GeriSeyahat Gezgin
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Gezgin

Gezgin



Mehmet YAŞİN

Kültürlerin kavşağı Mardin

Bu kez yolum Güneydoğu Anadolu'nun en ilginç kentlerinden biri olan Mardin'e düştü. Bir zamanlar birçok kültüre ve dine ev sahipliği yapmış olan bu yaşlı kentin tarihî dokusunun yavaş yavaş kayboluşunu izledim. Dar sokaklarında hayran hayran dolaştım.

O kadar çok şey not etmiştim ki... Fotokopiler, kitaplar okumakla tükenecek gibi değildi. Tam ‘bitti’ derken yeni bilgi karşıma çıkıyordu. Bir haftalık yoğun bir çalışma sonunda, notlarımı çantama doldurdum ve Mardin'e doğru yola çıktım.

Bu kente bundan yaklaşık 25 yıl önce gitmiştim. Hatırlıyorum, oldukça zahmetli bir gidiş olmuştu. Doğu Ekpresi ile tam 3 gün 2 gece yolculuktan sonra Diyarbakır'a ulaşmış, oradan da otobüsle Mardin'e geçmiştim. Kaçakçılık ve kan davası röportajları için, sınır boyunda köy köy dolaşacaktım.

Bu gidişimde ise yolculuğum sadece iki saat sürdü. Yol boyu Mardin'in taş evlerini, labirent sokaklarını hatırlamaya çalıştım. Uçak Mardin Havalanı'nın pistine konunca, içimi garip bir heyecan sarmaladı.

Mardin'i anlatmaya adının öyküsünden başlamak istiyorum. Mardin'in anlamı neydi ve nereden geliyordu? Plinus'a göre kent adını, Nusaybin civarında yaşayan Mardanî adlı Arap kabilesinden almıştı. Ortaçağ'ın ünlü yazarı Prokopios kenti, bir kale-kent olarak Margdis diye anıyordu. Daha sonraki dönem Bizans yazarlarına göre, kentin adı Mardes'ti. Diğer kaynaklara göre Persler Marde, Ermeniler Mardi, Araplar Maridin demişlerdi. Bir başka kaynakta da kentin adı, Süryanî dilinde kaleler kenti demek olan Marde'den geldiği yazıyordu.

Bugünkü kenti anlatmaya başlamadan, biraz daha Mardin'in geçmişinde dolaşmaya niyetliyim. Çünkü Mardin'in önemi geçmişinde yatıyordu.

BEŞ BİN YILLIK TARİH

Verimli Mezopotamya ovasının ortasında yükselen, kalker ve lavlarla örtülü bir dağın yamacındaki kent, neredeyse bütün kültürlerin uğrak yeri olmuştu. Kentin doğum tarihi İÖ 3000 yılına dayanıyordu. İlk konuklar ise şöyle sıralanıyordu: Subarular, Sümerler, Akadlar, Hititler, İran'dan gelen Midiler. Daha sonra Asurlar, Urartular, Mitannîler, Aramîler, Persler...2 bin yıl sonra Büyük İskender. İlk Hıristiyanlar, II. yüzyılda Romalılar, Sasanîler, hemen ardından Bizanslılar. Araplar, IX. yüzyılda Hamdanîler, X. yüzyılın sonunda Mervanîler, XI. yüzyılda Türkmenler, XII. yüzyılda Artuklular. Haçlıların kılıç sesleri, ardından Eyyubîler sonra İlhanlılar. Karakoyumlu ve Akkoyumlu beylikleri. XVI. yüzyılda Safevîler, Osmanlılar ve nihayetinde Türkiye Cumhuriyeti.

Notlarıma bakınca ürktüm. Böylesine renkli, zengin, karmaşık kültürlerin mirasçısı Mardin'i bir sayfaya nasıl sığdıra bilirdim?.

