Gezgin
Yeşile boyalı Tirilya
Mudanya'nın biraz ilerisinde, Marmara kıyısında eskinin Tirilya'sı, yeninin Zeytinbağı eski evleri, kiliseleri, daracık sokakları ve hasret öyküleri ile Türkiye'nin en güzel kasabalarından biri.
Bugün, yeni adı ile Zeytinbağı'nı, eski adı ile Tirilya'yı anlatacağım. Buraya Tirilye dense de bu son zamanların söyleniş biçimidir... Aslı astarı Tirilya'dır. Marmara Denizi kıyısındaki bu küçük yerleşim yerini anlatmaya, Mudanya'dan başlamakta yarar var.
Yağmurun çiselediği bir Şubat sabahı Mudanya'ya girdiğimde, çok etkilenmedim. Çünkü gördüklerim bildik manzaralardı. Yolun iki yanına sıralanmış, balkonlarında çamaşır asılı 3-4 katlı apartmanlar, yaz başında çiçeklerin açtığı bir refüj, henüz kapılarını açmamış iş yerleri... Üç aşağı beş yukarı tüm taşra kasabaları birbirine benzer... Asıl güzellikler, orijinal dokular nedense arka taraflarda gizlidir.
Mudanya'nın güzelliğini, kimseye sormadan kendim buldum. Tirilya'ya giden yolu ararken, eski, aşı boyalı, cumbalı bir sokağın içine girdim. Hemen arabadan inip, bu evlerin fotoğrafını çekmeye başladım... Bir de baktım ki, bu evler çevredeki tüm sokaklara yayılmış. Bir ara kendimi, tarihi bir filmin platosunda sandım. Pencerelerden uç vermiş soba borularından tüten dumana bakılırsa, asırlık evler hala işlevlerini sürdürüyorlardı. Evlerdeki yaşamla ilgili diğer ipuçlarını şöyle sıralayabilirim: Pencere kıyılarına sıra sıra dizilmiş, teneke kutular içindeki sardunyalar, Afrika menekşeleri, çuha çiçekleri ve iki pencere arasına gerilmiş ipin üstünde kuruyan çamaşırlar...
SESSİZ VE GÜZEL
Mudanya'yı bir başka yazıda uzun uzun anlatmak lazım. Şimdi konumuz Tirilya'ya dönelim; Bu kasabaya giden yolun tırmandığı tepeler, dalları, yeşilin çeşitli tonlarıyla boyanmış zeytin ağaçları ile kaplıydı. Sağ tarafta ise masmavi deniz, arada bir görüntüye girip çıkıyordu. Gelişigüzel yapılmış yazlıklar bile, buraların cennet görüntüsünü (henüz) bozamamıştı... Saka kuşları nağmeler haykırarak, bir o dala bir bu dala konmaca oynuyorlardı.
Nereye bakacağımı, neyi dinleyeceğimi şaşırmış bir halde gidip duruyordum. Önce Kumyaka (Siği) köyü, bir kaç viraj sonra Çanaklıçeşme... Çanağından iki avuç, buz gibi su içtikten sonra yola devam ettim. Bir 'U' virajdan sonra önüme çıkan tepeye tırmandım. Sivzi'nin tepesinden aşağılara bakınca Tirilya'yı gördüm... Birbirine yaslanmış eski evleri, asırlık çınarları, deniz kıyısındaki balıkçı motorları ile öylesine sessiz, muhteşem ve etkileyici görüntüsü vardı ki...
Arabayı, kasabadan da eski bir çınarın altına çekip, dar sokakları arşınlamaya başladım.
O eski evleri gördükçe, buraya gelmeden önce okuduklarım aklıma üşüşmeye başladı: 1886 yılında Hristos Efendi ilk belediye başkanı olmuştu. 1888'de Mehmed Hayri, 1889'da Yorgi Efendi. 1908 yıllığında yazılanlara bakılırsa, köydeki 820 hanede 399 Türk ve 3657 Rum yaşamaktaydı. O tarihteki bina dökümüde şöyleydi: 19 yağhane, 2 hamam, 3 okul, 1 cami, 7 kilise.
Ey Tirilya, ne güzel yermişsin sen meğer... Bu güzelliği Çeşme'de, Alaçatı'nın daracık sokaklarında görmüştüm, bir de Şirince de. Tarih ve anılar burada insanın başını döndürüyordu... İşte Hagios Stephanos kilisesi. Yapılış tarihi 720 yıllarına dayanan bu Bizans kilisesinin duvarları, kimbilir hangi günahkarların yakarmalarına tanıklık etmişti?... Kilise şimdilerde, yabani incir ağaçlarının dallarıyla sarmalanmıştı... Yok olmasını seyredenlerden artık hiçbir şey talep edemeyecek kadar yorgun ve yaşlıydı.
