz güvertede şampanyalarla kutlandı. Bu grup Türkiye’den Güney Kutup Dairesi’ni geçen ilk turist grubu oldu. Şampanyalı kutlamanın ardından bazı gezginler suya daldı. Sonra yine zodyaklarla devasa buzlar deryasında gezi yaparken kalın bir deniz buz kütlesinin üzerine çıkıp fotoğraf çektirdik.
Balinalarla yakın temas
Zodyaklarla dolaşırken sağımızda solumuzda tekli, ikili, üçlü dolaşan değişik türde balinalar görüyoruz. Kimisi karnını doyurmuş uyuyor, kimi avlanmaya devam ediyor. Soluklanırken, başlarının tepesindeki nefes deliğinden sesli biçimde su püskürtüyorlar. Zaten varlıklarını da böyle fark ediyorsunuz. Bir TIR boyundalar ve çok hızlı hareket ediyorlar. Fotoğraflamak kolay değil. Ama ilk çatalkuyruk fotoğrafından sonra onlarca benzeri görülünce heyecan biraz düşüyor. İşte tam böyle düşünürken kocaman bir balina hemen yanımızda kendini gösterip teknemizin altından geçmez mi! Bir arkadaşımız hem korkudan bağırıyor hem de deklanşöre basmaya devam ediyor. Zodyaklarla denizde gezinirken bir yanımızda grup halinde zıplayarak yüzen penguenler, diğer yanımızda başını ve kuyruğunu göstere göstere dalarak avlanan balinalar, biraz ötede ise fokların dansı... Şaşkınlıktan, hayranlıktan ve mutluluktan başımız dönmüş durumda. Şimdi anlıyoruz belgesel seyretme keyfi ile gerçeğini görme arasındaki farkı. Artık geri dönüş başlıyor ve Antarktika’nın belki de en güzel yeri olan Lemaire Kanalı’ndan geçiyoruz. 11 km. uzunluğunda, en dar yeri 800 metre olan kanalın yanlarında 300 metreden bir metreye kadar yükselen kayalıklar var. Manzara olağanüstü, anlatmak için kelimeler yetersiz. “Yolculuk bitmesin” diye bir dürtü başlıyor. Öğleden sonra doğa, sanatçı titizliği içinde buzdağlarından bir dizi enstalasyon sunuyor. Bir İngiliz lordunun Tac Mahal için söylediklerini uyarlıyorum: Gezginler ikiye ayrılıyormuş, Antarktika’ya ayak basanlar ve basmayanlar...
Çok sert ve sürekli değişen doğa koşulları nedeniyle flora çok limitli. Antarktika anakarası ve adalarda ağaç yok, çalı yok, 400 dolayında değişik tür liken ve yaklaşık 100 farklı yosunumsu var. Ama çok zengin bir deniz ekosistemine sahip! Hem deniz hem deniz kıyıları çok zengin. Denizde birçok balina türünün temel gıdası olan krillerden bol var. Toplamının 500 milyon ton olduğu varsayılıyor. Çok farklı planktonlar, küçük organizmalar da büyüklerin ana besini. Başta albatros, petrel, skua, kormoran olmak üzere 45 dolayında kuş türü, sekiz tür penguen (Macellan, tepeli, gentoo, adélie, çizgili çeneli ya da sakallı, kaya zıplayanı, kral ve imparator), 120 tür balık, memelilerden altı tür fok (kürklü, yengeç-yiyen, leopar, ross, güney fili ve weddell) ve balinalar... Gemi seminerlerinde balinalar hakkında müthiş bilgi sahibi olduk. Yanlış ya da eksik bilgilerimize de şaşırdık. Bir memeli türü olan balinalar, dişsiz (dünyada 15 tür) ve dişli (dünyada 70 tür) balinalar olarak iki alt takıma ayrılıyormuş. Mavi, minke, çatalkuyruk ve kambur balinaları da içeren oluklu balinalar dişsiz alt takımından. Değişik türdeki yunuslarla, tüm katil balinalar ve musurlar ise dişli balina alt takımından. Antarktika’da olağan koşullarda 10 balina türü var. Biz gezi boyunca daha çok kambur, mavi, çatalkuyruk ve minke balinalarını gördük.
Hiç kimseye ait değil
Antarktika gerçek anlamda 1820’de keşfedilen bir kıta! Yaklaşık 13 milyon 600 bin kilometrekarelik alanıyla Asya, Afrika, Kuzey ve Güney Amerika kıtalarından küçük, Avrupa ve Avustralya kıtalarından büyük. Hiçbir kıta Antarktika kadar yüksekliğe sahip değil. Üzerinde yaşayan kimse olmamış. Sürekli yaşayan yerli nüfusu yok. Başkenti, resmi dili, kendi parası bulunmuyor. Şu anda hiç kimsenin değil. Bir bilim kıtası olarak kullanılıyor. Kuzey Kutbu’ndaki buzlar deniz üzerinde. Güney Kutbu’ndaki buzlar ise kara üzerinde. Bu, iki kutup arasındaki en önemli ayrım. Tabii bilinen bir başka ayrım daha var, Kuzey Kutbu’nda kutup ayısı, Güney Kutbu’nda penguen var. Antarktika şu anda tüm dünya buzlarının yüzde 90’ına, tüm dünya içilebilir su hacminin ise yüzde 70’ine sahip.