Uçaktan iner inmez uzakta, dağın tepesindeki Mardin tüm haşmetiyle göründü. Araba kente doğru yaklaştıkça, yontma taştan yapılmış, taş ustalarının göz nuru döktükleri, ünlü Mardin evlerinin güzellikleri daha da belirginleşti. Birbirinin üstüne yığılmış gibi duran, bu muhteşem yapıların arasına kondurulan yeni evler, adeta çürük bir diş gibi sırıtıyordu. Hele toprak rengi kentin ortasından yükselen mavi boyalı Türk Telekom binası, tam bir çirkinlik abidesiydi.

Mardin'e ilk gittiğimde, kentin ortasından tek bir cadde geçerdi. Sanki ikincisi varmış gibi bu caddeye, ‘Birinci Cadde’ adı verilmişti. Bütün sokaklar bu caddede başlar ve biterdi. Şimdi kentin eteğine, bu caddeye rakip yeni bir cadde daha açılmıştı. Araba beni, kaleye en yakın bir noktada, Zinciriye Medresesi'nin yakınında bıraktı. Burdan aşağı o daracık, labirent gibi gizemli sokaklardan yürüyerek inecektim. Taş ustalarının tüm hünerlerini sergiledikleri medresenin önünden zor ayrıldım.

OVA, ÇÖL VE DENİZ

Bulunduğum yerden Mardin'i kuşbakışı görüyordum. Düz damlarda yaz aylarında karyola işlevini gören ‘taht’lar duruyordu. Dağın bitiminde ise yeni yeni yeşermeye başlayan ova uzanıyordu. Ufukta Suriye vardı. Mardinliler kentlerini anlatırken, ‘arkamız dağ, önümüz çöl’ diyorlardı. Sanıyorum bu, ovanın gerçekten çöl olduğu dönemlerden bugüne taşınanan bir tanımdı. Kentte kaldığım bir gece, manzarayı seyrederken onların çöl dediği ovayı ben denize benzetmiştim. Gece karanlığında yansıyan ışıklar yüzünden, köyler birer ada gibi görünüyordu.

Manzara seyrinden sonra, iki yanı yüksek duvarlarla çevrilmiş, güneşsiz, dar ve baharat kokulu sokaklarda amaçsız ve adressiz yürümeye başladım. Araç girmediği için çöplerin eşeklerle toplandığı bu güzelim sokaklar, pislikten geçilmiyordu. Döne döne uzanan sokaklardan, bir iniyor bir çıkıyordum.

Abbara denen geçitlerle birbirine bağlanan sokaklarda, bugün değil de geçmiş yaşanıyordu. Küçücük dükkánlarında ter döken ustaların ürettikleri eşyalar, büyük kentlerde çoktan kullanımdan kalkmıştı. Örneğin semerler, keçeler, bakır kovalar, çeyizlere konacak oymalı dolaplar... Her köşeyi dönünce değişik bir görüntü karşıma çıkıyordu: Sakatat satan dükkánlar, baharatçılar, kuruyemişçiler, kalaycılar, eskiciler. Küçük mangalların etrafında toplanmış olan esnaf müşteri bekliyordu.

ÇAN VE EZAN SESİ

Beni en çok şaşırtanlar da, arkalarındaki yüklü sepeti, alınlarına bağlı bir kuşakla taşıyan hamallar oldu. Mardin'de hiçbir sokağa araba girmediği için, bu sırt hamalları çok rağbetteydi. Kentteki her türlü taşıma işini bu hamallar gerçekleştiriyordu. Kentin vazgeçilmez simalarına nedense, ‘senatör’ lakabı yakıştırılmıştı. Benim elimi kolumu sallayarak çıkmakta zorlandığım dik yokuşları, onlar sırtlarında onlarca kilo ağırlıkla, hem de türkü söyleye söyleye tırmanıyorlardı. Ezan ve çan seslerinin birbirine karıştığı bu sokaklara, birçok tarihî yapının kapısı açılıyordu; bir yanda Ulu Cami'nin ulu minaresi, bir yanda Latifiye Camii'nin daracık bir kapıdan girilen avlusu görüntüye giriyordu. Taşın şiire dönüştüğü Zinciriye Medresesi'nin kapısı, daha aşağıda Mar Mihail Kilisesi'nin çan kulesi, kentin kültürünün renklerini simgeliyordu. Gezilecek görülecek o kadar çok tarihî mekán vardı ki: Kasımiye Medresesi, Şah Sultan Hatun Medresesi, Firdevs Köşkü, Şehidiye Medresesi, Revaklı Çarşı, Deyrülzafaran Manastırı... Bunlar ilk hamlede aklıma gelenlerdi.