Fatih Camii'nden öğle namazından çıkanlardan kaç kişinin, buranın 1312 yılında yapılmış olan Aya Todori kilisesi olduğunu bildiğini merak ettim... Ama bunu kimseye sormadım... Çünkü aslına bir ihanet yoktu... Tanrıya yakarmak için yapılan yerde, yine tanrıya yakarılıyordu.
İSTENMEYEN AYRILIK
Sokakları arşınlayıp, eski evleri hayran hayran izlerken kendimi koca bir yapının önünde buldum. Camları kırılmış, bakımsız, sıvaları dökülmüştü... Tüm bu örselenmeye ve aldırmazlığa rağmen 'mihrabın yerinde durduğunu' ve kasabaya gururla tepeden baktığını gördüm. Köyün yaşlı bir sakininden öğrendiğime göre, 1904 yılında yapılan bu okulda, Kıbrıs'ın eski cumhurbaşkanı Başpiskopos Makarios okumuştu.
Sit alanı ilan edildiği için, yeni yapılaşmaya izin verilmeyen Tirilya sokakları, estetiğin, kıt malzeme üstündeki zaferini sergiliyordu. O az katlı aşı boyalı evler, güzellikleriyle birlikte anıları da saklamışlardı... Kahvenin önüne atılmış iskemlelerden birinde otururken, mübadele yılları ile ilgili okuduklarımı düşündüm... Hüzünlü bir öyküydü. Rumları götürmeye gelen gemiye, köyün Müslüman sakinleri de binmiş, Tekirdağ'a kadar sarmaş dolaş gitmişlerdi... Tekirdağ'da Müslümanlar inerken, gemiden sadece hıçkırık sesleri geliyordu. Tirilya'dan giden Rumlar, burayı hiçbir zaman unutmamışlardı. Selanik yakınlarında, yine deniz kıyısında kurdukları kasabanın adını, 'Nea Triglia-Yeni Tirilya' koymuşlardı. Bu kasabanın hemen yanında da Mudanyalılar, 'Nea Mudania'yı kurmuşlardı...
Dönerken, Tirilya'yı ne kadar sevdiğimi düşündüm. Ama bir hüzün kaplamıştı içimi... Aynı hüznü Şirince'de, Kayaköy'de, Alaçatı'da, Gökçeada'da, Bozcaada'da da duymuştum... Yurtlarından sökülüp atılan bu insanların, sıla hasretine nasıl dayandıklarını aklıma bile getirmek istemedim. Bu hasreti anlatan türküleri duyabilmek için, arabanın teybine bir rembetiko kaseti koydum ve hüznümü daha da koyulaştırdım.
Kasaba Sit alanı olduğu için yapılaşma tamamen durmuş vaziyette. Bu nedenle evlerin bir çoğu eskiye sadık kalarak onarılmış. bazıları ise yılların yorgunluğuna dayanamayıp çökmüşler.
Nüfus yapısı
Kasabanın Müslüman halkı, Musul-Kerkük Türklerindendir. Yavuz Sultan Selim tarafından, Kastamonu ve Üsküdar taraflarından getirilmişlerdir.
1913-14 yıllarında ise Üsküp civarından Arnavut kökenliler, Saray Bosna civarindan ise Boşnak kökenliler gelmişlerdir. Mübadele sonrası Girit, Midilli adalarından ve Selanik civarındaki Usuturumca, Karacaova, Tikveş, Serez ve Vodina'dan gelenler buraya yerleştirilmiştir. Daha sonra Sürmene'den gelen göçmenler ise Tirilya'ya balıkçılığı öğretmişlerdir.
KURULUŞ RİVAYETLERİ
Birinci rivayet: Cenevizliler zamanındaki Sivzi, Tirilya ve Kapanca'daki üç köye korsanlar aman vermezler... Tek başlarına bu korsanlarla baş edemeyen üç köyün ahalisi şimdiki Tirilya'da toplanır. Böylece Tirilya oluşur.
İkinci rivayet: M.S 376 yılında İznik'te toplanan konsül, İncil yorumunda anlaşmazlığa düşer. Başpiskopos'a karşı çıkan Aya Yani, Aya Yorgi ve Aya Sotiri adlı üç papaz, müridleriyle birlikte aforoz edilir. Bunun üzerine bu üç papaz İznik'ten ayrılıp bugünkü Tirilya'ya gelirler. Bundan ötürü buranın adı Tri (üç) İlya (papaz) olur.
Üçüncü rivayet: Latince Tirilya, kırmızı balık, barbunya anlamına gelir... Bu balık burada dere ağzında bol bol yakalanıp, Doğu Roma İmparatoru'na gönderilirmiş. Bu nedenle köyün adı Tirilya kalmış.
Kasabanın adı, 1900'ün başlarında Mahmut Şevket Paşa olarak değiştirilmişse de halk tarafından benimsenmemiş... Herkesin hala Tirilya dediği kasabaya son olarak 1963 yılında Zeytinbağı adı konmuş.