GeriSeyahat Gezgin
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Gezgin

Gezgin

Mehmet YAŞİN

Bu otellere yıldız yetmez

Bu sayfaya başlarken sizlere bir söz vermiştim... Gezilerimi, bu geziler sırasında uğradığım lezzet odaklarını ve kaldığım mekanları anlatacaktım. Geriye dönüp baktım ki, çoğunlukla gidip gördüğüm yerleri anlatmışım daha çok.. Araya birkaç tane lezzet adresi sıkıştırmakla yetinmişim. Hele hele otelleri hepten ıskalamışım. Sanki gittiğim her yerde çadırda, bank üstünde, araba koltuğunda gecelemişim... Bu hafta size iki otelden bahsedeceğim... Otellerin ikisi de Dubai'de. Bu otellerden birinde iki gün konuk olup, o muhteşem lüksü bizzat yaşadım. Diğerini ise sadece gezmekle yetinebildim. Hiçbir kategoriye sokamadığım bu otellerle ilgili izlenimlerimi sizlerle paylaşacağım.

Çölün ortasındaki lüks vaha

Dubai Havaalanı'ndan bindiğim jip, asfalt yolda hızla giderken, geride bıraktığım İstanbul'u düşünüyordum. Daha bir kaç saat önce, buz gibi bir havada titreyerek terminale girmiştim. Şimdi ise iki yanı çöl olan bir yolda, pencereden içeri giren kızgın güneş ışığından korunmak için çareler arıyordum. Gideceğim adres, Al Maha Çölü’nün ortasında bir yerdeydi. Çöle gidiyorum dediysem aklınıza kızgın çöllerin ortasında, aç-susuz bir macera gelmesin. Bu sefer çölde olağanüstü bir lüks bekliyordu beni.

Havalanından hareketten tam 45 dakika sonra asfalttan ayrılıp, kumların örttüğü bir yola girmiştik. Daha önceki tecrübelerimden, çöllerin ne kadar tehlikeli olduğunu biliyordum. Onun, işaretlerini okuyamayanları ve uyarılarına aldırmayanları nasıl cezalandırdığını öğrenmiştim. Al Maha, adını bu çölü mekan tutan mızrak boynuzlu antiloplardan almıştı.

Jip durduğunda gözlerime inanamamıştım. Biraz ileride, kum tepelerinin arasında, bedevi çadırlarını andıran lüks villalar duruyordu. Ortadaki ana binadan kalacağım villaya küçük bir elektrikli arabayla gitmiştim. Kapıyı açınca gördüğüm manzara anlatılacak gibi değildi. Tavana gerilen ham kumaşla, salona bir çadır havası verilmişti... Bir güreş minderi büyüklüğünde, tik ağacından yapılmış yatak, onun hemen önünde çöle doğru dönmüş koltuklar, yine çöl manzaralı bir çalışma masası ve Amerikan bar, geniş salonu dolurmaya yetmemişti. Salonun kapısı, özel havuza açılıyordu. Havuzun kenarına, bir güneşlenme şezlongu konmuştu... Özel mermer ve taşlarla döşenmiş banyoda küçük bir jakuzi, ayrıca duş bölümü ve lavoba vardı.

BAŞKA BOYUTLAR

İstanbul'daki soğuğu unutmuştum bile... Hemen soyunup kendimi, havuzumun serin ve mavi sularına bırakmıştım. Havuzun içindeyken, göz alabildiğine uzanan kum tepelerini ve ufuktaki Hacer dağlarını görebiliyordum. Çevrede sadece, benim dalgalandırdığım suyun şıpırtısı duyuluyordu. Sıcak çölün sesizliğinde, serin bir havuzun içinde, rüzgarın önünde şekilden şekile giren kum tepelerini seyretmek, insanı diğer tüm düşüncelerinden arındırıyordu.

Akşam güneş batımına yakın, giyinip ana binanın terasındaki bara gitmiştim... Benim gibi bir kaç müşteri daha gelmişti. Ortalığa bir şıklık hakimdi. Gündüz giyilen şortlar, tozlu ayakabılar, terli boyunbağları, geniş kenarlıklı şapkalar, yerlerini rüzgarda uçuşan keten elbiselere bırakmıştı.. Çölü sessizce seyredenlerin yüzünde bir dinginlik göze çarpıyordu. Avusturya'nın faşist hükümeti, İran'daki karmaşa, kaçırılan Afgan uçağı, Çeçenistan'daki savaş sanki bir başka dünyada kalmıştı... Ben de bir kadeh kırmızı şarap alıp, gözümü çöle dikmiş, 'yoran düşüncelerden' sıyrılmaya çalışmıştım.

Güneş batımından sonra gittiğim çöl manzaralı restoranda da, aynı şıklık ve lezzetle karşılaşmıştım. Yemek boyunca duyulan tek ses, tokuşturulan kristal kadehlerin uzayıp giden tınlamasıydı... Geç saatlerde döndüğüm villamın havuz kenarında, bütün ışıkları söndürüp, konyağımı yudumlarken, gökyüzündeki dolunayın ve yıldızların, ne kadar büyük göründüklerine bir kez daha şaşmıştım.