Sokaklar bitmemişti ama ben tükenmiştim. Birinci Cadde’ye çıktığımda, ciğerlerim bir kalaycı körüğünü andırıyordu. Mardin'i dolaşabilmek için, yüksek bir kondisyona sahip olmak gerektiğini anladım. Biraz soluklandıktan sonra telkári ustalarının atölyelerini ziyaret ettim. Tahta çekiçleri, körükleri ve parmakları ile gümüş tellerle şahaserler yaratan ustaları seyrettim. XIV. yüzyıldan beri babadan oğula, nice güzellikler üretildiğini dinledim.

KAYBOLAN BİR RENK

Daha sonra kente 3 kilometre mesafedeki Deyrülzafaran Manastırı'na gittim. Bu kutsal mekánda, bu topraklarda doğup buradan bütün dünyaya yayılan Süryanîler'in ibadetlerini izledim. Doğduğu topraklarda parmakla sayılacak kadar az Süryanî cemaati kaldığını öğrenince, ülkenin bir renginin daha kaybolduğunu düşünüp üzüldüm.

Kaldığım Öğretmen Evi yeni kentin kurulduğu dağın eteklerinde yer alan bölgedeydi. Oraya doğru inerken, aşağıda yükselen yeni binalara baktım. Hiçbirinde yörenin mimarîsini yansıtan bir çizgi yoktu. Aslında binalar yapılırken estetik kaygılar bir yana bırakılıp, kibrit kutusu görünümde düz binalar tercih edilmişti. Kısacası Yenişehir'de kurulan yeni Mardin, eski Mardin'e hiç benzemiyordu.

Mardin'in taş binaları kadar yemekleri de çok meşhur ve lezzetli. Bu bölümü gelecek haftaya bırakıyorum.

XII. yüzyıl başlarında Artuklular zamanında yapılan Ulu Cami'nin bezemeli minaresini kentin her yanından görmek mümkün.

GİTMEYE NİYETLENİRSENİZ

Mardin, Ankara aktarmalı uçaklarla artık Batı'daki kentlere çok yaklaştı. Bir hafta sonu Güneydoğu'nun bu renkli kentine gidip, kültürler arasında dolaşabilirsiniz. Kentin içindeki tarihî eserleri, Süryani kültürüne ait yapıları, baraj sularının tehdit ettiği Hasankeyf Köprüsü'nü ve Kalesi’ni görmek yörenin lezzetli yemekleri, el sanatları ve misafirperver insanları ile tanışmak size başka hazlar verecektir. Ama kentte konaklama ve yemek konularında sorunlar tam olarak çözülmüş değil. Ben, yerel lezzetleri tadacak lokanta bulamadığım için evlerde konuk olup, ev sahiplerinin pişirdiği yemekleri yedim. ‘Çat kapı’ evlere giremeyeceğim için, bu yöreye tur düzenleyen Quality Turizm ‘0 (212) 257 66 15’ bana yardımcı oldu. Daha bilinçli gezmemi sağladı. Eğer Mardin'e doğru bir geziye niyetlenirseniz, böyle bir yardım almanızı öneririm. O zaman geziniz daha az sorunlu olur.

False