Daha sonraki günlerde, jiple kum tepelerini aşmış, deve sırtında Al Maha'nın derinliklerine gitmiş, şahinlerin kuş avlamalarını seyretmiş, su kenarına gelen kılıç boynuzlu antiloplara ve narin ceylanlara hayran hayran bakmıştım. Çölün ortasında korumaya alınan, 25 kilometre karelik bu özel alana tam 6 bin ağaç dikilmişti. Buraya sığınan hayvan çeşidinin daha da artacağı umudu, ağaçlarla birlikte boy atmaya başlamıştı. Anlatılanlara bakılırsa gelecek 10 yıl içinde çevre orman-çöl karışımı bir görünüm alacaktı.

Orman, yabancım olmayan manzaraydı. Ben çöl ortasındaki bu süper lüksü daha çok sevmiştim. İki gün sonra, kum tepelerini aşıp, havaalanı yoluna çıkınca bir serap gördüğümü sanmıştım. Otoyolu yutan jipin penceresinden bakarken, beni dünyadan uzaklaştıran, başka zamanlara taşıyan, lüksün zirvelerinde dolaştıran 'Al Maha Resort' adlı bu serabın daha da uzun süreli olmasını dilemiştim.

Körfezin rüzgarıyla şişen çelik yelken

Kimisine göre yeni bin yılın oteli, kimisine göre 'non-stop lüks'. Bu cümlelere muhattap olan otelin adı: Burj Al Arab. Adresi: Dubai'de körfezin kıyısında, insan yapımı bir adanın üstünde. Mühendislik alanındaki son teknolojilerin, Arap kültürü ile yorumlanması ile inşa edilmiş otel, körfezden esen rüzgarla şişmiş bir yelken görünümünde. Bununla, Dubai'nin denizci geçmişinin simgelendiği belirtiliyor.

Konforunu anlatmakta güçlük çektiğim bu otelde maalesef ki kalamadım... Sadece gidip, gördüm. Onun için sadece gördüklerimi sizlerle paylaşacağım.

Otel'de tam 202 oda var. Hepside dubleks-suit. Alt katlarda oturma bölümü, üst katlarda ise yatak odası bulunuyor. Müşteriler havalanından, gümüş renkli Rolls-Royce limuzinlerle alınıyor. İsteyenler için helikopter servisi de var. 15 dakikalık yolculuk, otelin 28. katındaki pistte sona eriyor. Müşterilerin gereksinimlerini karşılamak için, her katta ayrı bir resepsiyon bulunuyor.

ABARTILI LÜKS

Resepsiyona girince, dünyanın en yüksek atriyumu sizi adeta çarpıyor. 190 metre yüksekliğindeki bu muazzam açıklık, altın kaplama kolonlarla çevrelenmiş. Otelin giriş katı, ayrıca 45 metre denizin altına uzanıyor. Camlarla çevrili bu bölüm bir akvaryum. Köpek balıklarını, çevrede yaşayan 70 çeşit balığı, alt kattaki bu dev akvaryumda, doğal ortamlarında görebilirsiniz.

Odalardaki lüks anlatmayla bitmez. Mobilyalar, İngiliz meşesinden yapılmış. Diğer eşyalar dünyanın en pahalı markaları arasından seçilmiş. Çeşitli renk mermerlerle kaplı banyonun duvarı, orijinal resimlerle süslenmiş. Buhar banyosu, jakuzi, tazyikli duş banyonun diğer aksesuarları. Odalardaki uzaktan kumandalı müzik sistemi, sizi bir anda konser salonuna taşıyor. Multi Medya sistemi ile dünyanın her tarafı ile anında haberleşmeniz mümkün. Dev ekranlı plazma televizyon ve zengin film koleksiyonundan seçeceğiniz filmlerle, sinemayı ayağınıza getiriyorsunuz. Ayrıca uydular aracılığı ile dünyanın tüm televizyon kanallarını izlemeniz de mümkün.

SU VE ATEŞ DANSI

Soyunma odasının, normal otel odalarından büyük olduğu bu süitlerde, bir de özel mutfak bulunuyor. Eğer merakınız varsa, malzemeyi ısmarlayıp, konuklarınıza kendi ellerinizle yemek pişirebilirsiniz. Toplantı odasını, tavandan kristal avizelerin sarktığı oturma odasını, şekilden şekile giren yatağın üstünü kaplayan aynayı ve diğer eşyaların lüksünü anlatmakla bitiremem. Bana kalırsa abartının dozunu kaçırmışlar. Ayrıca otelin restoranlarında ve barlarında, dünyanın tüm yemek ve içki çeşitlerinin bulunduğunu anlatmak lüzumsuz olur sanırım.

Bir de akşam hava kararınca, otelin önünde başlayan su ve ateş dansını izlemek insanı müthiş etkiliyor. Böylesine muhteşem bir oteli yönetmenin gururu ile elimi sıkan bay Charraudeau, otel tanıtımını şu sözlerle noktalıyor: 'Burj Al Arab yeryüzünde tek örnektir. Mısır için Piramitler, Paris için Eyfel kulesi ne demekse bu otel de Dubai için o demektir.'

False